"Bir faşist eskisini yargılamakla faşizmi yargılamış ya da ortadan kaldırmış olmazsınız. Kenan Evren yargılanacakmı yargılanmayacakmı? Yargılanırsa ne olacak yargılanmazsa ne olacak?...Bu ülkedeki siyasal rejimmi değişecek, yoksa burjuvazi "bak darbecileri de yargılıyorlar bir daha darbe filan yapmaya kalkmayalım" diyerek bundan sonra daha"demokrat" bir burjuvamı olacak?
Kenan evreni yargılamak!.. Kenan Evren burjuvazi için bulunmaz bursa kumaşı değildir. Egemenlerin,dünkü çıkarları için öne çıkardığı ama bu günkü çıkarları gerektiriyorsa kıçına tekmeyi vurmakta bir an bile düşünmeyeceği biridir. Hem bunu yaparken burjuvazi bir taşla bir kaç kuş vurmayı da bilir.Bunu öylesine "demokrat" nutuklarla yapar ki birileri burjuvazinin bu günkü çıkarlarının sözcüsü durumunda görünen akp için " bu adamlar demokrat galiba" diye düşünmeye başlarlar.Burjuvazi kenan evreni yargılayabilir bile.Eski ve modası geçmiş bir faşist yeni ihtiyaclara uygun faşizm için gözden çıkartılır. Kapitalizm bir sistemdir ve sistemin bütünsel çıkarları için kişilerin hiç önemi yoktur. Ama birileri faşizmden faşizmi yargılamalarını bekler. Yıllar önce özal'ın "anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz" sözlerini anımsatırcasına "burjuva anayasasını delmekten" filan söz eder. Aslında yaptıkları tek şey ; (hani semboller filan deniyor ya) faşizmin sarkık bıyıklarını ve beyaz çoraplarını yeni kreasyona uygun bir biçimde değiştirilmesine yardımcı olmaktır."
Bu yazı (11-09-2010 ) tarihinde bir forum sitesinde yazdığım kısa bir yazıdan bir bölüm.16 ay önce birazda çalakalem yazılmış bir yazı. Söz konusu tarih, anayasa referandumu ve bu konudaki tavırlar üzerine olan tartışmaların yoğun bir biçimde yapıldığı bir dönem. Bilindiği gibi sol içinde ortaya üç ayrı tavır konmuştu. Boykot diyenler ki, bunlar daha çok devrimci yapılardan oluşuyordu. Hayır diyenler, hayır deme gerekçeleri bakımından daha daha melez bir özelliğe sahiptiler.Sosyal demokratlardan
yasal sosyalist partilere kadar uzanan bir yelpaze. Ve liberal anlayışın garabet tavrı olan, partilerinin başındaki "D" ve "S" harfinin "L" olarak okunması gereken DSİP'in başını çektiği ve liberal tayfanın değişik versiyonları tarafından desteklenen, Yetmez ama evet diyen anlayış...
Bir kaç günden beri ankaranın göbeğinde bir adliye binası garip bir thetral gösteriye dönüşmüş durumda. 12 Eylül faşizminin "sembolleri" denilen genarallerin son kalan ikisinin (bazılarının deyimiyle) sembolik bir yargılaması yapılmaya çalışıyor.AKP hükümeti ne kadar "demokrat" ve "cesur" olduğunu gösteriyor olmanın keyfiyle yüzünde pis bir sırıtış ve muhattaplarına yüksekten bakan bir havayla konuşuyor, "hani yargılayamazdık" ve devam ediyor; "hayır dediniz ama şimdi müdahil olmak için kuyruğa girdiniz"... Egemenler memnun. Bu ülkede faşizmin tarihe geçen ve bu güne kadar uzanan en kara sayfaları, yine faşizm tarafından "hukuksal" bir biçimde "sivil otoritenin" güçüyle "radikal demokrat" bir hamleyle boş bir sayfa haline getirilip, tarihin "çözümlenmiş, gereği yerine getirilmiş, geride kalmış" bir dönemi olarak politik sorgulama konusu olmaktan çıkartmak için başarılı hamleler yapmış durumda...
DSİP, EDP ve tüm liberal tayfanın keyfi yerinde.Ruh halleri ve dilleri AKP'lilerle büyük bir benzerlik gösteriyor. Kalemşörleri bu ruh halinin verdiği küstahlıkla taraftar köşelerinden, ( Roni Margulies- Taraf Gazetesi 7 Nisan 2012 ) tırnak içine aldıkları "solcuları" acizlikle suçlarken, kendilerine "Şu anda durum darbe koşullarından daha kötü.Biber gazı yiyip duruyoruz,arkadaşlarımız hapiste,herkes tutuklanıyor.Darbe günlerinden ne farkı var?Çok daha kötü!Siz ikide bir darbeden,Evren'den söz ederek AKP'nin işini yapıyorsunuz,AKP'ye hizmet ediyorsunuz" diyen adamın kafasında huni olmamasına şaşırarak bu delilik karşısında ne kadar akılcı davrandıklarını ortaya koyuyorlar. Bir başka taraftar hemen birkaç köşe öteden sesleniyor. "32 yıl boyunca 12 Eylül’cülerden hesap soramamanın ezikliği içindeydik, şimdi biraz olsun rahatladık, bugünleri de gördük diyebiliyoruz" Bu sözlerin sahibi olan Nabi Yağcı'nın "ezikliğinin" gerçek anlamının bu ülke sosyalist tarihine döneklik olarak geçmiş olmasını biliriz diyerek devam edelim. Adam çoşmuş bir kere ve bizlerin göremediği tarihi bir başarıyı(!?) görmemizi sağlıyor(!) "Bir yanda tarihi bir ilke imza atıyor demokrasiye, halka ihanet eden 12 Eylül darbecilerinin yakasına yapışıp yargı önüne çıkartıyoruz" Breh, breh! Tarihi bir dönem yaşıyormuşuz da haberimiz yokmuş... Bu cephede zırvalamalar bu mihval üzerinden sürüp gidiyor. Bu zırvalamalar karşısında şakınlığımız filan yok. Herkes üstüne düşen görevi ve sınıfsal konumunun gereklerini yerine getiriyor.Bu yüzden bu zırvalıklar üzerine fazlaca bir kelam etmek gibi bir sıkıntımız da yok.
Sıkıntımız başka bir şey.
Ortada garabet bir durum var. Bu garabetin adı "mağdurluk" Sınıfsal, siyasal vb. bütün farklılıkların silindiği ve herkesin 12 Eylül mağduru olarak bir araya geldiği, 12 Eylülün "karıştırıp barıştıramadıklarını" bir araya getirmeyi başaran traji komik bir manzara.
12 Eylül mahkemelerinde " fikrimiz iktidarda biz zindanda" diyenle, o fikre yani faşizme karşı, mücadele içinde yer almış ve bu mücadele nedeniyle yüzlerce yoldaşını kaybetmiş, işkence görmüş, zindan yatmış olanlar, yıllar sonra yine bir mahkeme salonunda ama bu sefer birlikte ve yan yana 12 Eylülden hesap soruyorlar!.. Kurban ve cellat yamakları yan yana... Sanki sözün bittiği yerdeyiz ve nedendir bilmem "küfre dönmek üzere dilimin ucundaki her sözcük"
Faşisti, solcusu, kendine devrimciyim diyeni, gericisi, demokratı vb... Hepsi aynı rezil tiyatro sahnesinin içinde faşizmin kendi kendini yargılamasının "hukuksal" gerekçesi olmuş durumda.
Sıkıntımız faşizmin açık icrasının hızlandırlamasında gerekli olan faşist tezgahların hazırlayıcısı olan, ülkeyi faşist katliamlarla kan gölüne boğan, maraşların, çorumların tezgahlayıcısı sivil faşistlerin o dönemki en azgın temsilcilerinin bu gün "mağdur" kimliği ile bu oyunda rol almaları değil...
Liberalin, gericinin, sosyal demokratın vs.nin orada olmaları da değil. Her biri kendi sınıfsal bakış açılarına göre orada olmakla kendi içlerinde bir tutarlılıkta taşıyorlar.Orada olmalarına şaşırmıyoruz, yadırgamıyoruz.
İnternetten şöyle kısa bir araştırma yapın, hükümet, Meclis, Hak-iş, disk, chp, mhp, bir dizi hiç bir araya gelemez dediğiniz kişi ve kurum bir arada "mağdurlar" olarak bir araya gelmiş durumda.Doğrusu, yaşadığımız dönemin özellikleri nedeniyle bir yere kadar bunu bile anlayabiliyoruz. Sıkıntımız bunlarda değil...
Ama birileri varki, sözleriyle tavırları, dünleriyle bu günleri bir türlü uyuşmayanlar. Yaşananın bir tiyatro olduğunu bilen, bunu yüsek sesle dile getirmekten çekinmeyen, anayasa referandumu sırasında hayır cephesinde yer alan ve bu referandumunda, araya sıkıştırılmış bir kaç "demokratik" maddenin bir yemden öte anlam taşımadığını vb.vb. söyleyenler. Ama bu gün bizzat hissedarlığını egemenlerin yaptığı ve her türlü hissedarın içinde yer aldığı ucuz ve rezil bir oyunun sergilendiği "hisseli harikalar kumpanyasında" sahne dekoru olarak yer almak için koştura koştura magduriyetlerini bildirip, 12 Eylül'le hesaplaşmaya gidenler...
Faşizmle mücadele etmenin 12 Eylüle indirgenemiyeceğini, hele ki bizzat egemenlerin organize ettiği aynı zamanda egemenlerin siyasal temsilcilerinin kendilerini ve uşaklarını müdahil ve mağdur olarak gösterdikleri bir garip oyunda yer almanın doğru olmayacağını bal gibi bilenler.Bildikleri her şeyi unutmayıp, unutmuş gibi yapanlar...
Bu garip orta oyunun çevrildiği sahnenin önünde "faşizme karşı omuz omuza" slagonunu atarken bu slagonun devrimci mücadele tarihinin pratiği içindeki karşılıklarının, dün kızılderedeki, nurhaklardaki, idam sehpalarında,ve zindanlardaki, sokak çatışmalarında, barikatlardaki siper yoldaşlıklarında anlamını unutup, içini boşaltanlar...
Dün söylediklerini bu gün inkar eden. Hatta bunu bile yapmayıp söyledikleri başka yaptıkları başka olan, bundan hiç bir sıkıntı duymayan. Tutarsızlık, ilkesizlik ve pişkinlikteki düşüşte bir türlü sınır tanımayanlar.Kendilerine atfettikleri devrimci, sosyalist kimlikleriyle yer aldıkları bu davada, oynadıkları rol ile oyunu bozmak bir yana, bir çok iyi niyetli unsurunda oyuna gelmesine neden olanlar. Sonradan çıkıpta "oyunu bozmak için buradayız" dedikleri zaman nedense aklımıza oyun içinde oyun sözcükleri düşürüverenler...
Şimdi bu zatı muhteremlere bir çok çevre soruyor. "Dün böyle diyordunuz ama bu gün böyle davranıyorsunuz. Yanıldık filanda demiyor, aynı şeyleri söyleyip farklı şeyler yapıyorsunuz." Bu gün bütün liberal, dönek, tayfa sosyalistlerin aşil topuğu olarak gördükleri bu kesim üzerinden tüm devrimci değerlere vurmak için dudaklarının kenarında yaygan bir gülümsemeyle ince politik manevra yapanlar ideolojik güçlerini bu kesimin pespaye durumlarından beslenerek sağlıyor. "sosyalistlerin" hataları, sosyalizmin bütünsel havuzuna kirletici bir etki olarak yansıyor. Ve bu orta oyununda rol alan çeşitli kesimler içinde, durumun ayrımında olup "bu bir oyun" diyerek oyunda rol kapmaya çalışanlar, en fazla suçlu olanlardır. 104 yaşındaki Berfo ananın adeta ölüme, acısıyla kafa tutarak sürdürdüğü bunca yıllık direncini ve mücadelesini bir curcunanın içinde sıradanlaştıranlar... Ve Berfo ananın acısının, inatının, umutunun nedeni olan, Cemil Kırbayır yoldaşımıza ve nice devrimci yoldaşlarımıza karşı da suçludurlar.
Hani insan bu kesimden hiç olmadı "işi kitapına uydurmak" için bile olsa şöyle biraz kafa yorulmuş, "emek harcanmış" bir şeyler söylemelerini bekliyor. Birşeyler söylüyorlar ama bakın nasıl söylüyorlar. Bir gün yazarlarından Oguzhan Müftü oğlu, söz konusu duruşmadaki müdahillik görevini yerine getirip mağdurluğunu ortaya koyduktan sonra ayağının tozuyla Ankara Siyasal bilgilerde "12Eeylül ve Türkiye gereçeği" başlığı ile bir söyleşi yapıyor. Davayla ilgili söyledikleri öz ve net olarak şu.
“Davanın açıldığı günden bu yana bu davanın 12 Eylül darbesi ile hesaplaşamayacağını açıkça söyledik"
Şimdi şöyle bir sorunumuz var. Bunu diyen adam bu davadan çıkıp gelmiş ve bu konuşmayı yapıyor!... Şimdi bu adama sormazlarmı, "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?" Ve soruyorlar da. Yanıtı ise alta kalın harflerle yazıyoruz....
"Benim müdahil olmama gelince; Biz orada yaşanan tiyatroyu bozmak için mahkemedeydik” (2)
....... Susuyoruz. Bu denli net bir politik yanıtın ikna edici gücü karşısında sözün bittiği yerdeyiz!.. Birileri oyun bozmaya devam etsin ama devrimciler hiç bir zaman böyle bir oyun bozma oyunuda olmadı. Burjuvaziyle aynı araçları kullanarak ve onun alanında ,onun yöntemleriyle oyun oynamaya kalkarsan bir süre sonra onun oyundaşı olur, oyun bozanlığı devrimci güçlere karşı yapmaya başlarsın. Devrimciler ise burjuvazinin oyunlarını devrimci tarzlarıyla bozarlar. Bu garabet duruşmanın ilk adımlarının atıldığı, anayasa referandumu öncesi tartışmaların yapıldığı dönemde yazılmış bir yazımızı ekleyerek sonlayalım.
BU OYUNDA YOKUZ
"Bu yaşıma kadar hiç oy kullanmadım. Kullansam mı kullanmasam mı? diye düşünmedim. Egemenlerin ortaya attığı hiç bir seçenekte kötünün iyisini bulmak için kafa yormadım.( Bazen politikada buna kafa yormak gereken istisnai durumlar olabilir) Bu egemenler arasındaki çelişkilere, farklılıklara, çatışmalara kayıtsız kalındığı anlamına gelmez.Tam tersine bunlara kayıtsız kalarak devrimci politika üretilmez ama o çelişkili güçlerden birine yedeklenerek de devrimci politika yürütülmez. Devrimci politika bu çelişki ve çatışmalardan faydalanarak düzenin teşhiri için gerekli taktikleri ve ajitasyon- propaganda yöntemlerini kullanarak egemenlerin "tekerine çomak sokabilmektir"
Sandığa gidip oy kullanmakmı? devrimci aklıma hiç gelmedi. Bu aklıma gelmeyince evet- hayır üzerinede kendi adıma, pek kafa yormama gerek kalmadı. Sandığa gitmeyeceğim, oy kullanmayacağım dolayısıyla evet-hayır gibi bir derdim yok. Eee, ne mi yapacağım ya da yapıyorum? Çalıştığım iş yerindeki işçilere, mahallemdeki insanlara kısaca ulaşabildiğim herkese egemenlerin kurduğu tezgahın nasıl bir şey olduğunu, hazırlanmasında kendilerinin hiç bir rolü olmadığı ve onların hiç bir çıkarını hukuklaştırmayan, burjuva hukuğunu burjuvazinin iktisadi çıkarlarına göre yeniden düzenleyen bir ana yasaya evet ya da hayır demelerinin emekçi halk kesimine açılmış bir üç kağıt olduğunu anlatmaya çalışıyor(uz)um. Onlara "bırakın ana yasayı baba yasayı, emekçilerin zaten sınırlı olan bütün haklarının, çoğu zaman yasalara bile gerek duymadan kararnamelerle nasıl yok edildiğini, kıdem tazminatlarından emekli maaşlarına kadar onlarca konudan oluşan yasal değişiklerin meclisten geçirilmek için beklediğin anlatıyorum.Tüm emekçi halkın çıkarlarını, haklarını hukuklaştıran gerçek bir anayasanın nasıl olması ve bunun olması içinde neler yapılması gerektiğini anlatıyorum.Hani anlattıklarım bir çoğunun kafasına yatmıyor olabilir, elimde sihirli bir değnek yok kitle bir anda düzenin seceneklerinden vazgeçip devrimcileşmiyor.Ama kafaları karışıyor, "galiba bu işte bir çapanoğlu var" diye ikriciklenmeye başlıyorlar.Ha biz anayasadan giriyoruz da bu ara kendi durumları ve karşı tarafın (sermayenin) yaptığı bir sürü dalavereyide onlara anlatma imkanı buluyoruz.Bazıları kendilerini yıkıma sürükleyen bir sürü değişikliğin hiçte anayasa gibi yaygarası koparılmadan el çabukluğu ile gerçekleştiriverildiğini ilk defa öğrenmenin şaşkınlığını yaşıyorlar. Örneğin; genç işçilerin siğortalarını devletin beş yıl boyunca ödemesini sağlayan düzenlemeyi ve sonuclarının ne olduğunu bir çok işçinin bilmediğini gördüm.Ama bir çoğunun da bunun bir çok eski dolayısıyla ücretleri daha iyi olan orta yaşlı işçiyi kapı önüne koyup, hem daha ucuz hemde daha fazla artı değer sağlayacak genç işçilerin işe alınarak sermayenin nasıl bir taşla birkaç kuş vurduğunu anlayıverdiklerini de gördüm.Bunu anladıkları anda ağızlarından çıkan sözler pek kibar olmuyordu.
Sandığa gitmiyorum, zaten hiç gitmedim. Evet- Hayır yıllar önce seyrettiğim bir tv programını hatırlatıyor.Burjuvazinin "benimle oynarmısın"ına "ben bu oyunda yokum ama senin oyununu bozmak içinde kendi çatışmalarınızdan kaynaklanan bu çatlağa elimdeki siyasal teşhir, ajitasyon, propaganda silahlarıyla yüklenerek figuran değil "oyun bozan" olacağım diyorum.
"Senin kendi çıkar çatışmalarına ve ihtiyaclarına bağlı olarak yaratılan bu gündemin, senin düzenbazlığının teşhirine dönüşen bir gündeme dönüşmesi için elimden geleni yapacağım diyorum.
Sandığa gidip gitmemekmi?..
Kırk satırmı Kırk katırmı?...
iyi kapitalist kötü kapitalist mi?...
Laiklik mi şeriat mı?..
Askerlermi, "siviller" mi?
cumhuriyetin kazanımlarını korumakmı?...
Yetmez ama, hiç yoktan iyidir mi?...
" sağım solum sobe saklanmayan ebe"
c
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder