Bugüne kadar yapılan “en önemli, en özel” seçimlerden biri daha geride kaldı. Seçim öncesi kesin bir zafer havası içinde olan burjuva muhalefet, ona eklemlenmiş olan küçük burjuva reformist sol ve peşlerinden sürükledikleri kitle müthiş bir hayal kırıklığı ve karamsarlık içinde. Burjuva muhalefet ve reformist solun kurmayları, politik kıvraklıklarıyla durumu çok da kötü değilmiş gibi göstermeye çalışsa da, peşlerinden sürükledikleri kitle tam bir umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaşamaktadır. Küçük burjuvazi ve işçi emekçi kesimlerin ana bileşenlerini oluşturduğu homojen olmayan bu seçmen kitlesinin, ekonomik kriz ve hayat pahalılığı ortak dertleri olmasına rağmen, sınıfsal konumlarına bağlı olarak, yaşadıkları sıkıntı ve kaygılar birbirinden çok farklıdır. Küçük burjuvazi ekonomik krizle birlikte konfor alanlarında daralmalar yaşar, var olan küçük mülkiyet dünyasını kaybedip proleterleşmek korkarken, işçi sınıfının korkusu; açlık, işsizlik, emek yoğun sömürü koşullarının ağırlaşmasıdır. Seçim zaferine kesin gözüyle bakan, ülkeye “baharlar geleceğine” ve bu baharlar içinde güzel günler göreceğine inanmış ve kendini buna hazırlamış olan küçük burjuvazinin seçim yenilgisi karşısında yaptığı ilk iş, bu yenilginin sorumluluğunu kendi üstünden atmak olmuştur. Onun anlattıklarını bir türlü anlamayan, olaylara bir türlü “laik, demokratik, özgürlükçü, çağdaş, bilimsel vs. vs.” bakamayan cahil ve eğitimsiz Anadolu halkı bu sonucu hak etmiştir, gerisi artık onun sorunudur, hak ettiği cezayı çekmelidir.
Küçük burjuvazi, “ülkenin cahil kalabalığının bunu hak ettiği, bu halk için bir şey yapmaya değmediği” tespitleriyle, emekçi halka “ çağdaş, modern ve kültürlü bir yaşamı” öğrettiği akıl hocalığından şimdilik istifa ederek, kendi sınıfsal dertlerine çekilip, ardından kapitalizm içinde yeniden konforuna kavuşacağı kişisel çıkarları için kafa yormaya başlamıştır bile. Yurt dışına çıkabilmek, “aklını kullanarak” pragmatik ilişkilerle sistem içinde küçük kırıntılar kapmak, elindeki küçük mülkiyetini kaybetmeden koruyabilmek ve mümkünse biraz kazanç elde etmek gibi konular üzerine ürettiği sayısız projelerle meşguldür. be çare ki bir süre sonra bütün projeleri iflas edecek, üç aşağı beş yukarı yeniden aynı yere gelecektir. Ne yaparsa yapsın, mevcut sistem içinde bir türlü “küçük” sıfatından kurtulamayıp, sistem içinde elde ettiği küçük ayrıcalıkları her an kaybetme korkusuyla yaşamaya devam edecektir. Bu ülkenin Küçük burjuvazisinin geniş bir kesimi için “mevcut sistem” tanımı, kapitalizm anlamına değil, gelişmemiş, geri kapitalizm anlamına gelir. Bu yüzden en büyük hayali, ekonomik olarak gelişmiş bir kapitalizmin medeni ve uygar toplumsal koşullarında yaşamaktır. İyi bir batı kapitalizmi hayranıdır. Fırsat buldukça batı kapitalizminin ekonomik ve sosyal gelişmişliğini överken, yaşadığı ülkenin geri kalmışlığına, görgüsüzlüğüne cahilliğine söver. Hayalindeki ülkelerden birine kapağı atamadığı ve kendi yaşadığı ülkede böyle bir kapitalizmin olabileceğinden umudu kestiği dönemlerde, önce belli bir süre bunalıma girip, siyasal ve toplumsal olarak her şeye boş vermiş bir görüntü çizer. Bunalım ve umutsuzluğunun en dibe vurduğu anda bir bakmışsınız keskin bir solcu, öfkeli bir isyankar olarak karşımıza çıkıverir. Ama onun ökesi de isyanı da kendine özgüdür. Saman alevi gibi yanar ve söner. Siz isyanın yeni başladığını düşünürken o, çoktan kendi korunaklı alanlarına çekilmiş, isyanın başarısı ve başarısızlıklarını tahlilini yapmaya başlamıştır ve bunu kendi sınıfsal konumuna uygun, toplumsal projelere kanalize etmenin yollarını aramaya başlamıştır bile. Eğer küçük burjuvazi ile bir iş yapıyorsanız ister barışçıl, ister savaşçı bir alanda olsun, onu kollamayı ve kendinizi korumayı unutmayacaksınız. Proletaryanın ideolojik ve örgütsel olarak geri olduğu dönemler, küçük burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki ideolojik hegomonyasını çok daha kolay kurup, işçi sınıfı saflarında temizlenmesi uzun yılları ve çetin mücadeleleri gerektiren derin bir kirlilik yarattığı dönemlerdir. Böyle dönemlerde devrimcilerin görevi, zorunlu kalmadıkça küçük burjuvaziyle işbirliğine girmemek, zorunlu birliklerde ise ilkelerden en ufak bir taviz vermemek ve bütün gücünü proletaryanın bağımsız örgütlenmesinin oluşturulmasına harcamak olmalıdır.
Düzeni değiştirebilmek için, bir an yanıp sönen saman alevi gibi bir isyan ateşi yetmez. Karşı devrimin saldırıları karşısında, o ateşi canlı tutabilmek gerekir. Faşizmin seni darmadağın ettiği anlarda elindeki son kor parçasını, son kıvılcımı koruyabilmek için kaç defa yandığının, kaç defa kendi küllerinden yeniden doğduğunun hesabının tutulamadığı/tutulamayacağı uzun süreli bir yangındır devrim. Küçük burjuvazi sınıfsal karakteri nedeniyle böyle uzun vadeli ve zorlu fedakarlıklar isteyen mücadelelere gelemez. O, bu dünyaya yaşamak için gelmiştir, istediği her şeyi “hemen şimdi” ister. Dünyayı yaşanır kılmak için, kendi yaşamını ortaya koymak ne kadar saçma bir anlayıştır. Bunlar küçük burjuvanın anlayacağı şeyler değildir. “soyut bir gelecek için somut bugünden vazgeçemez.“ onun için önemli olan günü yaşamak, günü kurtarmaktır. Geleceği de gelecektekiler düşünsün. Hele ki Faşizmin baskıları artıp içlerinde hareket edebilecekleri düşük riskli alanlar daralmaya başlayınca, isyan ateşleri ve keskin söylemleri hızla sönümlenmeye başlar. Baskılar çok fazla artmışa bir süre pek ortalıkta görünmezler. Sonra yavaş yavaş reel duruma uygun, reel politik projelerle ortalıkta görünmeye başlarlar. Bir önceki aşamadaki o isyankar ve ateşli dilin yerini, yumuşak ve makul dil alır. Artık her türlü şiddete karşı olan, günün gerçeklerine uygun politikalar ve buna uygun bir dil oluştururlar. “Barış, çoğulculuk, demokrasi, eşitlik, kardeşlik, kişisel yaşam hakları” gibi kavramlar öne çıkar. “Sosyalizm, devrim, sınıf çatışması” gibi kavramlar, “reel duruma” denk düşmeyen, güncelliğini yitirmiş konular olarak terk edilir. Düzen içi mücadele araçları öne çıkartılmaya, “somut duruma uygun” olarak sınıfsal ittifaklar kurulmaya başlanır. Öyle ki gerici yandaş sermaye karşısında Koç, Eczacıbaşı gibi sermaye kesimlerine bile adeta pozitif ayrımcılık yapılır. Düzen içi mücadele denilince ilk akla gelen araçlardan bir seçimler olur. Yerelinden geneline tüm seçimler üzerine hesaplar yapılmaya, ittifaklar kurulmaya, ittifak pazarlıkları kızışmaya başlar. Seçim bir taktik olmaktan çıkıp strateji, araç olmaktan çıkıp amaç haline gelir. Böyle büyük bir amaç stratejik olarak yenilgiye uğrayınca doğal olarak bozgun da büyük olur ve her şey yeniden başa döner.
"Dar kapsamlı seçim çekişmeleri; şurada burada seçimi kazananların başarıları; iki milletvekili, bir senatör, dört belediye başkanı, halkın üzerine ateş açılarak dağıtılan büyük çapta bir gösteri; bir öncekine göre bir iki oy farkıyla kaybedilen yeni bir seçim; kazanılan bir grev, kaybedilen on grev; bir adım ileri, on adım geri; belli bir kesimde zafer, bir diğerinde on kez bozgun... Sonra birdenbire oyunun kuralları değişir, herşeye yeniden başlamak gerekir. “ ( Ernesto Che Guevera – Latin Amerika Devriminin Taktik ve Stratejisi)
Küçük burjuvazinin sınıfsal karakterine denk düşen bu mücadele anlayışı, kapitalizm var olduğu sürece şu veya bu biçimde varlığını sürdürecektir. Çünkü kapitalizm var olduğu sürece küçük burjuvazi de şu veya bu biçimde varlığını sürdürmeye devam edecektir. Küçük burjuva İdeolojisinin en önemli özelliklerinden biri de, kendi niceliğini aşarak, örgütsüz proletarya da dahil olmak üzere, değişik halk kesimlerine doğru yayılan hastalıklı bir bulaşıcılığa sahip olmasıdır. Bu yüzden üretim süreci içindeki konumları küçük burjuva olmasa da, küçük burjuva gibi düşünen ve yaşayan halk kesimlerinin de hızla artığını görürüz.
Yukarıda, “kapitalizm var olduğu sürece küçük burjuvazi de şu veya bu biçimde varlığını sürdürmeye devam edecektir.” dedik ve ekleyelim: Kapitalizm var oldukça varlığını sürdürecek ve yaşamın bütün tarihsel gelişimini belirleyecek olan temel dinamik ise sınıflar mücadelelisidir. Bu mücadelenin iki ana sınıfı proletarya ve burjuvazidir. Küçük burjuvazi bu iki sınıfın arasına sıkışmış bir ara sınıf olarak kabul edilir. Üretim sürecindeki yerinden kaynaklı bu ara durum, onun bütün toplumsal ilişkilerine, ideolojik, politik tüm özelliklerine tutarsızlık ve güvenilmezlik olarak yansır. Ne zaman ne yapacağı, her hangi bir mücadele de ne kadar yol yürüyeceği, ne zaman yanındakileri yarı yolda bırakacağı belli olmaz. Ama vardır ve varlığı ile sınıf mücadelesini etkiler. Kimi zaman bu etki olumlu veya olumsuz anlamda oldukça önemli olur. Kapitalizmin kendi iç dinamiği ile geliştiği ülkelerde daha homojen bir yapıya sahip olmalarına rağmen, bizim gibi geri bıraktırılmış, yeni sömürge ülkelerde daha parçalı ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Kapitalizmin kendi iç dinamiği ile gelişmediği, demokratik sorunlarının çözümlerinin de proletaryanın omuzlarına yüklendiği bu ülkelerde demokrasi sorunu bir devrim sorunudur ve bu sürecinin değişik aşamalarında proletarya küçük burjuvazi ile sık sık yan yana gelmek ittifaklar ve birlikler kurmak zorunda kalacaktır. Ama bu bir araya gelişler kesinlikle proletaryanın ideolojik hegomonyası ve önderliği altında olmak zorundadır. “Öyleyse, sosyal-demokrasinin ayrı, bağımsız ve tamamen bir sınıf partisinin mutlak zorunluluğu da, her türlü kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, burjuvaziyle birlikte "ortak bir darbe vurma" taktiklerimizin geçici niteliği ve "bir düşmanı" kollar gibi "müttefikimizi de" sıkı bir biçimde kollama görevi de her türlü kuşkunun ötesindedir ..“ ((Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s. 75).