30 Ekim 2012 Salı

MARKSİST YÖNTEM ÜZERİNE\ Bora Kara

Daha önce 4 bölüm olarak yazdığım Marksizm ve teori pratik ilişkisi adlı çalışmama kendi programım içinde marksizm de yöntem sorununu amaçlayarak başlamıştım. Bu amaca bağlı olarakta konun son yazısını;

"Yöntemi vurgulu yazdık çünkü bu karmaşanın içinden ancak doğru bir yöntemle çıkılabilir. Bu ise Marksizm’in bütün gücünü, ruhunu oluşturan yanıdır. Adı ise herkesin ezbere bildiği ama nasıl uygulanacağı konusunda yeterli bilincin olmadığını düşündüğümüz diyalektik materyalizmdir. Birçokları tarafından birkaç ilkesinin ezberlenip, daha sonra “yüksek teori” yapmak için bir kenara bırakılan şey. Doğru bir yönteme sahip olmayanlar ise, nereye varacaklarını, nasıl varacaklarını, ne arayacaklarını, nasıl bulacaklarını bilemezler. Yöntemsizlik beraberinde bir süre sonra eylemsizliği getirir. Teori denen şey gitgide pratikten kopuk, kendi kısır döngüsü içinde dönüp duran gerçeküstü bir kurguyla dönmeye başlar. Kurgudan bir türlü pratiğe geçilemez. Ve böyle bir eksiklikle (yöntemsizlikle) ele alınan Marksizm aslında artık Marksizm değildir.
Canlılığını, ruhunu yitirmiştir. Bütün bunlardan ötürü,eylemimizi kılavuzsuz bırakmamak, teori ile pratik arasındaki bağı diğer bir deyimle yaşamla teori arasındaki bağı yeniden kurabilmek için yöntem konusuna ciddi bir biçimde eğilmemiz gerekiyor" Marksizm ve teori pratik ilişkisi (4)

diye bitirmiştik. Marksizmde yöntem sorunu üzerine kafa yorarken ML temel kaynaklar dışında yakın zamanlı ürünler içinde etkilendiğim yazarlardan biride Bertell Ollman oldu. Bundan ötürü konuya Ollman'in "Diyalektiğin Dansı" adlı eserinin girişinden bir bölümle başlamayı uygun buldum. 

"M A R K S İ Z M ,   İ K İ   Ş E H R İ N   H İ K Â Y E S İ
1
Karl Marx ve Friedrich Engelsin fikirlerinin bütünü olarak anlaşılan Marksizm, aslında bize iki şehrin hikayesini anlatır.  Birinci şehirde özgürlüğün barındığı düşünülür ama durum hiç de öyle değildir. İkinci şehir ise gerçekten deözgürlüklerin cömertçe sunulduğu bir yerdir ama bu şehrin nerede olduğunu ve oraya nasıl ulaşılacağını pek az insan bilir.

Birinci şehre “kapitalizm” ismi verilmiştir. Pek çok insanın içerisindeki kurumları özgürlüğün cisimleşmiş halleri
olarak gördükleri bu şehirde aslında özgürlük namına hiçbir şey yoktur. Burada her şeyin bir bedeli vardır ve bu bedel çoğunlukla bunlara muhtaç kimselerin ödeyebileceğinden çok daha fazladır. Bu şehrin sakinlerinin pek çoğu için "özgürlük" bir türlü erişemedikleri nesnelere erişebilmek için birbirleriyle rekabet etme serbestisine  sahip olmaktır.O kadar "özgürdürler" ki, kimse onları bu nesneleri elde etmek için rekabet etmekten ve bir gün kendilerinin ( veya çocuklarının) bunları elde etmeyi başaracağını ummaktan alıkoyamaz.


Öyküsü anlatılan diğer şehre ise “komünizm” ismi verilmiştir. Bu şehrin sakinleri, insan olmaktan gelen
potansiyellerini barış ve kardeşlik içinde geliştirme özgürlüğünün tadını çıkarırlar. Onların özgürlüğü, kapitalizmde olduğu gibi sahip olamayacakları şeyleri arzu etme özgürlüğü değil,gerçekten istedikleri şeyi yapma ve istedikleri gibi olma özgürlüğüdür.Bu şehri haritada bulamazsınız, çünkü bugüne kadar hep birinci şehrin karaltısı altında kalmıştır.Aslında bu şehir, birinci şehrin yıkıntılarının üzerinden yükselebilecek olan şehirdir. Birinci şehirbarındırdığı koşullar ve olanaklarla aslında ikinci şehre gebedir.

İkinci şehrin temelleri ancak ve ancak birincişehirde yaşayan insanların kendi hükümdarlarını alaşağı etmesi ve bununla birlikte şehirdeki hayatı düzenleyen kuralları da ortadan kaldırmasıyla atılabilecektir. Birinci şehrin hükümdarları kapitalistler, yani üretim, bölüşüm  ve mübadele araçlarının mülkiyetine ve kontrolüne sahip olanlardır.Bunlar, şehri temel olarak kâr maksimizasyonu ilkesine dayanarak yönetirler. Ancak mikrofonlarla sesinizi duyurabileceğiniz bu şehirde kapitalistler, mikrofonlar  üzerindeki iktidarlarını kullanıp “komünizm” denilen şeyin birkaç azgelişmiş ülkede denenip başarısız olduğuteranesini tekrarlayıp durarak komünizmi sıkı sıkı saklanan bir sır haline getirmeyi başarmışlardır. Amaç "ikinci şehrin"  aslında özgürlüğün gerçek mekânı olduğu gerçeğini kimsenin öğrenmemesini sağlamaktır.

Şüphesiz, Marksizmde bu iki şehrin hikâyesine sığmayan daha pek çok şey vardır. Fakat bu hikâye, Marxın
temel araştırma konusunun bütünleşik doğasını vurgulamaya yardımcı olması açısından önemli. Marxın incelediği konu ne tek başına kapitalizm, ne tek başına komünizm ne de tek başına tarihtir,Marx'ın temel meselesi tüm bunlar arasındaki içsel çelişkilerdir. Marx, komünizmin henüz gerçekleşmemiş bir potansiyel olarak kapitalizm içinde nasıl bir evrime uğradığını araştırır;  bu  evrimin kapitalizmin en erken zamanlarından hâlâ önümüzde duran geleceğe uzanan tarihine odaklanır.


 Marxın tam olarak neyi incelemek istediğini idrak edememiş Marksizme yakın veya uzak
pek çok yazar, onun düşünsel birikiminin nasıl niteleneceğini belirlemekte epey zorlanır. Örneğin, bazı yazarlar 
Marxın kapitalizmin nasıl işlediğine dair betimlemelerine ve açıklamalarına bakarak, Marksizmi bir bilim olarak düşünürler.Kapitalizm içerisindeki aksaklıkları sergileyişine bakanlar içinse Marksizm, özünde bir kapitalizm eleştirisidir. Kapitalizm içindeki komünizm potansiyelini vurgulamasına ve gelecekteki komünist toplumun neye benzeyeceğini genel hatlarıyla ortaya sermesine bakarak Marx'ı düşbaz  (visionary) diye niteleyenler de olmuştur. Ve Marx'ın bizi içinde bulunduğumuz noktadan daha ileriye taşıyabilecek bir siyasi stratejinin savunucusu olmasına ve Leninin “Ne Yapmalı?” sorusunu daima bilincinin bir yerlerinde gizli gizli taşımasına bakanlarsa, Marksizmi devrimin nasıl yapılacağının öğretisi olarak görmek istemişlerdir.
Marksizme yakıştırılan bilim, eleştiri, tasarım (vision) ve devrim stratejisi gibi nitelemeler genellikle
birbirlerinden tamamen ayrı şeyler gibi düşünülmüştür. Marksizmin bazı yorumcuları bunların bir veya ikisini
vurgularken diğer nitelikleri dışarıda bırakır, onları önemsiz görür. Bu yorumcular arasından tüm bu nitelemelerin mantıksal olarak birbirleriyle bağdaşmayacağını söyleyenler ve tüm bunların bir aradalığını vesile sayarak Marx'ı tutarsızlıkla itham edenler bile çıkmıştır. Ne var ki, Marxın yazılarında bu saydığım dört niteliğin hepsinin de çok önemli olduğunu gösteren öğeler son derece açık ve çarpıcıdır. Üstelik bu boyutlar birbirlerine o kadar bağlıdır ve öylesine iç içe geçmişlerdir ki, birini diğerinden tamamen ayırmak son derece zordur. Bu yüzden de Marksizmi bu dört niteliğin, - bilimin,eleştirinin, devrim reçetesinin- alışılmamış ve belkide biricik kombinasyonu ve böylelikle Marx'ın kendisini de her bir diğerini besleyen,büyüten dört niteliğin sahibi; yani aynı anda bir bilim insanı, bir muhalif, bir düşbaz, bir devrimci olarak düşünmekte bir sakınca görmüyorum.
“Bu nasıl mümkün olabilir?” Bu durum elbette böyle bir sorunun yanıtlanmasını gerektiriyor. Birbirilerinden
tamamen ayrıymış gibi gözüken bu dört özellik nasıl harmanlanmıştır? Benim iddia ettiğim şekliyle Marxın aynı zamanda hem bilimsel, hem eleştirel, hem düşsel hem de devrimci teoriler inşa etmesini mümkün kılan şey nedir? İki şehrin hikâyesine geri dönersek, diğer bir deyişle, Marxın kapitalizmin içinde komünizmi keşfetmesini mümkün kılan şey nedir ve Marxın düşüncesi nasıl hem kapitalizmin bir eleştirisi hem de onu ortadan kaldırmanın bir
reçetesi olabilir? Her bilimin temelinde birtakım ilişkileri, özellikle de ilk bakışta çok net olmayan ilişkileri açığa çıkarmak yatar ve Marxın kapitalizm üzerine çalışmalarında yaptığı şey de varolanın ne olduğu, neolabileceği, neolmaması gerektiği ve onun hakkında ne yapılabileceği arasındaki ilk bakışta net olmayan ilişkileri açığa çıkarmaktır. Tüm bu ilişkiler mevcut olmasaydı elbette Marx bunlardan söz edemezdi; fakat kapitalizm üzerine çalışan çoğu düşünür sadece görüntülerle (ki bu görüntüler hatalı bir şekilde olgular olarak nitelenir) ilgilenirken Marxın tüm bu gizil ilişkilere vakıf olmasını sağlayan şey onun diyalektik yöntemidir. Diğer pek çok düşünür zihindeki parça parça algıları birbirinden ayırmaya razı olurken, Marxın tüm bunları birbirine sıkı sıkı bağlamasınısadece olanaklı değil aynı zamanda zorunlu da kılan şey diyalektiktir ve özellikle de Marxın diyalektiğidir


2
Diyalektik, insanoğlu bu gezegende ilk ortaya çıktığından beri çeşitli biçimleriyle varolagelmiştir; çünkü
insanoğlunun yaşamı her zaman önemli değişim ve etkileşim öğeleri barındırır. Keza çevre, bir bütün olarak
alındığında, içinde olup bitenler üstünde her zaman kaçınılmaz bir sınırlayıcılığa ve belirleyicili ğe sahipolmuştur ve“bugün” dediğimiz an veya zaman dilimi “dün” var olanın içinden, onun olasılık ve olanaklarını da içerecek; aynı şekilde “yarın” olacakları ve olabilecekleri de belirleyecek şekilde, ortaya çıkmıştır. İnsanlar da bu durumun yaşamlarındaki olumlu etkilerini artırmak, zararlı etkilerini de en aza indirmek amacıyla yaşadıkları dünyada neler olup bittiğine ve özellikle de değişimin ve etkileşimin sürekliliğine, herhangi bir sistemin bileşenleri üzerindeki etkisine (bir sistem olarak ve aynı  zamanda bir sistemin parçası olarak kendimiz de buna dahildir) ve geçmişin,bugünün ve geleceğin iç içe geçmiş doğasına vakıf olmalarını sağlayacak birtakım kavramlar ve düşünme biçimleri üretmeye çalışmışlardır. (Bunu da bu gerçekliği anladıkları ve elitler buna izin verdiği kadarıyla gerçekleştirmeyeçalışmışlardır.) İnsanoğlunun bu çabası bize, hâlâ tam olarak keşfedilmeyi bekleyen oldukça zengin ve çok varyantlı bir diyalektik düşünce geleneği bırakmıştır.
Marx kendi diyalektik anlayışını, Epikuros, Aristoteles, Spinoza, Leibniz ve özellikle de Hegel gibi felsefe
alanındaki büyük isimlerin düşüncelerinden ve aynı zamanda yaşadığı dönemde daha yeni olgunluğuna erişebilmiş kapitalizme ilişkin bizzat kendi gözlem ve deneyimlerinden devşirmiştir. Bu noktada kapitalizmin onu kendinden önceki sınıflı toplumlardan ayıran temel özelliklerini vurgulamak önemli olacak. Kapitalizm, bütün genel (ve gittikçede en özel) yaşam faaliyetlerini değer yasasının ve bu yasanın beraberinde getirdiği paranın gücü ilkesinin hâkim olduğu tekil bir organik sistem altında birleştirmesi ve aynı zamanda bu “muazzam” başarısını gizlemeye veya yadsımaya çalışması ölçüsünde kendinden önceki sınıflı toplumlardan ayrılır. Kapitalizmde varoluşun parçalanmışlığı ve buna mukabil toplumsallaşmanın tek yönlü ve parçalı yapısı ona tabi olan insanları daha çok hayatlarına dahil olan bir kişi, bir yer, bir iş gibi özel hususlara odaklanmaya yönelterek onların bu tikelliklerin birbirleriyle ilişki içinde nasıl varolduklarını görmelerini engellemiş ve böylelikle de aslında bu ilişkilerden doğansınıf, sınıf mücadelesi, yabancılaşma vb. gibi herkesi bağlayan sabitleri göz ardı etmelerine neden olmuştur. Şu son dönemlerde de sosyal bilimler, insana dair bütüncül bilgiyi parçalarına ayırıp bunları birbirlerinden yalıtık uzmanlıkalanlarına, her birisi kendine has bir dile sahip disiplinlerin dar alanına sıkıştırmak ve üzerlerinde istatistikselmanipülasyon yapmanın mümkün olduğu yaşamın bu küçük alanlarına odaklanmak suretiyle bu eğilimi daha da pekiştirmiştir. Tüm bu süreçte de eşi görülmemiş bir düzeyde tüm insanlığı kuşatmasına ve insanlık üzerindeki etkisini gittikçe artırmasına rağmen kapitalizm gözden ırak tutulmuş, görünmez kılınmıştır.

Şu acı gerçeği gözden kaçırmış değilim: Marxın kapitalizm analizini reddedenler onun kapitalizm hakkındaki
fikirlerine katılmadıklarını beyan etmekle yetiniyor değiller. Böyle olsaydı siyasal tartışmalarımız göreli olarak
kolaylaşır ve sadeleşirdi. Bunlar daha ziyade Marxın bahsettiği kapitalizmin varlığını yok sayıyorlar. Bu durum bana  Harvey isimli filmi hatırlatıyor. Orada da James Stewart yalnızca kendisinin görebildiği altı santimetre boyundaki beyaz tavşan Harvey ile muhabbet ederdi. Stewartın dışındaki herkes Harveyin bulunduğu odada boş bir sandalyeden başka bir şey göremezdi. Aynı şekilde Marx ve Marksistler ne zaman kapitalizmden bahsetseler, onlar dışındakiler sanki böyle bir şeyden bahsedilmemiş, böyle bir şey yokmuş gibi tepki gösteriyorlar. Tamam, kapitalizm belki görünmez bir tavşan olmayabilir; fakat aynı zamanda öyle bir bakışta gözümüze çarpacak bir şey de değildir.
Bırakın nasıl bir şey olduğunun anlaşılmasını, kapitalizmin fark edilmesi için bile dikkatlerin, öğeleri her zaman
apaçık ortada olmayan belirli ilişkilere yöneltilmesi gerekiyor. Kapitalizme tabi olanlar ortada bütüncül bir sistemin,yani kapitalizmin varolduğunun farkında bile değillerse o zaman yapılması gereken şey, kapitalizmin nasıl işlediğini açıklama çabasını kapitalizmi teşhir etme, en basit anlamıyla onun varolduğunu gösterme ve onun ne tür bir kendilik olduğunu gözler önüne serme çabasıyla birleştirmektir. Bu bakımdan  -her ne kadar bu ilke Marksist literatürdeçoğunlukla gözden kaçırılmışsa da- bir olguyu ifşa etmenin en az açıklamak kadar önemli olduğunu, bir şeyi ifşa etmeksizin açıklamaya çalışmanın nafile bir çaba olacağını söyleyebiliriz.

Diyalektik, bize kapitalizmin işleyişindeki temel örüntüleri  (patterns) oluşturan karşılıklı bağlantılara
odaklanmanın araçlarını sunup bir bütün olarak kapitalizmi “görüş” alanımıza sokmuş ve kapitalizmi, yapıların
yapısı olarak, kendi başına açıklanması gereken bir gerçeklik haline getirmiştir. Fakat, her biri diğeriyle karşılıklı
ilişki içerisindeki süreçlerden oluşan bir dünyada, şeyler arasındaki karşılıklı bağlantılar, özlerinde, kendilerini
önceleyen koşullarla, gelecekte ortaya çıkabilecek olasılık ve olanaklarla; aynı zamanda verili anda kendilerini 
etkileyebilecek ve kendilerinin de etkileyebileceği faktörlerle bağlarını taşırlar. Sonuç olarak, kapitalizmde herkesin yaşamını etkileyen ve açıklanmaya muhtaç örüntülerin bu yapısı, Marxın analizini daha önce ayrı şeyler gibi düşünülen eleştiriyi, düşü ve devrimi birlikte düşünecek şekilde açmayı gerektirmektedir. (Marxın anlattığı “iki şehrin hikâyesinde” açıkça ortaya serilen ilişkilerin üzerinde daha önce varolan örtüyü bir kez daha hatırlayalım.) İlk bakışta kafa karıştırıcı gözüken “çelişki”, “ soyutlama”, “bütünlük” ve “başkalaşım” gibi diyalektik kategorilerin oluşturduğu donanım bahsettiğimiz karşılıklı bağlantılar üzerinde düşünmeyi ve onlarla hemhal olmayı kolaylaştırarak statik, parçasal, tek yönlü ve (zamansal açıdan) tek boyutlu anlayışlardan kaçınmamızı sağlar.Marxın bütün teorilerine biçim veren şey, onun diyalektik çerçevesi ve bu çerçeveden türeyen kategorilerdir. Bu bakımdan diyalektiği kavramaksızın bu teorileri düzgün bir şekilde anlamak, değerlendirmek ve işletmek imkansızdır.

Bertell Ollman  - Diyalektiğin Dansı- Giriş






.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder