19 Kasım 2015 Perşembe

Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı

MERKEZ KOMİTESİNDEN BİRLİĞE


      Kardeşler! 

      1848-49 arasındaki iki devrimci yıl içerisinde Birlik, kendisini iki biçimde tanıtlamıştır: birincisi, üyeleri, her yerde, hareketlere enerjik bir biçimde katılmışlar, basında, barikatlarda ve savaş alanlarında biricik kararlı devrimci sınıfın, proletaryanın, ön saflarında yer almışlardır. Ayrıca Birlik, kendisini,Komünist Manifesto 'da, kongre genelgelerinde, ve 1847 tarihli Merkez Komitesi genelgesinde hareket konusunda ortaya konan görüşün biricik doğru görüş olduğunun ortaya çıkmış olmasıyla, bu belgelerde ifade edilen beklentilerin tamamıyla gerçekleşmiş olmalarıyla, ve Birliğin bir zamanlar ancak gizlilik içerisinde yaydığı bugünkü toplumsal koşullara ilişkin görüşlerin herkesin dilinde bulunması ve pazar yerlerinde açıkça öğütleniyor olmasıyla da tanıtlamıştır. Ne var ki, Birliğin eski sağlam örgütü,  bu arada oldukça gevşedi. Devrimci harekete doğrudan katılmış üyelerin büyük bir kısmı, gizli dernekler çağının geçmiş olduğuna ve ancak açık eylemlerin yeterli olduğuna inanıyorlardı. Tek tek hücreler ve topluluklar, Merkez Komitesi ile olan bağlarının gevşemesine ve giderek tamamen askıya alınmasına gözyumdular. Bunun sonucu olarak, demokratik partinin, küçük-burjuvazinin partisinin, Almanya'da giderek daha çok örgütleniyor olmasına karşılık, işçi partisi biricik sağlam dayanak noktasını yitirdi, ancak yerel amaçlarla ayrı ayrı yörelerde örgütlü kalabildi ve genel hareket, böylece, tamamıyla küçük-burjuva demokratlarının egemenliği ve önderliği altına girdi. Bu duruma bir son verilmeli, işçilerin bağımsızlığı tekrar sağlanmalıdır. Merkez Komitesi bu zorunluluğu farketmiş ve, böylece, daha 1848-49 kışında, Birliğin yeniden örgütlendirilmesi için Almanya'ya bir özel görevliyi, Joseph Moll'u, göndermişti. Ama Moll'un görevi, kısmen Alman işçilerinin o sıralar yeterli deney edinmemiş olmalarından ve kısmen de geçen Mayıs ayaklanması  ile kesintiye uğradığından, kalıcı sonuçlar vermedi. Moll bizzat tüfeğe sarılıp Baden-Palatinate ordusuna katıldı ve 19 Temmuz'da Murg'daki çatışmada öldü. Bununla, Birlik, bütün kongrelerde ve Merkez Komitelerinde etkin olmuş ve bir dizi özel görevi bundan önce de büyük başarıyla yerine getirmiş en yaşlı, en etkin ve güvenilir üyesini yitirmiş oldu. Almanya'nın ve Fransa'nın devrimci partilerinin Temmuz 1849'daki yenilgilerinden sonra, Merkez Komitesinin hemen tüm üyeleri Londra'da tekrar biraraya geldiler, sayılarını yeni devrimcl güçlerle tazelediler ve taze bir coşkuyla Birliğin yeniden örgütlendirilmesi işine giriştiler. 
      Yeniden örgütlenme ancak bir özel görevli tarafından yürütülebilir; ve Merkez Komitesi, bu özel görevlinin, yeni bir devrimin yaklaşmakta olduğu, ve bundan ötürü, eğer, 1848'de olduğu gibi, burjuvazi tarafından tekrar istismar edilmesi ve yedeğe alınması istenmiyorsa işçi partisinin mümkün olan en örgütlü, en uyumlu ve en bağımsız bir biçimde hareket etmesinin gerektiği şu anda yola çıkmasını  çok önemli bulmaktadır. 
      Kardeşler! Sizlere, Alman burjuvazisinin çok yakında iktidara geleceğini ve yeni edindiği gücü derhal işçilere karşı yönelteceğini daha 1848'de söylemiştik. Bunun nasıl gerçekleştiğini gördünüz. 1848 Mart harekâtının hemen ardından devlet gücünü ele geçiren ve bu gücü, işçileri, onların savaşım içindeki bağlaşıklarını bir an önce o eski ezilmişlik durumlarına geri itelemek için kullanan aslında burjuvaziydi. Burjuvazinin Martta ele geçirilmiş olan feodal partiyle birleşmeksizin, hatta, sonuçta, iktidarı bir kez daha bu feodal mutlakiyetçi partiye teslim etmeksizin bunu başaracak durumda olmamasına karşın, eğer devrimci hareket için şimdilerde barışçıl gelişme denen şeyi kabul etmek mümkün olsaydı, hükümetin mali sıkıntıda bulunması yüzünden, uzun vadede iktidarı kendi ellerine bırakacak ve bütün çıkarlarını güvence altına alacak koşulları gene de sağlamış bulunuyordu. Kendi egemenliğini güvence altına almak için, burjuvazinin, halka karşı alınacak sert önlemlerle kendisini kötü duruma sokmasına bile gerek yoktu, çünkü bütün bu tür sert adımlar feodal karşı-devrim tarafından zaten atılmıştı. Ama gelişmeler, bu barışçıl yolu izlemeyecektir. Tersine, ister Fransız proletaryasının bağımsız bir ayaklanmasıyla ortaya çıksın, ister devrimci Babil'e  karşı Kutsal İttifak'ın  girişeceği bir istilâ ile, bu gelişmeyi hızlandıracak olan devrim çok yakındır. 

30 Ekim 2015 Cuma

İKİLİ HAYATLAR VE DEVRİMCİLİK - Bora Kara

Devrimcilik gönüllülük işidir. Bu gönüllülük, başlangıcı da içerir bitişi de. Mücadeleye atılırken hiç kimse seni buna zorlamaz. Etkiler, yönlendirir ama zorlamaz. Bir gün yorulduğunu, gücünün yetmediğini, nefesinin tıkandığını düşünüp dürüstçe, “benden bu kadar”  ya da “şu kadar” der ve daha mütevazı bir hayata çekilmek istersen kimse sana kızmaz, düşman olmaz, zorlamaz. Böyle biriyle insani düzeyde ilişkilerin sürdürülmesinde hiçbir sakınca yoktur.


Devrimcilik gönüllülük işidir dedik. Bu gönüllük her türlü musibeti, zorluğu, sıkıntıyı göze almak demektir. Bu sıkıntılar sadece ölümü, tutsaklığı, işkenceyi göze almak değildir. Çok daha geniş bir alanı kapsar; bir yenilgi sonrası yapayalnız ve dört bir yanın kuşatılmış olarak kalabilirsin. Sevdiğin kadından/adamdan ve çocuklarından ayrı düşebilir veya onların günlük yaşam içindeki sorunlarında, yanlarında olamayacak koşullarda olabilirsin.  Barınmak, beslenmek kısacası yaşamanın asgari gereksinmelerini karşılamakta zorlandığın günlerin olabilir.  Örgütsüzlük ve dağınıklığın hâkim olduğu, asgari yaşam koşullarının, azami kuşatma altında gerçekleştirilmeye çalışıldığı böylesi zorlu günlerde, devrimci yaşam biçiminden ödün vermeden yaşayabilmek gerçekten kolay iş değildir. Ama “yanlışın ve yanlışı sürdürmenin yolunda bir doğru olacaksan eğer, acıyla ve kan ter içinde yürümeye alışacaksın”

10 Haziran 2015 Çarşamba

Ayhan Gökvelioğlu Anısına - Bora Kara


Ayhan GÖKVELİOĞLU







Tarih, 1979'un 1 Mayıs'ı. Tutsaklığımın ilk yılları ve cezaevi sürgünlerim yeni başlıyor. Ayaklarından sevk zinciriyle birbirine bağlanmış, elleri kelepçeli dört genç adam. Nereye gittikleri ve nelerle karşılaşacaklarını bilememenin tedirginliğine rağmen bir sürgün yolculuğunda da olsa, mahpushane duvarlarının dışına çıkıp şehirlerarası bir yolculuk yapmanın  hüzün ve "keyif" karışımı duygularıyla, sigaralarından derin nefesler çekerek bundan sonrasının durum tahlillerini yapmaya çalışıyorlar. Gidecekleri cezaevleriyle ilgili bildiklerini gözden geçiriyor, daha sonra kendi aralarında nasıl haberleşeceklerini, mektuplarda kullanacakları şifreli sözcükleri, dışarıyla ilk kim bağlantı kurarsa diğerlerinin de nerelerde olduklarını haber vermelerini filan... Üstlerinde var olan para ve sigaralar paylaşılıyor. Belki de uzun süre bir arada olamayacaklarını bilerek dostluğun sohbetini çıkarmayı, bileklerini acıtmaya başlayan zincirlere rağmen başarıyorlar.

Cezaevi ringinden ilk ben iniyorum. Son bir defa daha kucaklaşıyor ve vedalaşıyoruz. Ring gecenin karanlığında uzaklaşırken ben gardiyanların pek de dostça olmayan refakatleri eşliğinde Bolvadin Cezaevinin kapısından içeri giriyorum...
Sonra bildiğimiz rutin; sadece iç çamaşırı ile kaldığın arama, sürgün dosyanın incelenmesi, itip kakmalar, tehdit ve hakaretler. Senin karşı koyuşun, karşılıklı bağrışmalar, attığın sloganlar, bir anda üstüne çullanan gardiyanlar, tekmeler, yumruklar ağzında alışkın olduğun kendi kanının tadı. Sürüklenerek geçirildiğin koridorlar, açılan demir bir kapı, beton zemin üzerine fırlatılışın, kapanan demir bir kapı ve  Bolvadin'de ilk gece başlıyor...

İşkenceden sonra duyulan o garip uyuma hissi ve bir sigara yakmaya duyulan dayanılmaz istek. Sigara yok, uyumak ta mümkün değil, en iyisi kalkıp volta atmak. Üç adım volta menzilinde geçen zaman. Gecenin ağır sessizliği ve birden sessizliğin   işkence gören bir insanın çığlığıyla bozuluşu. Ardından açılan kapı ve yaklaşan ayak sesleri "kimi getiriyorlar" diye merak edişin. Hücre kapının açılışı tekmelerle, yumruklarla yeniden dışarı çıkarılış, bir saat kadar önce işkence gördüğün yer, çember sakallı bir gardiyanın "seni daha falaka faslından geçirmedik" diyen sesi. Çıplak ayaklarına inen sopa darbeleri, tabanlarından omurlarına ve oradan beynine doğru yüklenen acı. Acıya karşı bağırma hissi. Ama ah! Demek karşılarında küçülmek yok.. Fakat acı ancak ciğerlerden  bir sesin çıkmasıyla hafifleyecek sanki. Ve sesini bırakıyorsun; " faşist köpekler bunun hesabını vereceksiniz, devrimcilere işkence yapmanın ne demek olduğunu öğreneceksiniz..” Ayağa kaldırılışın, yerde ki ıslak tuzun üzerinde yürümeye zorlanışın, sırtına çıkmaya çalışan bir gardiyan. İtişler kakışlar, açılan kapılar, kapanan kapılar, beton zemin üzerinde boylu boyunca yatan bedeninin ayağa kalkmak istemeyişi. Sonra zorla doğruluşun, hücrede yalnız olmadığını görüşün. Karşında biraz önce senle beraber işkence gören adamın  kaygılı ve biraz da şaşkın bakışı.

3 Nisan 2015 Cuma

Çürümenin Dayanılmaz Kokusu - Bora Kara

BERKİN ELVAN   





Haziran/Gezi direnişi sonrasındaki geri çekilme sürecinde bu geri çekilişi adeta bir patlama gibi yükselişe geçiren iki olay yaşadık. Bunlardan biri, Berkin Elvan'ın cenazesi diğeri, Soma Katliamına karşı yapılan eylemlerdi. Soma Katliamına karşı yapılan eylemler bir süre sonra aynı hızla sönümlendi. Bunun nedenleri ayrı bir tartışma konusu olduğu için bu yazı kapsamında konumuzun dışında.

Berkin Elvan'ın ölümü ise genellikle "çabuk unutmasından" şikayet ettiğimiz halkın toplumsal belleğinde unutulmadı, unuttturulamadı. Politik gelişkinlik düzeyi ve pozisyonu ne olursa olsun halk kitlelerinin büyük bir bölümü bu kara kaşlı,esmer çocuğu sahiplendi kendi çocuğu kabul etti. Belki de büyük bir bölümümüz Berkin'de kendi çocuğumuzu gördük.Belki de bir çocukta kendi  geleceğimizi, yiten vicdanımızı, korkularımızın, geri çekilişimizin sınırlarını gördük. Küçük bir çocuktan 269 gün süren müthiş direnişi öğrendik, 269 gün o direnişin yarattığı umutla umutlarımızı büyüttük. Berkin'inin ölümü umudumuzu umutsuzluğa dönüştürmedi, umudumuz öfkeye dönüştü, öfkemiz sokaklara taştı. Evet, Berkin Elvan "çabuk unutan" bu halk tarafından unutulmadı , içselleştirildi. Sahiplenme aktiviteleri birbirinden farklı olmasına rağmen çok geniş bir kesimin aklı,vicdanı,adaleti, korkusu,cesareti oldu. Bu yüzden Berkin Ölmedi/ Öldürülemedi dedik.

28 Mart 2015 Cumartesi

Babam, Ben Ve Mahir Çayan / Bora Kara



                                   Kızıldere adın ahire kalsın
                                   Mahir yoldaş anın yiğite kalsın



Tarih 31 Mart 1972 idi. Bunu o gün bilmiyordum çok sonraları öğrendim. Şehirler arası bir yolculuk yapıyorduk, nereden geliyor, nereye gidiyorduk bilmiyorum. Babam uzun yolculuklara gazetesiz çıkmazdı, şehirden çıktıktan sonra yol boyunca gazetesini okur, arada bir sigarasını yakar ( o zamanlar otobüslerde sigara içilirdi) biraz pencereden dışarıyı seyreder sonra yine okumaya dönerdi...

Ama o gün bir farklıydı; otobüse biner binmez telaşlı ve gergin bir biçimde sigarasını yakıp gazeteyi açtı.Yüzü allak bullaktı ve dişlerinin arasından öfke acı karışımı bir sesle " yediler çocukları" diye mırıldandığını duydum. Başımı uzatıp gazeteye baktım ve bu yazının başına koyduğum fotoğrafı gördüm. Öldürülmüş insanlar ve etrafında bir sürü üniformalı, sanki ilk defa gördükleri bir şeye bakar gibi bakıyorlardı.Yüzlerindeki ifadeyi bir türlü çözemedim; korku, şaşkınlık,zafer,yenilgi... Hangisi bilemedim. Belki de hepsinin karışımıydı. Öldürdüklerini üst üste ortaya yığmışlar kendileri de etrafında toplanmışlardı. Çocuk aklımda vahşi ve acımasız bir görüntü olarak algılandı gördüklerim. Tarih 31 Mart 1972' idi. Mahir ve yoldaşları bir gün önce Kızıldere' de katledilmişlerdi.