Engels etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Engels etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2018 Pazar

BUGÜN VE GELECEK


"Günün geçici sorunları karşısında büyük temel düşüncelerin bu unutuluşu, 
 geçici başarılar uğruna girişilen bu yarış ve sonal sonuçları gözönünde
 tutmadan çevrede verilmekte olan savaşım, bugünün sonuçlarına
 feda edilen hareketin geleceği, bütün bunların belki de "namuslu" nedenleri vardır, 
 ama bunlar oportünizmdir ve oportünizm olarak kalacaktır; 
 ve "namuslu" oportünizm, belki de oportünizmlerin en tehlikelisidir!"
 FRİEDRİCH ENGELS 

Diyalektik yöntem bize sınıflar mücadelesini tarihsel gelişimi içinde, bütünsel bir süreç olarak ele alınması gerektiğini öğretir. Dün – Bugün – Gelecek ilişkisinin diyalektiğinden oluşan bu yöntem mücadeleyi bir süreç olarak ele almayı öğrettiği gibi, sürecin belli bir anına takılıp kalmamayı da öğretir. Nasıl ki düne ait verileri olduğu gibi bu güne aktararak bugünü açıklamaya çalışmak bir yanılgıysa, dünü yok sayıp bu günü sadece bugünle anlamaya ve açıklamaya çalışmak aynı düzeyde bir yanılgıdır. Dünle bugünü birbirinden kopartan, bugünle yarını da birbirinden kopartmış, anla gelecek arasına bir set çekmiş demektir. Düne takılıp kalmamak adına, bugüne takılıp kalmak denilen bu durum “sürecin ana feda edilmesi” denen durumdur.

19 Kasım 2015 Perşembe

Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı

MERKEZ KOMİTESİNDEN BİRLİĞE


      Kardeşler! 

      1848-49 arasındaki iki devrimci yıl içerisinde Birlik, kendisini iki biçimde tanıtlamıştır: birincisi, üyeleri, her yerde, hareketlere enerjik bir biçimde katılmışlar, basında, barikatlarda ve savaş alanlarında biricik kararlı devrimci sınıfın, proletaryanın, ön saflarında yer almışlardır. Ayrıca Birlik, kendisini,Komünist Manifesto 'da, kongre genelgelerinde, ve 1847 tarihli Merkez Komitesi genelgesinde hareket konusunda ortaya konan görüşün biricik doğru görüş olduğunun ortaya çıkmış olmasıyla, bu belgelerde ifade edilen beklentilerin tamamıyla gerçekleşmiş olmalarıyla, ve Birliğin bir zamanlar ancak gizlilik içerisinde yaydığı bugünkü toplumsal koşullara ilişkin görüşlerin herkesin dilinde bulunması ve pazar yerlerinde açıkça öğütleniyor olmasıyla da tanıtlamıştır. Ne var ki, Birliğin eski sağlam örgütü,  bu arada oldukça gevşedi. Devrimci harekete doğrudan katılmış üyelerin büyük bir kısmı, gizli dernekler çağının geçmiş olduğuna ve ancak açık eylemlerin yeterli olduğuna inanıyorlardı. Tek tek hücreler ve topluluklar, Merkez Komitesi ile olan bağlarının gevşemesine ve giderek tamamen askıya alınmasına gözyumdular. Bunun sonucu olarak, demokratik partinin, küçük-burjuvazinin partisinin, Almanya'da giderek daha çok örgütleniyor olmasına karşılık, işçi partisi biricik sağlam dayanak noktasını yitirdi, ancak yerel amaçlarla ayrı ayrı yörelerde örgütlü kalabildi ve genel hareket, böylece, tamamıyla küçük-burjuva demokratlarının egemenliği ve önderliği altına girdi. Bu duruma bir son verilmeli, işçilerin bağımsızlığı tekrar sağlanmalıdır. Merkez Komitesi bu zorunluluğu farketmiş ve, böylece, daha 1848-49 kışında, Birliğin yeniden örgütlendirilmesi için Almanya'ya bir özel görevliyi, Joseph Moll'u, göndermişti. Ama Moll'un görevi, kısmen Alman işçilerinin o sıralar yeterli deney edinmemiş olmalarından ve kısmen de geçen Mayıs ayaklanması  ile kesintiye uğradığından, kalıcı sonuçlar vermedi. Moll bizzat tüfeğe sarılıp Baden-Palatinate ordusuna katıldı ve 19 Temmuz'da Murg'daki çatışmada öldü. Bununla, Birlik, bütün kongrelerde ve Merkez Komitelerinde etkin olmuş ve bir dizi özel görevi bundan önce de büyük başarıyla yerine getirmiş en yaşlı, en etkin ve güvenilir üyesini yitirmiş oldu. Almanya'nın ve Fransa'nın devrimci partilerinin Temmuz 1849'daki yenilgilerinden sonra, Merkez Komitesinin hemen tüm üyeleri Londra'da tekrar biraraya geldiler, sayılarını yeni devrimcl güçlerle tazelediler ve taze bir coşkuyla Birliğin yeniden örgütlendirilmesi işine giriştiler. 
      Yeniden örgütlenme ancak bir özel görevli tarafından yürütülebilir; ve Merkez Komitesi, bu özel görevlinin, yeni bir devrimin yaklaşmakta olduğu, ve bundan ötürü, eğer, 1848'de olduğu gibi, burjuvazi tarafından tekrar istismar edilmesi ve yedeğe alınması istenmiyorsa işçi partisinin mümkün olan en örgütlü, en uyumlu ve en bağımsız bir biçimde hareket etmesinin gerektiği şu anda yola çıkmasını  çok önemli bulmaktadır. 
      Kardeşler! Sizlere, Alman burjuvazisinin çok yakında iktidara geleceğini ve yeni edindiği gücü derhal işçilere karşı yönelteceğini daha 1848'de söylemiştik. Bunun nasıl gerçekleştiğini gördünüz. 1848 Mart harekâtının hemen ardından devlet gücünü ele geçiren ve bu gücü, işçileri, onların savaşım içindeki bağlaşıklarını bir an önce o eski ezilmişlik durumlarına geri itelemek için kullanan aslında burjuvaziydi. Burjuvazinin Martta ele geçirilmiş olan feodal partiyle birleşmeksizin, hatta, sonuçta, iktidarı bir kez daha bu feodal mutlakiyetçi partiye teslim etmeksizin bunu başaracak durumda olmamasına karşın, eğer devrimci hareket için şimdilerde barışçıl gelişme denen şeyi kabul etmek mümkün olsaydı, hükümetin mali sıkıntıda bulunması yüzünden, uzun vadede iktidarı kendi ellerine bırakacak ve bütün çıkarlarını güvence altına alacak koşulları gene de sağlamış bulunuyordu. Kendi egemenliğini güvence altına almak için, burjuvazinin, halka karşı alınacak sert önlemlerle kendisini kötü duruma sokmasına bile gerek yoktu, çünkü bütün bu tür sert adımlar feodal karşı-devrim tarafından zaten atılmıştı. Ama gelişmeler, bu barışçıl yolu izlemeyecektir. Tersine, ister Fransız proletaryasının bağımsız bir ayaklanmasıyla ortaya çıksın, ister devrimci Babil'e  karşı Kutsal İttifak'ın  girişeceği bir istilâ ile, bu gelişmeyi hızlandıracak olan devrim çok yakındır. 

31 Mayıs 2014 Cumartesi

İngiltere'de İşçi Sınıfının Durumu - Fredirch Engels

                                 








             REKABET 

      
SANAYİ hareketinin hemen başında, rekabetin, dokunmuş mallara olan talepteki artış sonucu dokumacıların ücretini yükselterek, böylece dokumacı-köylüleri, topraklarını yüzüstü bırakıp daha fazla para kazanmak için kendilerini bütün bütün dokuma tezgahlarına vermeye teşvik ederek, proletaryayı nasıl yarattığını, Giriş bölümünde görmüştük. Büyük çiftlik sistemi aracılığıyla küçük çiftçileri nasıl yerlerinden ettiğini, onları proletaryanın saflarına nasıl indirdiğini, ve kısmen kentlere nasıl çektiğini görmüştük; ayrıca küçük-burjuvaziyi büyük çapta nasıl yıktığını, onları da proletaryanın saflarına indirdiğini görmüştük; sermayeyi bir avuç insanın elinde ve nüfusu kentlerde nasıl merkezileştirdiğini görmüştük. Tüm bunlar, modern sanayide tam ifadesini bulan ve serbestçe gelişen rekabetin proletaryayı yaratma ve genişletmesinin çeşitli yolları ve araçları olmuştu. Şimdi,rekabetin, artık var olan işçi sınıfı üzerindeki etkilerini gözlemleyeceğiz. Bu noktada, tek tek işçilerin birinin diğeriyle rekabetinin sonuçlarını geriye doğru izleyerek başlayalım.
      Rekabet, modern sivil toplumda egemen olan herkesin herkesle savaşının en tam ifadesidir. Bu savaş, yaşam savaşı, varolma savaşı, her şey için savaş, gereksinim durumunda ölüm-kalım savaşı, yalnızca toplumun farklı sınıfları arasında verilmekle kalmaz, bu sınıfların tek tek üyeleri arasında da verilir. Herkes bir başkasının önünde engeldir, ve herkes kendi önündeki engeli bir kenara itmenin ve onun yerine geçmenin yolunu aramaktadır. Nasıl burjuvazinin üyeleri kendi aralarında rekabet halindeyseler, işçiler de kendi aralarında sürekli rekabet halindedirler. Mekanik dokuma tezgahındaki dokumacı, el-tezgahı dokumacısıyla, işsiz ya da düşük ücretli el-tezgahı dokumacısı işi olanla ya da daha iyi ücret alanla rekabet halindedir; her biri ötekinin ayağını kaydırıp yerine geçmeye çalışır. Ne var ki, işçilerin kendi aralarındaki bu rekabet, işçi üzerindeki etkisiyle, bugünkü durumun en kötü yanıdır; burjuvazinin elinde proletaryaya karşı en keskin silahtır. İşçilerin bu rekabeti birlikler yoluyla ortadan kaldırma çabaları, burjuvazinin bu birliklere karşı duyduğu nefret, ve bu birliklerin başına çöken her yenilginin burjuvazinin utkusu olması bu nedenledir.
      Proletarya çaresizdir; kendi haline bırakılırsa, tek bir gün bile yaşayamaz. Burjuvazi, sözcüğün en geniş anlamında tüm yaşama araçlarının tekelini eline geçirmiştir. Proletarya neyi gereksiniyorsa, ancak burjuvaziden, kendi tekeli içinde devlet gücü tarafından korunan burjuvaziden alabilir. Bu nedenle proleter, hukuken ve gerçekte, yaşamı ya da ölümü hakkında hüküm verebilen burjuvazinin kölesidir. Burjuvazi ona yaşam araçlarını önerebilir, ancak "denk" bir çalışma sunması karşılığında. Hatta proleterin rüştüne erişmiş sorumlu bir taraf olarak özgür seçimiyle davranıyormuş gibi bir görünüm kazanmasına; özgür, sınırlanmamış rızasıyla bir sözleşme yapıyormuş gibi bir görünüm kazanmasına bile izin verir.

27 Temmuz 2012 Cuma

MARKSİZM VE TEORİ PRATİK İLİŞKİSİ(4)/ Bora Kara

 "Sistematik, Hegel'den sonra olanaksızdır. Dünyanın tek bir sistemi, yani tutarlı bir bütünü temsil ettiği açıktır, ama bu sistemin bilinmesi, tüm doğanın ve tüm tarihin bilinmesini ön gerektirir, buna da insanlar hiçbir zaman erişemezler. Öyleyse sistemler yapan kişi, sayılmaz eksiklikleri kendi öz uydurması ile doldurmak, kendini usdışı imgeleme gücüne bırakmak, ideoloji yapmak zorundadır." (Engels: Anti-Dühring)
Bunu söyleyen Engels bir başka yerde şöyle devam eder;
“"Bizim tarih kavrayışımız, her şeyden önce, ciddi çalışmalar için yol göstericiden (kılavuz) ibarettir. Yoksa Sol-Hegelcilerin anladığı biçimde bir manivela değildir. Çeşitli toplumların sosyal, hukuki, estetik, felsefi, dini vs. kuruluşları hakkında bir yargıya ulaşmadan önce, bütün tarihin ve söz konusu olan toplumsal formasyonların dikkatle incelenmesi gerekir... Bunun yerine birçok genç yazar, tarihi materyalizmi, her şeyi açıklayan hazır bir kalıpmış gibi (dogma olarak) ele alarak, hiçbir araştırmada bulunmadan, azcık tarih bilgisiyle çarçabuk bir sistem oluşturmaya çalışmaktadır. Bu davranışlarıyla da, asıl düşünceyi, hasımların haksız saldırılarına maruz bırakmaktadırlar."

4 Kasım 2011 Cuma

MARKSİZM VE TEORİ PRATİK İLİŞKİSİ/Bora Kara






"Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu
değiştirmektir."

Marks böyle der meşhur 11.Tez’de. Marks, Dünyayı yorumlamaya karşı değildir, onun karşı olduğu, değiştirmeyi amaçlamayan bir yorumlamadır. Bu yüzden Marksın vurgusu ve düşüncesinin özünü değiştirmek oluşturur.