Önce ekonomi ve politika ilişkisi üzerine olan
düşüncelerimizi özetleyelim: Ekonomik alan ile politik alan arasındaki ilişkinin diyalektik bir
ilişki olduğunu kabul ederiz. Marksist tahlil, kapitalizmin nesnel çelişki ve gelişim
dinamikleri ile öznel dinamiklerinin diyalektiği üzerinden oluşur. Ekonomik indirgemeci anlayışla, Marksist anlayış arasındaki farkta kendini burada ortaya koyar. Ekonomik
indirgemeci anlayış, iktisadi nesnelliğin politikadaki dolayımsız,
birebir karşılığını bulmaya çalışan kaba bir anlayışa sahip olduğu gibi,
politikanın ekonomi üzerindeki karşı etkisini ya hiç kabul etmez, ya da çok
küçümser. Bu anlayış bize ait olmadığı gibi, devrimciler tarafından mahkum edilen bir
anlayıştır.
Politika, daha genel bir deyimle üst yapı, alt yapı üzerinde karşı bir etkiye sahiptir. Ayrıca, öyle tarihsel dönemler olur ki üst yapı alt yapının biçiminin belirlenmesinde belirleyici bir ağırlık kazanabilir. Ama altı çizilmesi gereken şurasıdır; Politikanın karşı etkisi, nesnel iktisadi koşulların sınırlarının dışına çıkamaz.(Burada ele aldığımız burjuva politikasının işleyişidir.Devrimci politika daha farklı bir diyalektike sahiptir) Örneğin;kapitalizmin içine girdiği bir krizin atlatılması için, devlet karşı bir etkiyle çeşitli tedbirler alır ve düzenlemeler yapar, buna uygun politikalar üretir. Bununla birlikte, bu politikalar iktisadi koşulların zorunluğunun sonucu olduğu gibi, aynı şekilde bu koşulların sınırlılığına sıkı sıkıya bağlıdır. Ekonomik koşulların dışında, ondan bağımsız bir politika mümkün değildir. Lenin, "politika ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir” derken tam da bunu anlatır. Eski bir deyimle, son tahlilde en alakasızmış gibi görünen üst yapısal öğeler ekonomik alt yapı tarafından belirlenir. Bazıları çok çıplak, bazıları bir dizi karmaşık dolayımlarla kendini ortaya koyarlar. Kapitalist sistemde temel belirleyicilik hiçbir zaman politikada (daha kapsayıcı bir tanımla üst yapı da) değildir. Böyle görünmesi ve gösterilmesi bir yanılsamadır. Böyle bir yanılsama üzerinden politika yapmak; sistemin her şeyi tersten gösteren işleyişi içinde bu yanılsamayı doğru gibi algılayan kitlelerin, bu yanılsamalarının pekişmesini sağlar. Kapitalist sistemde gerçeği bozulmuş ve ters yüz edilmiş bir biçimde algılayan kitleler, tam da buna uygun olarak ekonominin belirleyiciliğini değil, politikanın belirleyiciliğini görürler. Bu yüzden onların geri bilincinde, sorunların kaynağı sistemin ekonomik çelişkileri değil, politik durumudur. Eğer yolunda gitmeyen bir şeyler varsa bunun nedeni, kötü politik yönetim ve politikacılardır. Şu burjuva partisi veya hükümetinin yanlış politikalarının sonucudur. "Onu değiştirirsek olumsuzlukları da ortadan kaldırabiliriz." Kimi zaman sorun daha da tekilleştirilip, şu veya bu burjuva politikacısının kişiliğine indirgenir. Kitlelerin kendiliğinden bilincinde var olan bu durum bir yanılsama,gerçeğin ters-yüz edilmiş halidir.
Bugün milyonlarca insan, kötülüklerin kaynağı olarak AKP hükümetini ve gittikçe de AKP'ninde ötesinde Erdoğan'ın politikalarını görüyor. Ama bu bilinç, AKP ile kapitalist sistem arasındaki bağı gören, bu politikanın (akp politikasının) sistemin ekonomik ilişki ve çelişkileri tarafından belirlendiğinin farkında olan bir bilinç değil.(En fazla "yandaş sermaye"diye bir şey görüyor ve yandaş sermayeye karşı "diğer" sermaye ile işbirliğine hazır, ondan medet umuyor) Gördüğü tek şey; kötü bir partinin, kötü bir hükümetin,kötü bir politikacının kötü politikalarıdır. Bu yanılsama üzerinde yükselen bir AKP karşıtlığını örgütlemeye çalışmak, emekçi halkın yanılgısını örgütlemeye çalışmak demektir. AKP’yi ya da herhangi bir başka burjuva hükümetini, kapitalizmin kendisini gizleyecek bir biçimde abartarak öne çıkartmak, bu abartı üzerinden hedef tahtası haline getirmek, sistemin bu hedef tahtası arkasında saklanmasına destek olmak demektir.
Politika, daha genel bir deyimle üst yapı, alt yapı üzerinde karşı bir etkiye sahiptir. Ayrıca, öyle tarihsel dönemler olur ki üst yapı alt yapının biçiminin belirlenmesinde belirleyici bir ağırlık kazanabilir. Ama altı çizilmesi gereken şurasıdır; Politikanın karşı etkisi, nesnel iktisadi koşulların sınırlarının dışına çıkamaz.(Burada ele aldığımız burjuva politikasının işleyişidir.Devrimci politika daha farklı bir diyalektike sahiptir) Örneğin;kapitalizmin içine girdiği bir krizin atlatılması için, devlet karşı bir etkiyle çeşitli tedbirler alır ve düzenlemeler yapar, buna uygun politikalar üretir. Bununla birlikte, bu politikalar iktisadi koşulların zorunluğunun sonucu olduğu gibi, aynı şekilde bu koşulların sınırlılığına sıkı sıkıya bağlıdır. Ekonomik koşulların dışında, ondan bağımsız bir politika mümkün değildir. Lenin, "politika ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir” derken tam da bunu anlatır. Eski bir deyimle, son tahlilde en alakasızmış gibi görünen üst yapısal öğeler ekonomik alt yapı tarafından belirlenir. Bazıları çok çıplak, bazıları bir dizi karmaşık dolayımlarla kendini ortaya koyarlar. Kapitalist sistemde temel belirleyicilik hiçbir zaman politikada (daha kapsayıcı bir tanımla üst yapı da) değildir. Böyle görünmesi ve gösterilmesi bir yanılsamadır. Böyle bir yanılsama üzerinden politika yapmak; sistemin her şeyi tersten gösteren işleyişi içinde bu yanılsamayı doğru gibi algılayan kitlelerin, bu yanılsamalarının pekişmesini sağlar. Kapitalist sistemde gerçeği bozulmuş ve ters yüz edilmiş bir biçimde algılayan kitleler, tam da buna uygun olarak ekonominin belirleyiciliğini değil, politikanın belirleyiciliğini görürler. Bu yüzden onların geri bilincinde, sorunların kaynağı sistemin ekonomik çelişkileri değil, politik durumudur. Eğer yolunda gitmeyen bir şeyler varsa bunun nedeni, kötü politik yönetim ve politikacılardır. Şu burjuva partisi veya hükümetinin yanlış politikalarının sonucudur. "Onu değiştirirsek olumsuzlukları da ortadan kaldırabiliriz." Kimi zaman sorun daha da tekilleştirilip, şu veya bu burjuva politikacısının kişiliğine indirgenir. Kitlelerin kendiliğinden bilincinde var olan bu durum bir yanılsama,gerçeğin ters-yüz edilmiş halidir.
Bugün milyonlarca insan, kötülüklerin kaynağı olarak AKP hükümetini ve gittikçe de AKP'ninde ötesinde Erdoğan'ın politikalarını görüyor. Ama bu bilinç, AKP ile kapitalist sistem arasındaki bağı gören, bu politikanın (akp politikasının) sistemin ekonomik ilişki ve çelişkileri tarafından belirlendiğinin farkında olan bir bilinç değil.(En fazla "yandaş sermaye"diye bir şey görüyor ve yandaş sermayeye karşı "diğer" sermaye ile işbirliğine hazır, ondan medet umuyor) Gördüğü tek şey; kötü bir partinin, kötü bir hükümetin,kötü bir politikacının kötü politikalarıdır. Bu yanılsama üzerinde yükselen bir AKP karşıtlığını örgütlemeye çalışmak, emekçi halkın yanılgısını örgütlemeye çalışmak demektir. AKP’yi ya da herhangi bir başka burjuva hükümetini, kapitalizmin kendisini gizleyecek bir biçimde abartarak öne çıkartmak, bu abartı üzerinden hedef tahtası haline getirmek, sistemin bu hedef tahtası arkasında saklanmasına destek olmak demektir.
Peki devrimciler burjuva partileri ve hükümetleri arasındaki farklılıkları hiç mi
önemsemezler. Hepsini bir torbaya doldurup “hepsi burjuva hükümetleri\
partileri ayrıntılarla kafa yormaya gerek yok” diye kestirip atarlar mı?.. Kim ki
böyle bir anlayışı devrimciler mal ediyor ya da devrimcilik adına savunuyorsa
korkunç bir cehalet içindedir. Egemenlerin kendi aralarındaki farklılıkları,
çatışmaları, çelişkileri hesaplanmadan devrimci bir politika üretebilmek mümkün
değildir. Önemli olan bu farklılığın özde değil biçimsel olduğunu
ama bu biçimselliğinde bazı dönemlerde oldukça önemli olduğunu bilerek hareket
etmektir. Her koşul ve şartta bu biçimsel farklılığa özsel bir
farklılık düzeyinde önem atfedip buna göre politika yapmaya kalkarsanız; sistemin politik mücadele anlayışının dışına çıkamaz, ona
yedeklenirsiniz. Biçimlerle uğraşırken özü kaybeder, sıradan bir
burjuva politikacısı durumuna düşersiniz. Kullandığınız sol jargonlu dil bile
sizi bu durumdan kurtarmaya yetmez.
Evet bazı dönemlerde, bazı burjuva hükümetleri sistemin o süreçteki tüm
çelişkilerini kendi bünyelerinde somutlayabilirler. Veya kapitalizmin dönemsel
olarak ortaya çıkan hayati düzenlemelerini en iyi biçimde yerine getiren özel
bir misyona sahip olabilirler. Veya bir başka dönemde; gerek sistemin kendi iç
çelişkileri ve krizi nedeniyle, gerekse yükselen sınıf mücadelesinin
dinamiklerine bağlı olarak, faşist baskı ve terörü en azgın biçimde uygulayan
hükümetler olarak kendilerini ortaya koyarlar.(Geçmişte MC hükümetleri gibi)
Devrimciler politik mücadelenin sivri ucunu bunlara doğru yöneltebilir. Buna
hiç kimsenin itirazı olamaz. Ancak bu yapılırken kapitalist sistemin temel iktisadi işleyişinden bağımsız ve onu gizleyen, esas nedenin o olduğunun
görülmesini engelleyen bir biçimde yapmazlar. Var olan bir politik iradenin
sonucu olarak ortaya çıkan bir bozukluğu değil, ekonomik alt yapıdaki
bozukluğun sonucu olarak ortaya çıkan ekonomik-politik bozukluğu ortaya koyarak
mücadelelerini sürdürürler. Yine bunu yaparken sistemin göreceli olarak daha
“kötü” olan bir burjuva politikasına karşı daha” iyi “ bir burjuva politikasını tercih ederek ya da onlardan birine yedeklenerek, “ehven-i şer” mantığı ile birini
diğerine karşı destekleyerek yapmazlar. Bir burjuva hükumetine karşı mücadeleyi
öne çıkarmaktan daha önemli olan şey, bu mücadelenin nasıl yapıldığıdır. Ve o
burjuva hükumetinin yıkılması, geriletilmesinden nasıl bir sonuç beklendiğidir. Geçmişte, MC hükumetlerine karşı verilen mücadele örnek olarak verilebilir. Devrimciler MC hükumetlerine karşı siyasal mücadeleyi oldukça ciddiye
aldılar ve gereklerini yerine getirmeye çalıştılar. Aynı dönemde
revizyonist ve reformistlerde MC hükumetlerine karşı “ciddi” bir mücadele anlayışına sahiptiler.
Yani kelimenin geniş anlamıyla sol tanımı içine giren herkes MC hükumetlerine
karşı mücadele içindeydi. Tabi ki herkes kendi meşrebince ,kendi siyasal
anlayışı ile. Siyasal anlayışları “güncel görevlerimiz, demokratik
hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi demokrasinin sınırlarının sosyalizm
doğrultusunda boyuna genişletilmesi, toplumun demokratikleştirlmesidir." olanların, "ileri demokrasi, demokratik
ulusal cephe, kapitalist olmayan yol gibi" icatlarla ortaya çıkanların MC hükumetlerine karşı mücadeleleri, bu siyasal mantığın ötesine gidemezdi. Bir
çoğunda, umut kurulacak bir CHP hükumetine bağlanmıştı. Görüldüğü gibi
burjuva demokrasisinin genişletilmesi ve korunması bu gün ortaya çıkan bir icat
değildir.Herkes kendi köklerinden bu güne uzanıyor. Revizyonistler revizyonist,
devrimciler, devrimci köklerinden. Bu günkü farklılığımızın nedeni, tarihsel köklerimizin farklılığından ayrı düşünülemez.
Aynı dönemlerde MC hükumetlerine ve faşizme karşı mücadeleyi sürdüren devrimciler
ise yukarıdaki anlayış karşısında şöyle diyorlardı:
“MC’yi yeniden kurabilme çabalarının sürdürüldüğü bu günlerde artık açıkca
ortaya çıkan gerçek şudur ki,MC kurulsa da kurulmasa da toplumumuz içinde
bulunduğu karmaşayı yaşamaya devam edecektir.(…) Çünkü sorunlar sistemin
yapısal bozukluklarından gelen köklü nedenlere dayanıyor. oligarşi ile
oligarşi dışı güçler ve emekçi halk arasındaki çatışma olanca karmaşıklığı
içinde alabildiğince yoğunlaşarak sürüyor(…)Bu dinamikler toplumdaki
keskinleşen çelişmelerin ve gerilimin “DEVRİMCİ BİR ÇÖZÜMÜ”nün unsurlarını
oluşturmaktadır.”( Devrimci yol sayı:6 15 temmuz 1977) Ve buraya sığdırmakta
zorlanacağımız uzun ve geniş tahlillerle devrimciler,oligarşinin MC hükumetleri "tercihine" neden
olan ekonomik sorunları da ayrıntılarıyla ortaya koyarlar.
Dediğimiz gibi; bazı dönemler, devrimciler burjuva hükumetlerden birine karşı
mücadeleyi göreceli olarak ön plana çıkartabilirler. Ama bu öne çıkarış, hiçbir
zaman sistemin temel yapısal işleyişini örten\gizleyen bir biçimde olamaz.Tam tersine bu örtünün kaldırılması için uğraşırlar. Ya da birilerinin dediği gibi ”mevcut hükumeti geriletmek, sistemi
geriletmek" basitliğiyle ele alınamaz. Kimi zaman egemen sınıflar için, var olan hükumeti değiştirmenin "sistemi geriletmek" değil, "sistemi kurtarmak" anlamına gelebileceğini unutmamak gerekir. Bütünsel bir mücadele ile kapitalizmi
geriletmek demek; onu hükmetme yetenekleri bakımından da politik bir sıkıntının,
bunalımın içine sokmak demektir.
Sorunu bu günün somutunda ele alacak olursak, AKP uzun yıllardan bu yana oligarşinin ve emperyalizmin çıkarlarını en iyi temsil eden, bu çıkarlara denk düşen ekonomik politikaların uygulanması için her türlü beceriyi göstermiş, özel bir dönemin, özel misyonlarına sahip bir burjuva partisidir. Baştan itibaren de Emperyalizmin ve olgarşinin tüm kesimlerininin üzerinde konsensüs oluşturup, desteklediği bir parti. (Bugün,bu konsensüs bozulmuş gibi görünüyor)
Sermayeye karşı olan çeşitli görevlerini yerine getirirken, içinde bulunduğu aşamaya göre her türlü yöntemi kullanmış ve kullandığı her yöntemle de toplumun emekçi halk kesimleri üzerinde korkunç bir tahribata yol açmış ve açmaya devam eden bir özelliğe sahip. Bu özelliklere sahip bir partinin üzerine, siyasal teşhir çubuğunun sivri ucunu, diğerlerine kıyasla biraz daha fazla bükmenin devrimci politika açısından hiç bir sakıncası yok ve tam tersine gerekli. Ama bu çubuk öylesine bükülmeli ki AKP ile egemen sınıflar arasındaki ilişkiyi gölgelemek yerine, gün ışığına çıkartmalı. Kitlelerin AKP'ye olan tepkisi egemen sınıflara olan tepkiye dönüştürülebilmeli. Düzene olan tepkinin, AKP'ye olan tepkiye dönüşmesine değil. Bu yapılamadığı takdirde; AKP kötülüğü karşısında masumlaşan bir oligarşi ve oligarşinin olası yeni siyasal temsilcilerinin bir kurtarıcı olarak alkışlandığı bir manzarayla karşı karşıya kalırız. AKP ne kadar özel bir takım niteliklere sahip olursa olsun, önünde sonunda bir burjuva partisidir.Egemen sınıfların siyasal temsilcisidir,egemen sınıfların kendisi değildir. Eğer tetiği çekeni cezalandırmaya çalışırken, tetiği çektirenlerin kim olduğunu halk kitlelerinin anlamasını sağlayamazsak, yarın aynı halk kitlelerinin, tetiği çektirenlere yeni bir biçimde yedeklendiğini görmek şaşırtıcı bir durum olmaz.
Mücadelenin ve siyasal teşhir çubuğunun sivri ucunu, belli bir dönemin özgüllüğü içinde, her hangi bir burjuva partisine bükmekte bir sakınca yok dedik; fakat bu konuda, devrimci politika açısından altı çizilmesi gereken hayati ilke şu: Egemen sınıfların siyasal temsilcilerinden birine karşı, mücadele çubuğunun biraz daha fazla bükülmesi, bir başka siyasal temsilcisine yedeklenmek,desteklemek anlamına gelmez. Devrimci politikanın, burjuva politikasına müdahalesindeki nirengi noktası burasıdır. Bu ilkeden sapıldığı an söyleminiz ne olursa olsun,burjuva politikasının bir parçası olmuşsunuz demektir. Burjuva politikasının iç çelişkilerinin yarattığı çatlakları, kanırtarak genişletmek başka bir şeydir,bu çatlaklara dolgu malzemesi olmak başka bir şey.
Bugün için devrimcilerin seçimleri boykot etmesi nesnel koşullar açısından oldukça uygun olmasına rağmen, öznel koşullar açısından mümkün değildir. Eğer seçimlere yaklaşımımız sınıf mücadelesinden bağımsız değilse ve Lenin'in "güçlü bir devrimciler örgütü tarafından
yönetilmediği sürece proletaryanın kendiliğinden mücadelesi hiç bir zaman onun
gerçek "sınıf mücadelesi" haline gelmeyecektir." saptamasını hatırlarsak; burjuva politikası karşısında, işçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerinin memnuniyetsizlik ve tepkilerini "gerçek sınıf mücadelesi haline getiremeyişimizin" bu tepkileri devrimci bir politikaya kanalize edemeyişimizin nedeni de ortaya çıkar. Eğer güçlü bir devrimciler örgütün yoksa,kitlelerin düzene olan tepkilerinin,yeni baştan düzen seçeneklerinden birine eklemlenmesini engelleyemezsin. "güçlü bir devrimciler örgütü tarafından yönetilmediği sürece" bir çok konuda olduğu gibi, seçimler karşısında ortaya koyacağın Boykot-Katılım gibi tavrın "yönetme" gücün olmadığı için pratikte karşılığı olmayan bir tavra dönüşür. Bu durum devrimci güçlerin uzun yıllardan beri yaşadığı ve teorik olmaktan çok, pratik bir çaresizlik durumudur.Bu "çaresizlik" aşılamadığı sürece ortaya koyacağımız her türlü politik tavır, pratik olarak eksik ve yarım olmaya devam edecektir. Bu "çaresizliğimizin" çözüm anahtarları Lenin'in yukarıdaki satırları içinde gizlidir ve önümüzdeki temel politik görev bellidir.
Devrimci örgütlenmenin tarihinin en düşük noktalarından birinde olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bizim gibi, devlet biçiminin faşizm olduğu yeni sömürge bir ülkede pratik bir karşılığı olmamasına rağmen, genel teori açısından yaklaşacak olursak, " parlamentodan bir kürsü olarak yararlanmak" taktiğinin de aynı subjektif koşullar nedeniyle bir karşılığı yoktur. Çünkü; her iki tavırda -Boykot ve Katılım- aynı ortak neden yüzünden pratik olarak mümkün değildir. Her iki tavırda; bu politikaları yönetecek/yürütecek ve "gerçek bir sınıf mücadelesine" bağlayacak olan güçlü bir devrimci örgütlenmeyi/Partiyi zorunlu kılar.
Devrimci örgütlenmenin tarihinin en düşük noktalarından birinde olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bizim gibi, devlet biçiminin faşizm olduğu yeni sömürge bir ülkede pratik bir karşılığı olmamasına rağmen, genel teori açısından yaklaşacak olursak, " parlamentodan bir kürsü olarak yararlanmak" taktiğinin de aynı subjektif koşullar nedeniyle bir karşılığı yoktur. Çünkü; her iki tavırda -Boykot ve Katılım- aynı ortak neden yüzünden pratik olarak mümkün değildir. Her iki tavırda; bu politikaları yönetecek/yürütecek ve "gerçek bir sınıf mücadelesine" bağlayacak olan güçlü bir devrimci örgütlenmeyi/Partiyi zorunlu kılar.
Boykotun subjektif koşullar nedeniyle pratik olarak mümkün olmaması, devrimcilerin gidip oy kullanması anlamına gelmiyor. Faşizmin egemen olduğu ve parlamentonun temsili düzeyde bile bir karşılığının olmadığı bir ülkede bir devrimcinin gidip her hangi bir düzen içi partiye oy vermesi hayal bile edilemez. (Hayal bile edilemez diyoruz ama kendilerine sosyalist,Marksist vb. diyenlerin,bir burjuva partisi adayına oy vereceklerini ve halk kitlelerinin de vermesini istediklerini duyunca devrimci aklımız dumura uğruyor) Burjuva "demokrasisinin" dolayısıyla parlamentonun iyi kötü işlediği bir ülkede bile, oy vermenin koşulu; işçi sınıfının partisinin seçimlere taktiksel katılımıdır ki cümlenin kendi içinde de kendini ortaya koyduğu gibi, seçimlere katılan, bağımsız sınıf politikasına sahip bir devrimci partinin varlığını zorunlu kılar.
Sorun devrimcilerin oy kullanıp kullanmayacağı değil, emekçi halk kitlelerinin oy kullanıp kullanmamama sorunudur. Diğer bir anlatımla onlara "oy kullanmayın" diyen devrimcilerin bunun altını doldurabilecek bir örgütlenmelerinin ve gösterebilecekleri alternatiflerinin olup olmadığıdır. Bize göre bu gün böyle bir gücümüz yoktur ve güçsüzlüğümüzü ortadan kaldıracak koşulları yaratmak temel politik görevimiz olmalıdır. Devrimciler bu günün özgül koşulları içinde mücadeleyi boykot ve seçimlere katılım ilişkisi içine sıkıştırmamalıdır. Bu ikilem üzerinden bir çok teorik-politik tartışma yapılabilir ama pratik bir sonuç çıkmaz. Unutmayalım, seçimlerin sonuçları ne olursa olsun,
Sorun devrimcilerin oy kullanıp kullanmayacağı değil, emekçi halk kitlelerinin oy kullanıp kullanmamama sorunudur. Diğer bir anlatımla onlara "oy kullanmayın" diyen devrimcilerin bunun altını doldurabilecek bir örgütlenmelerinin ve gösterebilecekleri alternatiflerinin olup olmadığıdır. Bize göre bu gün böyle bir gücümüz yoktur ve güçsüzlüğümüzü ortadan kaldıracak koşulları yaratmak temel politik görevimiz olmalıdır. Devrimciler bu günün özgül koşulları içinde mücadeleyi boykot ve seçimlere katılım ilişkisi içine sıkıştırmamalıdır. Bu ikilem üzerinden bir çok teorik-politik tartışma yapılabilir ama pratik bir sonuç çıkmaz. Unutmayalım, seçimlerin sonuçları ne olursa olsun,
" toplumumuz içinde bulunduğu karmaşayı yaşamaya devam edecektir.(…) Çünkü sorunlar sistemin yapısal bozukluklarından gelen köklü nedenlere dayanıyor. oligarşi ile oligarşi dışı güçler ve emekçi halk arasındaki çatışma olanca karmaşıklığı içinde alabildiğince yoğunlaşarak sürüyor(…)Bu dinamikler toplumdaki keskinleşen çelişmelerin ve gerilimin “DEVRİMCİ BİR ÇÖZÜMÜ”nün unsurlarını oluşturmaktadır.”
"çelişmelerin ve gerilimin “DEVRİMCİ BİR ÇÖZÜMÜ”nün unsurlarını ” oluşturamadığımız sürece pratik karşılığı olmayan teorik tartışmalar yapmaktan öteye gidemeyiz.
"çelişmelerin ve gerilimin “DEVRİMCİ BİR ÇÖZÜMÜ”nün unsurlarını ” oluşturamadığımız sürece pratik karşılığı olmayan teorik tartışmalar yapmaktan öteye gidemeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder