25 Ekim 2014 Cumartesi

Devrimci Mücadele Ve İdamlar

yaşamak bir türküyse bunu,bu türküyü en güzel biçimiyle söylemeye çalıştım
               Hıdır Aslan 25 Ekim 1984 Faşizm tarafından darağacında katledildi      

Saat gece yarısını çoktan geçmişti.Bütün gün süren koşuşturmalar,tartışmalar ve üç saate yakın bir süre kitapların satırları arasında dolaşmaktan yorulmuş kafamı ve bedenimi dinlendirmek için bir bardak çay eşliğinde sigaramı tüttürerek gecenin sessizliğin keyfini çıkarmaya başladım.


Çalışma odamdayım;her taraf kitaplar,dergiler,yazı notlarıyla dolu.Gözüm kitaplığın kenarında duran bir kitaba takıldı. Elime aldım,Veli Biçer'in yazdığı HIDIR&İLYAS.Kitabı rastgele karıştırırken gözüm daha önce defalarca okumuş olduğum Hıdır'ın son mektubuna takıldı bir kez daha okumaya başladım sonra bir cümleye geldim ve durdum kaldım."Şu mektubu yazarken bir yandan çay-sigara içiyorum.Ağır ağır,tadına vara vara" Elime baktım,bende çay, sigara içiyordum "ağır ağır,tadına vara vara" Bir yandan geçirdiğim günü değerlendiriyor,yarın ki günümün planlarının yapmaya çalışıyordum.Yani on dakika sonra idam sehpasına çıkmayacaktım.Durdum ve düşündüm; on dakika sonra idam edilecek olsam,yani on dakika sonra öleceğimi bilsem böyle sakin ve keyifli sigaranın ve çayın tadını çıkarabilirmiydim acaba?

28 Eylül 2014 Pazar

EYLÜL GEÇELİ ÇOK OLDU.

"Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim 
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak 
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak 
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu; 
Toprağı rüzgârı denizi göğü 
O her zaman bir insanla anlamlı 
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı 
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların 
Ve ucuz korkuların kör kuyularına 
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz."

Gittikçe yalnızlaşıyorsun.
Yalnızlaşıyorsun ama yalnız kalmaktan korkuyorsun.Sahte kalabalıklar yaratıyorsun kendine,hiç bir zaman gerçek bir parçası olamadığın,içinde eriyip bütünleşemediğin ve ilk tehlikede kaçıp kendi köşene çekileceğin kalabalıklar.Ne yalnızlığın yalnızlığa benziyor,ne kalabalığın kalabalığa.

Hep şikayet ediyorsun,"eski dostluklar kalmadı" diyorsun "insanlar bencilleşti,herkes kendi çıkarını düşünüyor,kimseye güvenilmiyor vs.vs.." bütün bu olumsuzlukların içinden kendini çekip alıyorsun.Senden başka herkes  "bencil" "güvenilmez" "çıkarcı". Bir sen değilsin! Diğerlerine sorsan onlarda aynı şeyi söylüyor.Güvenilir olmayan kim o zaman,bencil olmayan kim?..
"Herkesin bencil,çıkarcı vb. olduğu bir toplumda seninde var olabilmek için herkesten bencil,herkesten çıkarcı, hatta herkesten daha acımasız olmaktan başka çaren yok. Aslında öyle olmak istemiyorsun ama dedik ya çaresizlik?.."Kendi durumunun haklılığını gerekçelendirmeyi çok iyi biliyorsun.

Kalabalıklar içindesin ama çevrendeki herkes senin rakibin.Kiminin işinde gözü var kiminin aşında.Kimisi şu anda elinde olanlara tehdit,kimisi geleceğinin önünde engel.Herkes herkesin rakibi,herkes herkesin engeli...Şu işsiz adam sana diş bileyip duruyor.Sen senden biraz daha iyi koşullarda olanın o koşulları hak etmediğini düşünüyorsun.O koşullarda olan,senin onun yerinde gözün olduğunu düşünüp gardını ona göre alıyor.Hepiniz birbirinizi kuşatıyor,birbirinizin polisi jandarması oluyorsunuz. İspiyonu sevmezsin ama şu herifin patronun kıçı dibinde yaltaklanarak dolaşmasından gıcık kapıyorsun,aslında onun ne dolaplar çevirdiğini biliyorsun ve patronu bu konuda birazcık "uyarmakta" sakınca görmüyorsun.Sakıncası yok elbette, tıpkı bir başkasının senin hakkında da bir takım "uyarılarda" bulunması gibi!..

10 Ağustos 2014 Pazar

SEÇİMLERLE OY(A)LANMAYIN!

Faşizmin bir devlet biçimi olarak yukarıdan aşağı inşa edilip, kurumsal nitelik kazandığı bir ülkede, devrimci politika açısından seçimler istisnai bir taktiksel seçenek olmaktan öte anlam taşımaz. Taktiksel seçenekler ise ancak devrimci bir strateji ve programla birlikte anlam kazanır.Devrimci strateji ve programın uygulanabilirliği ise güçlü bir devrimci örgütlenmeyi zorunlu kılar. Kısacası; ML politik bir örgütün sınıf bilinciyle donanmış, politik kurmaylığı ile uygulanan devrimci bir program ve strateji olmadan uygulanmaya çalışılan taktiklerin politik mücadele açısından hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. (Geçerken, politik mücadelenin ML literatürde iktidar mücadelesi anlamına geldiğini de not düşelim.) İktidarı alma mücadelesine bağlanmayan taktikler ise söylemdeki tüm sol vurguya rağmen düzen içi taktikler olmaktan öteye gidemez.Bu yüzden söylemdeki tüm farklılığa rağmen  yöntemde ve kullanılan araçlarda, aynı kulvarda hareket eden, burjuva partileriyle benzeşirler. Bu gün kendilerine verdikleri isim ne olursa olsun düzen içi mücadeleyi temel almış "sol" yapıların durumu budur.

"Düzenin araçlarından yararlanarak "düzeni teşhir etmek" veya "düzenin çatlaklarından faydalanmak" gibi taktikler ise yukarıda saydığımız koşulların yokluğunda, tersi bir işlev görerek düzene eklemlenmeye ve çatlaklara dolgu malzemesi olmaya dönüşür. Düzeni teşhir ya da düzenin çatlaklarını genişletmek düzenin sınırlarını zorlayarak olur. Düzen sınırları içinde hareket etmeyi temel alarak değil.

31 Mayıs 2014 Cumartesi

İngiltere'de İşçi Sınıfının Durumu - Fredirch Engels

                                 








             REKABET 

      
SANAYİ hareketinin hemen başında, rekabetin, dokunmuş mallara olan talepteki artış sonucu dokumacıların ücretini yükselterek, böylece dokumacı-köylüleri, topraklarını yüzüstü bırakıp daha fazla para kazanmak için kendilerini bütün bütün dokuma tezgahlarına vermeye teşvik ederek, proletaryayı nasıl yarattığını, Giriş bölümünde görmüştük. Büyük çiftlik sistemi aracılığıyla küçük çiftçileri nasıl yerlerinden ettiğini, onları proletaryanın saflarına nasıl indirdiğini, ve kısmen kentlere nasıl çektiğini görmüştük; ayrıca küçük-burjuvaziyi büyük çapta nasıl yıktığını, onları da proletaryanın saflarına indirdiğini görmüştük; sermayeyi bir avuç insanın elinde ve nüfusu kentlerde nasıl merkezileştirdiğini görmüştük. Tüm bunlar, modern sanayide tam ifadesini bulan ve serbestçe gelişen rekabetin proletaryayı yaratma ve genişletmesinin çeşitli yolları ve araçları olmuştu. Şimdi,rekabetin, artık var olan işçi sınıfı üzerindeki etkilerini gözlemleyeceğiz. Bu noktada, tek tek işçilerin birinin diğeriyle rekabetinin sonuçlarını geriye doğru izleyerek başlayalım.
      Rekabet, modern sivil toplumda egemen olan herkesin herkesle savaşının en tam ifadesidir. Bu savaş, yaşam savaşı, varolma savaşı, her şey için savaş, gereksinim durumunda ölüm-kalım savaşı, yalnızca toplumun farklı sınıfları arasında verilmekle kalmaz, bu sınıfların tek tek üyeleri arasında da verilir. Herkes bir başkasının önünde engeldir, ve herkes kendi önündeki engeli bir kenara itmenin ve onun yerine geçmenin yolunu aramaktadır. Nasıl burjuvazinin üyeleri kendi aralarında rekabet halindeyseler, işçiler de kendi aralarında sürekli rekabet halindedirler. Mekanik dokuma tezgahındaki dokumacı, el-tezgahı dokumacısıyla, işsiz ya da düşük ücretli el-tezgahı dokumacısı işi olanla ya da daha iyi ücret alanla rekabet halindedir; her biri ötekinin ayağını kaydırıp yerine geçmeye çalışır. Ne var ki, işçilerin kendi aralarındaki bu rekabet, işçi üzerindeki etkisiyle, bugünkü durumun en kötü yanıdır; burjuvazinin elinde proletaryaya karşı en keskin silahtır. İşçilerin bu rekabeti birlikler yoluyla ortadan kaldırma çabaları, burjuvazinin bu birliklere karşı duyduğu nefret, ve bu birliklerin başına çöken her yenilginin burjuvazinin utkusu olması bu nedenledir.
      Proletarya çaresizdir; kendi haline bırakılırsa, tek bir gün bile yaşayamaz. Burjuvazi, sözcüğün en geniş anlamında tüm yaşama araçlarının tekelini eline geçirmiştir. Proletarya neyi gereksiniyorsa, ancak burjuvaziden, kendi tekeli içinde devlet gücü tarafından korunan burjuvaziden alabilir. Bu nedenle proleter, hukuken ve gerçekte, yaşamı ya da ölümü hakkında hüküm verebilen burjuvazinin kölesidir. Burjuvazi ona yaşam araçlarını önerebilir, ancak "denk" bir çalışma sunması karşılığında. Hatta proleterin rüştüne erişmiş sorumlu bir taraf olarak özgür seçimiyle davranıyormuş gibi bir görünüm kazanmasına; özgür, sınırlanmamış rızasıyla bir sözleşme yapıyormuş gibi bir görünüm kazanmasına bile izin verir.

20 Mayıs 2014 Salı

SOMA SORUŞTURMASI


   Kaç gündür bir yazı için uğraşıyorum. “Hayatın eski kelimeleri” yetmiyor. Oraları benim toprağım,kavruk tenlerini bildiğim,buruşuk gülüşlerini tanıdığım,katranlı elleri ile salça ekmek yediğim insanlar.Önce güneşin alnı kabağında terledi onlar;tütünde,pamukta,domateste. Tohum bitince toprakta bitti,güneşte,yerin yüzü de. Var güçleri ile okuttukları öğretmen olabildi en fazla,bir de memur. Sonra o işlerde bitirildi. Toprağı biten,umudu biten toprağın altında terlemeye başladı.
   Küçümserdiler madencileri köylükler. Hemde aralarında hiç bir fark olmadığı halde sadece gün görmüyorlar diye.Şimdi çaresiz bir razılıkla hepsi madene.Önce kendini yeniden üretmek zorunda insan. Artık birbirini tanıyan dostlar yok,alışveriş dost güveniyle yapılmıyor krediler,kredi kartları var;geldi mi ödemesi ,ödenecek.

30 Mart 2014 Pazar

SEÇİMLER ÜZERİNE YAZILAMAMIŞ BİR YAZI












Ülkenin politik yaşamında "tarihsel bir dönüm noktası" olarak olarak gösterilen yerel seçimlere gün itibarıyla girmiş bulunuyoruz. Şu anda saat 01:25. İlk oy pusulalarının sandıklara düşmesine sağcısından solcusuna bir çok kesimin gerilmiş sinirleriyle "büyük hesaplaşmanın" sonuçlarını izlemeye başlamasına sayılı saatler kaldı.

Blogumuzda  Zozan Karanın "Seçim Diye Çırpınıyorlar" yazısından sonra bir yazıda ben yazmayı ve bunu son günü yayınlamayı düşünüyordum. Bu düşüncem değişmemesine rağmen kafamda kurguladığım yazı değişti. Biraz önce yazmayı düşündüğüm her şeyden vazgeçip bu satırları düşmeye başladım.

Hayatında hiç oy kullanmamış, yeni sömürge ve  devlet biçimi faşizm olan, bir ülkede yaşadığına inanan, dolayısıyla "faşizme geçit vermemeyi" değil, faşizmi yıkmak gerektiğine ve bunun da bir devrim sorunu olduğunu inanan birinin seçimlerle ilgili yazacakları az çok tahmin edilebilir...

19 Mart 2014 Çarşamba

SEÇİM DİYE ÇIRPINIYORLAR/ZOZAN KARA

     Bizim gibi yeni sömürge tipi faşizm ile yönetilen ve emperyalizmle bağlı olan ülkelerde seçim anları demokrasi oyunu olarak oynanırken bile sınıflar mücadelesinin özel bir sahnesine dönüşemez. Oyuncular sandığı işaret ederken herkesi bir kefeye doldurur ve en büyük söylemleri demokrasi olur. Oysa burjuva potitikacıları kendi sınıf çıkarlarını korumak için iktidara gelir, birebir kendi temsiliyeti ile uğraşamayacak denli halkı sömürmekle meşgul olan burjuvaların sözcüleri ve eylemcileri olur.  Halkın taraflaşmasına ,desteğine seçilmelerini sağlayana kadar özellikle ihtiyaç duyarlar,bu yüzden kırıntılar şeklinde olsa da emekçi halkın çıkarları içinde adımlar atar.Burjuva potilkacıları  emperyalizmin içsel bir olgu olması ve oligarşik ittifakları yüzünden bunu bile yapamaz, kalıcı haklar yerine  geçici rantları koyar. İnsanca yaşamı sağlayacak ücret hakkı yerini ayni yardımlar almış,herkese sağlık hakkı  kendi cebinden karşılanmış,her çalışanı sosyal güvenceye alma  ücretlerin asgari ücretlerin altına bile indirilmesi girişimi olan bölgesel asgari ücretle tehdit edilmiş, asgari ücretin üstü iyi ücret algısı yaratılmıştır. Sermayenin ve onun temsilcisi burjuva politikacılarının halkla ilişkisi sömürme ve tehdit içeren, devletin  niteliği gereği de bir çeşit havuç sopa ilişkisine dönüşür. Seçilecekler,hangi sınıfı temsil edecekleri belli olduğu halde halk bunların içinden seçme özgürlüğünü kullanır. Bu özgürlükleri gerçekten de vardır ve haklarıdır. Özgürlük ve demokrasi bizim gibi ülkeler de gelişmiş burjuva demokrasilerinin özelliklerini taşımaz.Faşizm demogoji ve" zor" gücü baskı araçlarını kullanarak iktidara gelir ve orada yine bu araçlarla kalır.Faşizmlerde  seçime gidilirken özellikle kriz anları ve halk hareketleri keskinleştiğinde ,iki yöntem birlikte  kullanılır. Bizde bu  taraftarlarını keskinleştirmek için demogoji ve,polisi  kendisi için özel  "zor" gücü haline getirmek şeklinde olmaktadır.  Halk haziran direnişi ile başlayan süreçle birlikte bu sonuçları daha net görmeye başladı.