Bizim gibi yeni
sömürge tipi faşizm ile yönetilen ve emperyalizmle bağlı olan ülkelerde seçim
anları demokrasi oyunu olarak oynanırken bile sınıflar mücadelesinin özel bir
sahnesine dönüşemez. Oyuncular sandığı işaret ederken herkesi bir kefeye doldurur
ve en büyük söylemleri demokrasi olur. Oysa burjuva potitikacıları kendi sınıf
çıkarlarını korumak için iktidara gelir, birebir kendi temsiliyeti ile
uğraşamayacak denli halkı sömürmekle meşgul olan burjuvaların sözcüleri ve
eylemcileri olur. Halkın taraflaşmasına ,desteğine seçilmelerini sağlayana kadar özellikle ihtiyaç duyarlar,bu yüzden kırıntılar şeklinde olsa da emekçi halkın
çıkarları içinde adımlar atar.Burjuva potilkacıları emperyalizmin içsel bir olgu olması ve oligarşik ittifakları yüzünden bunu bile
yapamaz, kalıcı haklar yerine geçici
rantları koyar. İnsanca yaşamı sağlayacak ücret hakkı yerini ayni yardımlar
almış,herkese sağlık hakkı kendi
cebinden karşılanmış,her çalışanı sosyal güvenceye alma ücretlerin asgari ücretlerin altına bile
indirilmesi girişimi olan bölgesel asgari ücretle tehdit edilmiş, asgari
ücretin üstü iyi ücret algısı yaratılmıştır. Sermayenin ve onun temsilcisi burjuva politikacılarının halkla ilişkisi sömürme
ve tehdit içeren, devletin niteliği gereği de bir çeşit havuç sopa ilişkisine
dönüşür. Seçilecekler,hangi sınıfı temsil edecekleri belli
olduğu halde halk bunların içinden seçme özgürlüğünü kullanır. Bu özgürlükleri
gerçekten de vardır ve haklarıdır. Özgürlük ve demokrasi bizim gibi ülkeler de
gelişmiş burjuva demokrasilerinin özelliklerini taşımaz.Faşizm demogoji ve" zor" gücü baskı araçlarını kullanarak iktidara gelir ve orada yine bu araçlarla kalır.Faşizmlerde seçime gidilirken özellikle
kriz anları ve halk hareketleri keskinleştiğinde ,iki yöntem birlikte kullanılır. Bizde bu taraftarlarını
keskinleştirmek için demogoji ve,polisi kendisi için özel "zor" gücü
haline getirmek şeklinde olmaktadır. Halk haziran direnişi ile
başlayan süreçle birlikte bu sonuçları daha net görmeye başladı.
Haziran direnişi
ile halkın derin sessizliği emekçi ve proletaryanın direkt hareketi ile olmasa
da hizla bu kesime yaklaşanların,eskisi gibi yaşayamayacaklarını gören daha
eğitimli bir kitlenin küçük burjuvazinin , orta burjuvazinin alt katmanlarının
ve apolitik gençliğin geniş katılımı ile yükselttiği sese ve eyleme bireysel
katılımı ve giderek sahip çıkması ile gerçekleşti. Nitekim ateş giderek halkın
yaşadığı emekçi mahallelerine sıçradı ve gerçek anlamını “direnişi” orada
tutuşturdu. Halka çoktandır unutturulmaya çalışılan tanışıklıkları ve öz
yönetim deneyimleri filizler halinde ortaya çıkmaya bütünleştirici karakteri
ile tehdidi görünür kılmaya başladı. Forumlar, araç işlevini sadece söz söylemek
değil,yerellerde ve mahalleler de yavaşta olsa komiteler,çalışma grupları oluşturarak iş yapmaya,yerel ve genel direnişin öz örgütlerinin nüvelerini olgunlaştırmaya başladı. Bu
kadarı fazlaydı,izin verilemezdi,
Egemenler
temsiliyetini üstlendiği burjuvazi ve emrinde olduğu emperyalizmin politikaları
dışında bir tercihte bulunamaz. Hızla genişleyen haziran direnişinin tehdit
edilmesi gerekiyordu. Bu tehdit halka küçük havalanma bacaları da sağlayamayacak kadar kendini devlet iktidarına
ve halka dayatmaya başladı.Araçları ise sandık demokrasisi ve hukuksuzluğunu
pekiştirdiği polis terörü oldu. Yönetimdeki bujuva politikacıları, ilk yüzde elli söylemi ile önlem
almaya başladı. Safları keskinleştirmek, demogojiyi arttırarak uygulanmaya başlandı. Kendi tarafında saflaştırdığı her kesimi saldırıya geçmek üzere hazırladı.Bu saldırılar Berkin Elvan'ın mahallesini,vapur da trende birey birey halkı
hedef alacak kadar boyutlanmıştır. Bizim halkımızın geleneksel olarak, direniş
ve pasifikasyon arasın da salınımlandığı
bilinir. Özellikle devlet yönetimdeki ve ekonomideki kriz anlarının görünür
olması halkın ne yapacağı,çıkarlarını nasıl konumlanarak korumaya çalışacağı devrimci hareketinin etkin örgütlenmeye sahip
olmaması nedeniyle genellikle burjuva kliklerin temsilcilerinin arasında
salınımlanır, ancak devrimcilerin önderlik edebildiği koşullarda direniş keskinleşir.işte böyle bir dönemde
devlet egemenliğini elinde bulunduran burjuva politikacıları 17 aralık ile karşı karşıya kaldı. Kendi gerçek yüzü açığa
çıktı. Bu yüzü örtmek için sermeye iç çatışmasının tarafını da ortaya çıkardı ve ona da vurmaya
başladı.Sermayenin bir bölümünün örgütlendiği Cemaat ve Fetullah Gülen ile ortaklıkları da kurban yapılıverdi.
Böylece çok daha sinsi ve hesaplı hareket eden kısmını da atmış,halkın kendisine
hala destekleyen kısmını daha hızlı keskinleştirmek ve onun üstünden de
politika yapma olanaklarını arttırmış oldu. Hem içinde ki ortaklığı temizleyip
iktidara tüm araçları ile yerleşmeyi başardı.
Egemenler kendine ait milis gücünü politik olarak
“demokrasi” söylemini kullanarak tarafsizlaştırdığı kürt hareketi,liberaller ve
revizyonist sol grupların desteğini kaybetmemek ve iktidarını çok sağlam
görmesi yüzünden özel bir çalışmayla açıkça oluşturamadı. Bunun yerine ilk
başlardan beri kendisi için hareket darlığı yaratan ordunun ulusalcı kanadının etkisizleştirilmesi
sürecinde de kullandığı “özel polis”teşkilatını yarattı. Polis bu günkü işlevi
ile egemenin‘nin özel militarize gücünden başka bir şey değildir. Polisin ülkenin iç savaş koşullarında etkin müdahale edecek şekilde düzenlenmeside tamamlandı. Engelleyebilecek tüm unsurların etkisizleştirerek uzun zamandır mesai yaptığı,taraflaştırdığı polisi kendi milis gücü yerine açıkça kullanmaya başladı. Polis işte bu özel
işlevi nedeniyle bu kadar taraflı,saldırgan ve öldürmekten çekinmiyor.
Faşizm demogoji ve "zor "gücü olmadan başarı
kazanamaz. Faşizmin fiili olarak demokrasi demogojisi ile gizlenerek iş başında
tutulduğu düşünülürse ülkede neden burjuva anlamıyla bile demokrasiden söz
edemeyeceğimiz ortadadır. 12 Eylül açık
faşizim uygulamasından beri,baskı ortamında bir nefes alma,söz söyleme
mücadelesi çok açık yenilgiye rağmen yine devrimci hareket tarafından
gündemleştirilmiştir. Bu mücadelenin pratik süreci devrimci hareketlerin
geleneksel duruşları olan taban örgütlenmeleri ve onlara önderlik eden
devrimcilerin "öz" güçlerinin çabasıyla eyleyiş biçimleri doğurmaya başlamıştır.
Pratik sürecin devrimci özneler tarafından örülmesi aynı zaman da devrimci
örgütlerinde kendini yeniden var etmesidir. Bir çok devrimci yapı 12 eylül açık faşizmin
yıkıcı etkilerinden kendini koruyarak çıkamadığı için bu süreç erozyonik bir kayma eşliğinde olmaktadır. Devrimci
aklın ve yol göstericiliğin sınandığı bu süreçte erezyona en büyük katkıyı
demokrasi tartışmaları yapmış görünüyor. Üstünde çok fikir geliştirilse ve ülkenin geri kalmış
tarihini gözden kaçırmasa da “hangi demokrasi “ sorusu faşizm koşullarında
sorulurken yenilginin ve erozyonun devamında burjuva demokrasisi ve “söz hakkı” önemli olmaya başlamıştır. Söz
hakkı demokrasisi bir taban örgütlenmesi ve eyleyiş olarak düşünülmediğinde
“özgürlük” yan argümanlarda özden uzaklaşarak sınıfsal özünü yitirmiştir. Bu
argümanların dillendirildiği revizyonist sol ve yasalcılık da devrimci
yapıların maksist Leninist örgütlenmelerinin üstünde bir gerileme etkisi
yapmış, revizyonizmin burjuva ve
emperyalist ülkelerin desteğiyle halkın çıkarlarının karşısında gerici konumlanışının
etkilerini kıramamışlardır. Atılım yaptıkları anda da cezaevleri ve devlet terörü ile karşı karşıya kalmışlardır. Daralarak,halkla bağları gittikçe
zayıflamış,tutundukları alanlarda kalmak bile direnmek anlamına geldiği
için korunmanın ötesine geçememişlerdir.
Özgür düşünce
demokrasisi cinsel,etnik,ulusal,dinsel ve günlük yaşamın özgürleşmesine
yönelmiştir ki sınırları ülkemizde olamayacak burjuva demokrasisi varmış gibi
yapılarak ve emperyalist kapitalizmin güncel ihtiyaçlarını içererek
geliştirilmeye çalışılmıştır. Sınıfsal
öz ve gerçek yaşam mücadelesi içinde emekçi,yoksul halk ve proletarya bu
hezeyana kurban edilmiştir. Bu kurban ediliş hızla devrimci yapılar ile halk
arasında bir uçurum oluşturmuş,gerçek sorunların yerine küçük burjuvazinin
sorunları ikame edilmesi ile son bulmuştur.
Bir ülkede eğer o
tarihsel dönemde,o ülkenin üretim ilişkilerinin ve gerektirdiği mücadele
biçimlerinin hedefi gerçek emekçi halk kitleleri ve proletarya olmaktan uzaklaşırsa,mücadele de motor güç
olarak onların sorunları hedefe konulmazsa oluşacak manzara umutsuzluktur. Çok
uzun zamandır gerçekliğinden uzaklaşmış sendikal hareket ve tekil direniş örgütlenmelerin yaratıcı ve mücadeleci tutumları da dahil
edilerek söylenebilir ki devrimci hareketlerin başına gelen budur. Sınıfsal öz
yitirilerek emek sermaye çelişkisinden uzaklaştıkça işçiler ve yoksul emekçi
halkların aynı mücadelede birleşen özü daha az ortaya çıkar olmuştur. Genel
mücadele görünümünü katılımsız ve halksız bırakan bu ayrışma bir potansiyel
olarak, haziran direnişi ile halkla, öfkesinde birleşmeye,büyümeye devam ederek kırılmaya başlamıştır. Politik yaşamla günlük
yaşam arasındaki farkları silerek ve yoksul emekçi halk ve proletarya ile birlikte devrimci öncülüğün yapacağı “öz “
örgütlenmeler işte o zaman isterse adına gazoz ağacı densin bu halkların gerçek
tercihi olabilecek,seçim yapıldı diyeceğiz.
Derin çelişkilerin
bıçak sırtında yaşam ve yok oluş arasında olduğu anlarda yoksul emekçi halkın ve proletaryanın sorunlarını sandık değil devrim için güne uygun araçlarla ve devrimin silahlı
bir savaş olduğu unutmadan ilmek ilmek ören devrimci bir hareket çözümleyebilir. Hiçbir
zaman geç değil,sınıfsal perspektife sahip tüm devrimcilerle ve emekçi halk ve proletarya
ile yoldaşlaşanlar kazanacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder