10 Haziran 2015 Çarşamba

Ayhan Gökvelioğlu Anısına - Bora Kara


Ayhan GÖKVELİOĞLU







Tarih, 1979'un 1 Mayıs'ı. Tutsaklığımın ilk yılları ve cezaevi sürgünlerim yeni başlıyor. Ayaklarından sevk zinciriyle birbirine bağlanmış, elleri kelepçeli dört genç adam. Nereye gittikleri ve nelerle karşılaşacaklarını bilememenin tedirginliğine rağmen bir sürgün yolculuğunda da olsa, mahpushane duvarlarının dışına çıkıp şehirlerarası bir yolculuk yapmanın  hüzün ve "keyif" karışımı duygularıyla, sigaralarından derin nefesler çekerek bundan sonrasının durum tahlillerini yapmaya çalışıyorlar. Gidecekleri cezaevleriyle ilgili bildiklerini gözden geçiriyor, daha sonra kendi aralarında nasıl haberleşeceklerini, mektuplarda kullanacakları şifreli sözcükleri, dışarıyla ilk kim bağlantı kurarsa diğerlerinin de nerelerde olduklarını haber vermelerini filan... Üstlerinde var olan para ve sigaralar paylaşılıyor. Belki de uzun süre bir arada olamayacaklarını bilerek dostluğun sohbetini çıkarmayı, bileklerini acıtmaya başlayan zincirlere rağmen başarıyorlar.

Cezaevi ringinden ilk ben iniyorum. Son bir defa daha kucaklaşıyor ve vedalaşıyoruz. Ring gecenin karanlığında uzaklaşırken ben gardiyanların pek de dostça olmayan refakatleri eşliğinde Bolvadin Cezaevinin kapısından içeri giriyorum...
Sonra bildiğimiz rutin; sadece iç çamaşırı ile kaldığın arama, sürgün dosyanın incelenmesi, itip kakmalar, tehdit ve hakaretler. Senin karşı koyuşun, karşılıklı bağrışmalar, attığın sloganlar, bir anda üstüne çullanan gardiyanlar, tekmeler, yumruklar ağzında alışkın olduğun kendi kanının tadı. Sürüklenerek geçirildiğin koridorlar, açılan demir bir kapı, beton zemin üzerine fırlatılışın, kapanan demir bir kapı ve  Bolvadin'de ilk gece başlıyor...

İşkenceden sonra duyulan o garip uyuma hissi ve bir sigara yakmaya duyulan dayanılmaz istek. Sigara yok, uyumak ta mümkün değil, en iyisi kalkıp volta atmak. Üç adım volta menzilinde geçen zaman. Gecenin ağır sessizliği ve birden sessizliğin   işkence gören bir insanın çığlığıyla bozuluşu. Ardından açılan kapı ve yaklaşan ayak sesleri "kimi getiriyorlar" diye merak edişin. Hücre kapının açılışı tekmelerle, yumruklarla yeniden dışarı çıkarılış, bir saat kadar önce işkence gördüğün yer, çember sakallı bir gardiyanın "seni daha falaka faslından geçirmedik" diyen sesi. Çıplak ayaklarına inen sopa darbeleri, tabanlarından omurlarına ve oradan beynine doğru yüklenen acı. Acıya karşı bağırma hissi. Ama ah! Demek karşılarında küçülmek yok.. Fakat acı ancak ciğerlerden  bir sesin çıkmasıyla hafifleyecek sanki. Ve sesini bırakıyorsun; " faşist köpekler bunun hesabını vereceksiniz, devrimcilere işkence yapmanın ne demek olduğunu öğreneceksiniz..” Ayağa kaldırılışın, yerde ki ıslak tuzun üzerinde yürümeye zorlanışın, sırtına çıkmaya çalışan bir gardiyan. İtişler kakışlar, açılan kapılar, kapanan kapılar, beton zemin üzerinde boylu boyunca yatan bedeninin ayağa kalkmak istemeyişi. Sonra zorla doğruluşun, hücrede yalnız olmadığını görüşün. Karşında biraz önce senle beraber işkence gören adamın  kaygılı ve biraz da şaşkın bakışı.


Adamın adı Aydın'dı (soyadı bende kalsın) Çok konuşkan bir tipti. Durmadan bir şeyler anlatıyor ve bana durmadan bir şeyler soruyordu. Sorularını kısa cevaplarla geçiştiriyor çok fazla konuşmak istemediğimi de tavırlarımla belli ediyordum.  Günlerdir doktora çıkmak istiyormuş götürmüyorlarmış, o da savcılığa dilekçe yazmış. Geceleyin koğuştan alıp " sen bizi savcıya şikâyet edersin ha" diyerek  bir ufak "ezinti" yapmışlar...
Sonra bir ara; 
"çok fazla diklenme bunlara, biraz esnek olmaya çalış, hepsi faşist. Ayhan'a günlerce işkence yaptılar, o diklendikçe bunlar yüklendi, adam bir ayda kendine zor geldi"  diye öğütte bulundu.
" Ayhan kim?" dedim anlatmaya başladı.

Adı Ayhan Gökvelioğlu idi. Aynı benim gibi, daha ilk geldiği gün işkenceye almışlardı. Ayhan fiili olarak direnmiş bu ara müdürün suratına bir yumruk atmayı da başarmıştı. İşkencedeki dik duruşu bir yana bir komünistten yumruk yemek Başta MHP'li bir faşist olan müdür olmak üzere tümü faşist ve gericilerden oluşan cezaevi personelini adeta çıldırtmış, Ayhan'a günlerce işkence yapmışlar ama bir adım bile geri adım attıramamışlardı. Sonra cezaevinin ana (kısımlardan) bölümünden ayrı, daha çok "sakıncalı" gördükleri mahkûmların bulunduğu küçük bir koğuşa koymuşlardı. Üstüne gitmekten de vazgeçmişlerdi. Ayhan’ın direnişi cezaevinde kulaktan kulağa yayılmış faşist cezaevi yönetiminin otoritesini de epeyi sarsmıştı.

Aydın, Ayhan'la aynı koğuşta kalıyordu. Cezaevinde yemek çıkmadığı için Aydın'ın yemeğini koğuştan arkadaşları gönderiyordu. Benimki de oradan gelmeye başladı. Ayhan'la ilk haberleşmemizi bu sayede gerçekleştirdik. Yemeğimizin geldiği alüminyum tabaklardan birinin içini çatalla kazıyarak Aydın ilk notunu gönderdi. " Ayhan, yanımda sizden bir arkadaş var. Sigara gönderin" Koğuştan yemekleri getirip götüren arkadaş adeta kaş göz işareti ve bakışlarıyla konuşmayı beceriyordu. Akşam gelen yemeklerimizi hücrenin kapısından alırken getiren arkadaşın gözleri çok şeyler anlatmaya çalışıyordu ve galiba anlamıştık. Kaşıklarımızı hızla tabağın içine daldırıp karıştırdık. Aydın'ın tabağından naylona sarılmış altı tek sigara, kibrit çöpleri ve eczası çıktı.  Benimkinden ise gene naylona sarılmış küçük bir kâğıda küçücük harflerle yazılmış bir not. 

" Dost Merhaba. Geçmiş olsun. Buranın koşullarını az çok anlamışsındır, kendine dikkat et. Yanındaki arkadaşa güvenebilirsin. Aynı yöntemi kullanarak haberleşebiliriz. Kritik bir durum olursa haber vermeye çalışırsın. Hücreden çıkardıklarında büyük ihtimalle bizim koğuşa ya da yanımızda ki koğuşa verirler. O zaman durumlara bakarız."

Sigaramdan derin nefesler çekerken keyfim yerindeydi. Yara bere içindeki bedenimle daracık karanlık bir hücrede zaman pek keyifli geçmiyordu ama biraz ötelerde bir yoldaşımın olduğunu bilmek büyük bir moral kaynağı idi. " zindanda yatarken bile asla yalnız kalmamak" güzel şeydi.

Hücreden çıktığımda Ayhan'la aynı koğuşa vermediler. Hemen onların yanındaki koğuştaydım. Sanırım ikimizin bir arada olmasını istemediler. Haberleşmek ve görüşmek için değişik yollar bulduk. Duvarın hemen üzerinden attığımız toplara iliştirdiğimiz pusulalar, berbere çıkarken kısacık ayaküstü konuşmalar.vb.  En uzun konuşmamızı birlikte hastaneye giderek yaptık. Cezaevinde doktor yoktu. Sağlık sorunu olanlar dilekçe yazıyor ve haftanın belli bir günü toplu halde devlet hastanesine götürüyorlardı. O gün ilk defa birbirimize sarılma fırsatı bulduk. Arabanın içinde ve hastane de sıra beklerken uzun uzun konuştuk. Cezaevi koşulları berbattı. İşkence günlük yaşamın bir parçası olmuş, mahkûm sindirilmişti. Gardiyanların yarısı resmen MHP'li yarısı da MSP'li idi. Yerli mahkûmun neredeyse tamamı muhbir haline getirilmişti. İkimizin kaldığı koğuşta kısımlardan izole edilmiş durumdaydı ve içeride epeyi faşist olduğu söyleniyordu. Bir hareket başlatırsak tek güveneme ihtimalimiz olan dışarıdan sürgün gelmiş adli mahkûmlardı. Benim koğuşta bizim sempatizanlardan üç arkadaş vardı ve oldukça yiğit arkadaşlardı. Ayhan’ın koğuşunda politik insan yoktu ama güvenilir feodaller vardı. Aydın'da onlardan biriydi. Yapılabilecek tek şey isyan çıkartmaktı. Ama elimizde tırnak çakısı bile yoktu. Önce "alet" ayarlamamız gerekiyordu. Bunun için değişik seçenekler üzerinde kafa yorduk. Ancak Ayhan'ın mahkemesinin sürdüğü yere nakledilme ihtimali yüksekti.
Zamanımız yettiğince bir sürü şeyi konuştuk. Buradaki baskıyı kırmanın tek yolunun askeri bir yöntem yani isyan olduğu ve gerekli donanımları sağlamak için  çaba harcamak konusunda anlaştık.

Ancak Ayhan'ı kısa bir süre sonra mahkemesi için gönderdiler. Gitmeden önce çok kısa kaçamak bir konuşma imkanı bulduk. " Aklım sende kalacak, kendine dikkat et" dedi. "Merak etme" dedim. 

Ayhan'ın dışarı çıktığını epeyi sonra duydum.  Uzun zaman bir daha Ayhan'dan haber alamadım. Ta ki Ahmet Pehlivan'la birlikte şehit düştüklerini öğreninceye kadar. Tuhaftır ki aklıma ilk gelen şey, bir naylona sarılmış altı tek sigara ve merhaba dostum diye başlayan pusula oldu. Bir de memleketin ücra bir köşesinde faşist bir kuşatma altında iki yoldaşın dostça sarılışı.


Merhaba dostum, yıllar sonra merhaba Ayhan. 

Bora Kara


Ayhan GÖKVELİOĞLU 1956 - Haziran 1984 
1956 yılında Tokat'da doğdu. Devrimci mücadeleye Sivas'da katıldı. Devlet Demiryolları'nda işçiydi. Sevilen bir işçi önderi olmasının yanısıra Sivas İşçiler Derneği'nin de aktif bir üyesiydi.
Bir faşistin yaralanmasıyla sonuçlanan bir çatışmanın ardından, 1978'de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. Çıktıktan sonra mücadeleyi sürdürdü. Tekrar tutuklandı, 12 Eylül'derı hemen sonra serbest bırakıldı. Daha sonra, Sivas ve çevresinde yürütülmekte olan 'Anayasaya Hayır' kampanyasında aktif olarak çalıştı. O sıralarda peşpeşe yakalanmalar yaşanıyordu. Ayhan da aranır duruma düşünce, kırdaki çalışmalara katıldı. Hareketin ağır darbe almış olmasına rağmen Sivas, Tokat, Yozgat bölgelerinde bir yandan dağılan ilişkileri toparlamaya çalışırken bir yandan da Cunta'ya karşı eylemci bir mücadele çizgisini sürdürdü. Bölgenin direniş önderlerindendi.
Bir grup arkadaşıyla birlikte Filistin'deki kamplara katılıp eğitim gördü. Belirlenen politikalar doğrultusunda gerilla mücadelesi oluşturmak için Türkiye'ye döndü.
Bir arkadaşı anlatıyor:
"Ayhan Gökvelioğlu, orta boylu, güçlü kuvvetli biriydi. Dağ yaşamı onu hiç zorlamadı. Zaten hiç bir zorluktan da kaçmazdı. Müthiş bir "sığınak yapıcısı"ydı. Çalıştığı köylerde şok sıcak ve sağlam ilişkiler kurardı. Bu tür ilişkiler kurmaya yatkın bir kişiliği vardı. Karadeniz- Malatya hattında kurulacak gerilla birlikleri ve örgütlenmelerle ilgili önemli sorumluluklar üstlenmişti."
1984 yılı Haziran ayında Tokat-Sivas sınırında bir dağ köyünde askeri birliklerle çıkan bir çatışmada, Ayhan kuşatmayı yarıp çıkmış olmasına rağmen, vurulan Ahmet Pehlivan'ı kurtarmak için geri döndü ve o da vuruldu. Ahmet Pehlivan'la birlikte öldürüldü.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder