30 Ekim 2015 Cuma

İKİLİ HAYATLAR VE DEVRİMCİLİK - Bora Kara

Devrimcilik gönüllülük işidir. Bu gönüllülük, başlangıcı da içerir bitişi de. Mücadeleye atılırken hiç kimse seni buna zorlamaz. Etkiler, yönlendirir ama zorlamaz. Bir gün yorulduğunu, gücünün yetmediğini, nefesinin tıkandığını düşünüp dürüstçe, “benden bu kadar”  ya da “şu kadar” der ve daha mütevazı bir hayata çekilmek istersen kimse sana kızmaz, düşman olmaz, zorlamaz. Böyle biriyle insani düzeyde ilişkilerin sürdürülmesinde hiçbir sakınca yoktur.


Devrimcilik gönüllülük işidir dedik. Bu gönüllük her türlü musibeti, zorluğu, sıkıntıyı göze almak demektir. Bu sıkıntılar sadece ölümü, tutsaklığı, işkenceyi göze almak değildir. Çok daha geniş bir alanı kapsar; bir yenilgi sonrası yapayalnız ve dört bir yanın kuşatılmış olarak kalabilirsin. Sevdiğin kadından/adamdan ve çocuklarından ayrı düşebilir veya onların günlük yaşam içindeki sorunlarında, yanlarında olamayacak koşullarda olabilirsin.  Barınmak, beslenmek kısacası yaşamanın asgari gereksinmelerini karşılamakta zorlandığın günlerin olabilir.  Örgütsüzlük ve dağınıklığın hâkim olduğu, asgari yaşam koşullarının, azami kuşatma altında gerçekleştirilmeye çalışıldığı böylesi zorlu günlerde, devrimci yaşam biçiminden ödün vermeden yaşayabilmek gerçekten kolay iş değildir. Ama “yanlışın ve yanlışı sürdürmenin yolunda bir doğru olacaksan eğer, acıyla ve kan ter içinde yürümeye alışacaksın”


Yani Devrim yapmak için yola çıkan insan birçok şeyi göze alarak yola çıkar. Bütün bunları hiç kimse senden saklamaz, tam tersine, dostların, yoldaşların sana karşılaşacağın sıkıntıları ve bunlara her zaman hazır olunması gerektiğini sık sık hatırlatır, uyarır. 

Devrimcilik kendi başına inanç işi değildir, bilinçli bir inançtır. Çıktığın yol, bilinçle inandığın ve bu yolda karşına çıkacak her türlü sıkıntıyı öngörerek göze aldığın bir yoldur.

Ama ola ki, başlangıçta bütün bunları biliyor olmana rağmen, nefesinin yetmediğini, direncinin eşiğine geldiğini, akıtacak kanın ve terinin kalmadığını, artık bu yolu yürüyemeyeceğine inanıyorsan.

Damarlarındaki kanın eskisi gibi akmadığına, bacaklarında 
dolambaçlı, engebeli ve dik” yolculuklara çıkacak güç kalmadığını düşünüyorsan.

Evet, durum buysa yapılması gereken tek şey ne kendini, ne de başkalarını kandırmadan.  Namusluca, dürüstçe kendi sınırlarına çekilmektir.

Dedik ya, bir gün gönüllü olarak başladığı bu yolculuğu yine gönüllü olarak bitirmek isteyene ya da, “benim sınırlarım artık şu kadar” diyene, bunu dürüstçe ve hiç kimseye zarar vermeden yapana, belki bir yol arkadaşımız geri düştü diye üzülürüz ama düşman bellemeyiz. İnsani düzeyde ilişkilerimizi sürdürmekte bir sakınca görmeyiz.

Tükenişlerini ihanete kadar götürüp, karşı devrim saflarına geçmiş olanları bu konunun dışında bırakarak devam edelim.

Bazıları ise kendilerindeki geri düşüşe rağmen kendi köşelerine çekilmek istemezler. Kendi öznel konum ve ihtiyaçlarını teorize ederek geniş bir kitleyi kendi bulundukları geri pozisyona çekmek için çaba harcarlar. Onlar şimdiye kadar devrimci mücadele içinde “bir şey” olmuşlardır. Kendilerindeki geri düşüşü ve bu düşüşe neden olan zaaflarını kabul edip “sıradan” bir yaşama çekilmek onlar için “bir şey” olmaktan çıkıp, “hiçbir şey” olmak anlamına gelir ki bunu kabul etmek küçük burjuva ruhlarına aykırıdır. Onlar, "bütün düğünlerde damat, bütün cenazelerde ölü”olmaya alışkındırlar. Hele ki, daha “ünlü” olanların sade bir yaşamı tercih etmeleri daha zordur. Bunlar hiçbir zaman solculuktan vazgeçmezler. Bir kısmının yaptığı gibi politik ilişkilerini tamamen bir kenara bırakıp, kendi kişisel ekonomik olanakları için düzenle bütünleşenlerden değildirler. Ama devrimci mücadelenin gereklerini yerine getirecek, bunun sıkıntılarını göze alacak durumları da yoktur.

Devrimcilik zor iştir, bu zorluğu göze alamayıp ama hala bu ilişkiler içinde kendine bir yer edinmek, bir şey olmak isteyenin yapması gereken tek şey vardır; devrimciliği daha kolay yapılır, kendi geri düşüşüne uygun bir çizgiye çekerek tarif etmek ve başkalarını da buna ikna etmek. Üç aşağı, beş yukarı aynı özelliklere sahip olanlar ikna olmakta fazla zorlanmazlar. 
Ve zorlanmadılar da.

"Değişen koşullar”  girizgâhıyla başlayan, “yeni şartlar” diye devam eden ve “reel politika” ile tamamlanan bu anlayışın ince çizgileri bir yığın “derin entelektüel ürünlerin” katkılarıyla doldurulur. Bu yeni entelektüel ürünlerin içinde bol bol; “birey”, “özgürlükler”, “kimlik”, “özel yaşam- politik yaşam”, gibi kavramlar, ince çizgilerin ana malzemeleri olarak yer alır. Başlangıç olarak geri düşmüşlerin, yarı tükenmişlerin, kafası karışıkların, vb.lerinin etrafında toparlanarak “örgütlendikleri” bu anlayış ne yazık ki hızla, samimi ama yetersiz bir kitleyi de etkisi altına alarak genişler. Ve devrimci mücadeleye verdikleri en önemli zararlardan biri budur.
Artık mücadele çizgisi en geri düşenlerin bile içinde yer alabileceği, kendini var edebileceği bir yere çekilmiştir. Devrimcilik kolaylaşmış ,”hayatın gerçeklerine uygun” bir hale gelmiştir. Zaman “reel politika” zamanıdır.

Devrimcilik bir yaşam biçimidir anlayışı geniş bir kesim için, ikili hayatlara dönüşmüştür. Politik yaşam ve özel yaşam birbirinden ayrılmış, politik yaşam gitgide özel yaşamdan kalan boş zamanlarda yapılan bir iş haline gelmiştir. "İşin, ailen, çocukların, kişisel zevklerin senin özel alanındır. İşinde ilerlemeye çalışmak, daha fazla para kazanma gayreti; çocuklarının geleceğini güvence altına almak, onlara bir şeyler bırakmak için uğraşmak, iyi okullarda eğitim görmelerini sağlamak vb. Bütün bunların temel sorunlar haline gelmesinde hiçbir sakıncası yoktur, bunlar gayet insani şeylerdir." Bu insani şeylerden geri kalan zamanlarda politik şeylerle uğraşılır.

Varoşlardan, emekçi mahallerinden filan bolca söz etmelerine rağmen, kendilerine ikametgâh alanı olarak daha “güvenlikli” yerleri seçerler. Eğer hala bir emekçi mahallesinde oturuyorlarsa, ekonomik koşullarının elverdiği ilk fırsatta kendilerini mahallenin dışına atmak için uğraşırlar.

Küçük burjuva sınıfının karakteristik özelliklerini gösterirler ama üretim ilişkileri içindeki konumları bakımından hepsi bu sınıfın üyeleri değildir. İçlerinde işçi, emekçi kategorisine koyabileceklerimiz epeyi bir sayı oluşturur. Elbette küçük burjuva olmamak, küçük burjuva ideolojisinin etkisi altında olmamak anlamına gelmiyor. Ancak bunların durumları ideolojik düzeydeki eklektik konumlarından dolayı, daha karmaşık ve tutarsızlıklarla dolu bir tablo ortaya koyar.

Bu günlerde kandırılma mağduru olarak ortaya çıkan Murat Belge’nin bir zamanlar söylediği ” soyut bir gelecek için somut bu günden vazgeçilemez”   kelamına uygun olarak   yaşarlar. 
Bunlar için, “Devrim, sosyalizm soyut bir gelecektir, şimdi, bu gün yani mevcut kapitalist sistem somut olarak yaşanandır. Biz, ister istemez, mecburiyetten yaşadığımız koşullarda bugün (kimilerine göre hemen şimdi) somut bir şeyler elde etmek zorundayız.” Bu “elde etmek” toplumsal düzeyde bir gönderme gibi görünse de kişisel düzeyi de içerir.(hatta daha fazla kişisel düzeyi içerir dersek haksızlık etmiş olmayız) Devrim soyut bir geleceğe ertelendi mi yapılacak tek şey günü kurtarmaktır ve öyle de yapılır.

Emekçi halk kitlelerinin de derdi “günü kurtarmaktır” Günü kurtarmaya çalışan emekçi halk, kendileri gibi günü kurtarma derdinde olan bu solcuları görünce aralarındaki “benzerliği” hemen fark eder.

Benzerliği fark ederde ne olur? Bu benzerliğin etkisiyle “hadi hep beraber günü kurtaralım” diye bunların örgütlenme alanlarına mı girerler?

Kesinlikle hayır. Halk kitlelerini etkileyecek, onlarda saygı uyandıracak olanlar kesinlikle kendileri gibi düşünen, kendileri gibi davrananlar değildir.Kendilerinin düşünemediğini, göremediğini, cesaret edemediğini onlara gösterenlerdir. 

Bilinir ki kitlelerin kendiliğinden bilinci verili toplumun bilincidir. Halk sınıfları, sahip oldukları bu bilinçle günü kurtarmak, daha doğru bir deyimle yaşamlarını yeniden üretebilmek için; bencil, pragmatist, rekabetçi, korkulu, vb. olabilirler ve öyledirler de.  Ama bu olumsuz bilinci değiştirme iddiasında olanların, ilkeli, dayanışmacı, cesur olmaları gerekir. Devrimcilerin özleriyle sözleri bir olur. Söyledikleriyle yaşadıkları arasında tutarsızlık olmaz. Sadece gelecek güzel günlere övgüler düzmek yetmez, bu günkü toplumun bütün çirkinlik ve çelişkileri içinde onlar geleceğin bütün güzelliklerini kendilerinde somutlar. Bu özellikleriyle halkın içinde kök salar, onlarla organik bir bütünleşmeyi sağlar. Halk kitleleri başlangıçta mesafeli yaklaşsa da, ancak bu özelliklere sahip olanlara dikkatini yöneltir, ciddiye alır, saygı duyar. Aslında devrimcilerde gördükleri şey, kendilerinin ortaya koyamadığı cesaret, çözemedikleri çelişkilerin açıklanması, kahroldukları bencil yalnızlığın içinde özlemini duydukları ama olamadıkları kolektif insandır.

Söyledikleriyle yaptıkları arasındaki çelişkiyle belirlenen bir tutarsızlığın karşılığı olan yaşamlarıyla ortalıkta devrimcilik yapmak adına dolaşanların halk kitlelerinin bilinçlerindeki karşılığı  “devrimcilik buysa…” olur. Bunu takiben, devrimcilere, sosyalistlere karşı artan bir hoşnutsuzluk, küçümseme, güvensizlik hızla gelişerek genel bir kanı haline dönüşmeye başlar. “Devrimcilerin” yaptıkları devrimci mücadelenin toplam havuzunu hızla kirletir. “Devrimcilerden” soğuyan, uzaklaşan halk kitleleri devrimcilikten soğumaya, uzaklaşmaya başlar.

Bu gün canlarını dişlerine takmış bir şekilde devrimci mücadelenin damarlarını açık tutmak, kan akışını sağlamak için kan ter içinde koşuşturan, devrimci sosyalistlerin önündeki en büyük engellerden biri, damarlarda tıkaç vazifesi görerek kangrene, çürümeye yol açan söz konusu kesimlerdir.

İdeolojilerinin ideolojisizlikle belirlendiği bu kesimler, devrimci sosyalist mücadele içinde yer almaya uygun olmayan bütün olumsuz özelliklerine rağmen, ısrarla sosyalist mücadele içinde var olmaya, bir şey olmaya çalışanlar ve bunların etkisi altına girmiş geniş bir niceliği kapsar. Günümüzde etki alanları gittikçe artmakta hâkim anlayış haline gelmektedir.

Dört bir yandan düşmanın kuşatması altına alınmış devrimci mücadele aynı zamanda söz konusu anlayışın kuşatması ve bozucu dağıtıcı etkisiyle de mücadele etmek zorundadır. Bu gün ML Düşüncenin temel ilkelerinden ödün vermeden mücadelelerini sürdürmeye çalışan devrimci güçlerin azınlık durumda olduğu kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Elbette ki her şey nicelik değildir ve niteliksiz bir kalabalık olmaktansa, nitelikli bir azınlık olmak tercih edilir. Ancak bu geçici bir tercihtir, nitelikli bir niceliğe ulaşmadaki ön koşuldur. Eğer bizler nitelikli bir çoğalmayı sağlayamazsak, günümüzde olduğu gibi boşluk başkaları tarafından doldurulur.

Güçlü bir devrimci örgütlenmenin olmadığı koşullarda, devrimci mücadeleden soğutulmuş, uzaklaştırılmış halk kesimleri, düzenin şu veya bu kanadına yedeklenmeye başlar.

Düzenin sınırları dışına çıkmak gerektiğini düşünen, en azından bulanık bir bilinçle de olsa bu doğrultu da bir şeyler yapmak isteyen ve devrimci mücadele için en kısa erimli potansiyeli oluşturacak kesimler ise, yukarıda sözünü ettiğimiz hâkim anlayışın etkisine girererek, sol bir görünümle yeniden düzen içine emilirler. Günümüzdeki manzara tam da böyledir.

Burjuvaziye karşı mücadeleyle burjuvazinin sol içindeki uzantılarına karşı mücadele birbirinden ayrılmaz anlayışı, her zamankinden fazla önemli hale gelmiştir. Bu mücadelenin yolu yöntemi bulunmak zorundadır. Bunu, başka yazıların konusu olarak devam etmek üzere birkaç cümlelik ön not düşerek noktalayalım.

Bu gün düzen içi mücadeleyi temel almış yapılar kendi özelliklerine uygun olarak birkaç ana kümelenmede toparlanmış görünmektedir. Bunların dışında kalan devrimci yapıların çok yönlü bir mücadele için güçlerini bir araya getirmeleri, bunun ön başlangıcı için pratik adımların atılması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Zaten, aynıların aynı, ayrıların ayrı yerde durduğu koşullar pratik olarak gerçekleşmiştir. Sorun gözümüzün önünde ortaya çıkan bu gerçeğe cevap veren adımları atabilmek, düzen dışı mücadeleyi temel alan devrimci güçler arasındaki birlik ve dayanışmanın pratikteki karşılığını oluşturabilmenin yolunu yöntemini bulabilmektir.

Şimdi, sınıflar mücadelesinin somut  koşulları önümüze hayati bir görev olarak, Nitelikli azınlığın güç birliğini koyuyor. Nitelikli bir çoğunluğa ulaşmanın başka yolu görünmüyor gibi.


1 yorum:

  1. Katkı ;
    "Hiç insan yok - ama yine de çok insan var. Çok insan var, çünkü işçi sınıfında ve toplumun gittikçe farklılaşan tabakalarında karşı çıkmak isteyen huzursuz kişilerin sayısı her yıl biraz daha artıyor. Aynı zamanda, hiç insan yok, çünkü bütün güçleri, hatta en önemsizlerini bile işe koşacak geniş, düzenli birlikte eylemleri örgütleyecek usta örgütçülerimiz yok."

    Yol haritamız aslında hep elimizde Lenin'den Mahir'e, bugünlere...

    Merhabalar,

    Bu platformda sergilenen gerek yazın gerekse düşünsel emek için öncelikle teşekkürler.
    Bloga erişimim başka bir mecrada blog linkini profilinde paylaşan "Sınıfsal Perspektif" kullanıcı adlı arkadaş sayesinde oldu, ve yaklaşık 20 gündür içerisine hapsolmuş durumda gecelerimi de uykusuz geçirerek, Bora Kara arkadaşın 02 Kasım 2011 tarihli ilk yazısından okumaya başlayıp bu yazıya kadar gelebildim. Ve hala önümde 17 tane dolu dolu yazı var okunacak.
    Blog yazı giriş yoğunluğuna bakıldığında 2013 yılına kadar yükselen oranda bir artış görünürken, sonrasında tam tersi bir azalma olmuş, tekrar ivme kazanması dileklerimle.
    Dostlukla,

    Vural İnan - İzmir

    YanıtlaSil