mücadele etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mücadele etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Haziran 2018 Cumartesi

Devrimci Mücadelede İlkellik ve Amatörlük

“Bu soruyu (‘İlkellik nedir?’ sorusunu), 1894-1901 döneminin tipik bir sosyal-demokrat çalışma çevresinin faaliyetini kısaca anlatarak yanıtlamaya çalışacağız. O dönemde, öğrenci gençliğin tümünün marksizme sarıldığını belirttik. Bu öğrenciler, marksizmle, elbette ki, sadece bir teori olarak ilgilenmiyorlardı, onunla ‘Ne Yapmalı?’ sorusuna bir yanıt olarak, düşmana karşı savaşmak için bir çağrı olarak ilgileniyorlardı. Bu yeni savaşçılar, şaşılacak ölçüde ilkel donatım ve eğitimle savaşa girdiler. Çok kez hemen hemen hiç donatımları yoktu ve eğitim diye bir şey görmemişlerdi. Sabanını bırakıp savaşa katılan köylüler gibi ellerinde sopalarla yürüdüler. Bir öğrenci çevresi, hareketin eski üyeleriyle hiç bir bağlantısı olmadan, başka yörelerdeki, hatta aynı kentin başka kesimlerindeki (ya da başka eğitim kurumlarındaki) inceleme çevreleriyle hiç bir bağlantı kurmadan, devrimci çalışmanın çeşitli bölümlerini örgütlendirmeden, belirli bir zaman süresini kapsayan sistemli bir eylem planı olmadan, işçilerle ilişki kuruyor ve çalışmaya koyuluyor. Bu çevre, yavaş yavaş propaganda ve ajitasyonunu yaygınlaştırıyor; eylemleriyle oldukça geniş bir işçi kesiminin ve eğitim görmüş tabakanın belirli bir kesiminin sempatisini kazanıyor; bu kesimler ona para sağlıyorlar ve ‘komite’ gençlerden oluşan yeni grupları bunlar arasından ediniyor. Komitenin (ya da mücadele birliğinin) çekici gücü büyüyor, eylem alanı genişliyor, eylemini tamamen kendiliğinden bir biçimde yayıyor; bir yıl ya da birkaç ay önce, öğrenci çevrelerinin toplantılarında konuşan ve ‘Nereye?’ sorusunu tartışan, işçilerle bağlantı kuran ve bu bağlantıları sürdüren, bildiri yazıp yayınlayan bu kimseler, artık öteki devrimci gruplarla ilişkiler kuruyorlar, yazın ediniyorlar, yerel bir gazetenin yayınına girişiyorlar, bir gösteri düzenlemekten sözetmeye başlıyorlar, ve nihayet açık savaşa geçiyorlar (bu açık savaş ilanı, duruma göre ilk ajitasyon bildirisi, bir gazetenin ilk sayısı ya da ilk gösteri yürüyüşü olabilir). Çoğunlukla bu çıkışlar, daha ilk anında tam bir fiyaskoyla sonuçlanır. İlk anında ve tam bir fiyasko, çünkü, bu açık savaş daha önce düşünülmüş ve uzun uzadıya saptanmış sistemli bir plan, inatçı ve uzun süreli bir mücadele planı sonucu değildi, sadece inceleme çevresinin geleneksel çalışmasının kendiliğinden büyümesi sonucuydu; çünkü, polis, besbelli ki, hemen her seferinde, yerel hareketin, üniversite sıralarında ‘adları duyulmuş olan’ başlıca militanlarını tanıyordu, ve bir baskın için kendisine en elverişli anı kollarken, kasıtlı olarak, elle tutulur bir suçüstü sağlayabilmek için, devrimci grubun yayılmasına gözyummuştur ve her seferinde tanıdıkları bazı kimselerin ‘tohumluk olarak’ serbest gezmelerine izin vermiştir (bildiğim kadar ‘tohumluk’ terimi hem bizimkilerin hem de çar polisinin kullandığı bir terimdir). Böyle bir savaşı, bir köylü yığınının, ellerinde sopalarla, modern askeri birliklere karşı savaşına benzetmemek insanın elinden gelmiyor.

5 Eylül 2016 Pazartesi

DÜN BUGÜN VE YARIN / Bora Kara



"Ancak kendi özgücümüze güvenerek bu ölüm kalım mücadelesinin altından alnımızın akıyla çıkabiliriz. (Elbette bu, ittifaklardan yararlanmamak demek değildir. Mücadelemizin bütün aşamalarına “mümkün olan en geniş cepheyi kurmak politikası” hakim olmalıdır) Mahir Çayan, Toplu Yazılar, sayfa 84


12 Eylül’ün ön günlerinde bu ülkede yaşayan herkes tarafından şu veya bu şekilde öngörülen şey, askeri bir darbeyle faşizmin açık icrasına geçileceğiydi. Yani 12 Eylül; bir gece aniden gelen, beklenmeyen bir sürpriz değildi. Birçok siyasi yapı bu gelişi görüyor ve buna uygun bir pozisyon almaya çalışıyordu. Bu pozisyon alışın çokta başarılı olmadığını daha sonraları gördük. Özellikle dönemin en önemli hareketlerinden bir olan Devrimci Yol yaptığı açıklamalarla “sivil faşist saldırıların, yerini resmi faşizme bıraktığını mücadelenin zorlu bir aşamaya doğru gittiğini ve bir an önce birleşik bir cephenin yaratılması gerektiğini” söylüyordu.

Böyle bir birliğin yaratılması mümkün olmadı. Bunun nedenleri başlı başına ayrı bir tartışma konusu. Sonuç olarak; 12 Eylül faşizmi karşısında Türkiye Devrimci Hareketi gerekli direnişi örgütleyemeyerek, bir bütün olarak faşizm karşısında yenildi. Şu veya bu hareketin yenilgisinin, diğerlerinden daha uzun veya daha kısa bir sürece yayılmış olması bu sonucu değiştirmiyor. Elbette devrimci yapılar başlangıç itibarıyla kendi anlayışlarına ve güçlerine göre bir direniş ve toparlanma çabası içinde oldular. Gerilla mücadelesinin örgütlenmeye çalışılması, kentlerde yapılan eylemler, birleşik cephelerin yaratılma gayretleri, yapıları yeniden toparlama çabaları vb. Bu süreçte birçok devrimci şehit ve tutsak düştü. Ama sonuç olarak, merkezi yapıların büyük oranda dağılmış olması, önder kadroların büyük bir bölümünün daha başlangıç itibarıyla tutsak düşmesi (ki bu devrimci yapıların en büyük zaaflarından biridir) ve daha birçok öznel ve nesnel nedenden dolayı 12 Eylül süreci, devrimci güçlerin yenilgisiyle sonuçlandı.

29 Nisan 2016 Cuma

TAKSİM'E AKMAK, BAKIRKÖY'E YÜRÜMEK - Bora Kara


Uzun zamandır İstanbul’da iki 1 Mayıs oluyor. İki bir mayıs, iki ayrı mücadele anlayışına denk düşüyor. Ara sokaklardan çatışarak Taksim meydanına yüklenenler ve izinli meydanlarda sendika bürokratlarının hamasi nutuklarını dinleyenler.
Görünen o ki bu 1 Mayıs aynı durum yine yaşanacak.
İki gün önce yazdığımız bir yazıda ( 1Mayıs Sadece 1 Mayıs Değildir) bu 1 Mayıs'ın özgünlüğünden söz etmiştik. Daha sonra başka açıklamalarda da bu "özgün" duruma vurgu yapıldığını gördük. Şu farkla; biz bu "özgünlüğü" meşru ve militan bir sıçramayı zorunlu kılan koşuların nedeni olarak ortaya koyarak Taksim'i işaret ettik.
Bazı arkadaşlar ise bu özgünlüğü, sokaktan çekilmiş kitleleri yeniden bir araya toplama amacına vurgu yaparak, Bakırköy'ü işaret etmenin gerekçesi olarak ortaya koymuşlar.

Bizim için sorun sadece kitlelerin bir araya gelmesi değil, nasıl bir mücadele tarzıyla bir araya gelecekleri sorunu çok daha fazla önem taşıyor.

Militan, dövüşken ve kavganın risklerini göze almış bir mücadele ruhuyla.
Ya da çekingen, ürkek ve risksizliği göze almış bir anlayışla.

Biz bu günkü özgün koşullarda mücadelenin birinci tarz üzerinde birleşerek gelişmesinin hayati öneme sahip olduğuna inanıyoruz.

Emekçi halk kitleleri sadece faşizmin saldırılarından yorgun düşmedi. Aynı zamanda sürekli olarak geri çekilmekten yoruldu. Halk kitlelerinin, en azından küçümsenmeyecek bir kısmının öfkesi, kızgınlığı ve sınıf kini sönümlenmiş değil. Tam tersine her geçen gün artıyor. Ama bunu pratik olarak ortaya koyamamanın, düşmana bir adım bile geri adım attıramamanın, sürekli geri çekilmek zorunda kalmanın kahreden çaresizliğini yaşıyorlar. Bunun bir adım gerisi yılgınlık, bir adım ilerisi açığa çıkan birikmiş enerjidir...

25 Ekim 2014 Cumartesi

Devrimci Mücadele Ve İdamlar

yaşamak bir türküyse bunu,bu türküyü en güzel biçimiyle söylemeye çalıştım
               Hıdır Aslan 25 Ekim 1984 Faşizm tarafından darağacında katledildi      

Saat gece yarısını çoktan geçmişti.Bütün gün süren koşuşturmalar,tartışmalar ve üç saate yakın bir süre kitapların satırları arasında dolaşmaktan yorulmuş kafamı ve bedenimi dinlendirmek için bir bardak çay eşliğinde sigaramı tüttürerek gecenin sessizliğin keyfini çıkarmaya başladım.


Çalışma odamdayım;her taraf kitaplar,dergiler,yazı notlarıyla dolu.Gözüm kitaplığın kenarında duran bir kitaba takıldı. Elime aldım,Veli Biçer'in yazdığı HIDIR&İLYAS.Kitabı rastgele karıştırırken gözüm daha önce defalarca okumuş olduğum Hıdır'ın son mektubuna takıldı bir kez daha okumaya başladım sonra bir cümleye geldim ve durdum kaldım."Şu mektubu yazarken bir yandan çay-sigara içiyorum.Ağır ağır,tadına vara vara" Elime baktım,bende çay, sigara içiyordum "ağır ağır,tadına vara vara" Bir yandan geçirdiğim günü değerlendiriyor,yarın ki günümün planlarının yapmaya çalışıyordum.Yani on dakika sonra idam sehpasına çıkmayacaktım.Durdum ve düşündüm; on dakika sonra idam edilecek olsam,yani on dakika sonra öleceğimi bilsem böyle sakin ve keyifli sigaranın ve çayın tadını çıkarabilirmiydim acaba?

30 Mayıs 2013 Perşembe

Mücadele Tarihinden Notlar (2)

Tarih sınıf savaşımları tarihidir. Bu savaş sadece sınıflar arasındaki bir savaş olarak kalmaz; aynı zamanda tarihin motoru, devindiricisidir. Bu savaşım içindeki sınıflar değişik mücadele biçimleriyle karşı karşıya gelirler. Ekonomik, ideolojik, politik alanda değişik araçlar ve yöntemlerle mücadele ederler. Kimi zaman görece olarak daha “barışçı” ve zor olgusunun gizlendiği, örtüldüğü koşullar da, kimi zaman açık zorun doğrudan uygulandığı koşullarda savaşırlar.

Unutulmaması gereken barışçı ve örtülü zor döneminin göreli, kısmi ve geçici olduğudur. Özsel ve belirleyici olan açık/doğrudan zordur. Bundan ötürü toplumsal değişikliğin öncüsü olan sınıf/sınıflar içinde bulundukları andaki koşullar ve mücadelenin şiddet derecesi ne olursa olsun önünde sonunda mevcut egemen sınıf/sınıfların açık ve doğrudan zoruyla karşı karşıya geleceklerini ve bu noktada tayin edici olanın “ eleştiri silahı” değil “silahların eleştirisi” olduğunu bilirler. Ve mücadele içindeki bütün pozisyonlarını buna göre ayarlarlar. Sınıf mücadelesinin, göreli, güncel ve biçimsel görüngülerine aldanarak gevşeyip yumuşamazlar. Bir toplumsal devrimi gerçekleştirmek isteyen devrimci sınıf öncelikle politik iktidarı ele geçirmek zorunda olduğunu, bunun içinde mevcut egemen sınıfın baskı aracı ve zorun  örgütlü uygulayıcısı olan devletle karşı karşıya geleceğini bilir. Örgütlü bir karşı devrimci şiddet, örgütlü bir devrimci şiddetle yenilebilir.

20 Şubat 2013 Çarşamba

MÜCADELE,ÖRGÜT,ÖRGÜTLENME VE KADROLAR\ Bora Kara


Teori ve pratik arasındaki ilişkinin kopukluğunun en önemli göstergelerinden biri "söylenenle yapılanların birbirine denk düşmeme" halidir. Söylenen yapılamıyorsa,söylenenin doğruluk düzeyi de soyutlama düzeyinde kalır. Doğruluğu,yanlışlığı,eksikliği pratik içinde sınanamaz. Sınanmadığı içinde kendini yeniden tamamlayıp zenginleştirme olanağı bulamaz. Mücadelenin daha önceki deneylerinde çeşitli defa gerçekleşen pratikler tarafından doğrulanmış düşünceler, eğer denenme nesnelliğinde  bir değişiklik yoksa doğru ve pratik tarafından onaylanmış düşünceler olarak kabul edilirler. ML. Düşüncenin kapitalizmin nesnel temelleri üzerinde yükselen ve öz olarak aynı olan koşulların pratiği içinde çeşitli defalar doğrulanmış evrensel ilkeleri böyledir. Koşullar öz olarak aynı olduğu sürece , daha önce pratik olarak kanıtlanmış yasaların tekrar tekrar denenmesine ihtiyaç yoktur.

Ama her yeni dönem beraberinde yeni çelişkileri ve sorunlar getirir. Yeni sorun ve çelişkilerin ortaya çıkması devrimcilerin önüne yeni görevler koyar. Daha doğrusu tüm dönemlerde asli görevleri olan olan devrimin yapılması için   ortaya çıkan nesnel ve öznel çelişkilerinin çözümlenmesinin sonuçları üzerinden kendilerini yeniden düzenlerler.

26 Ocak 2013 Cumartesi

KÜÇÜK-BURJUVA SOSYALİZMİ VE PROLETER SOSYALİZMİ - LENİN







      
      
      AVRUPA'DAKİ çeşitli sosyalist öğretiler arasında bugün egemen olan marksizmdir. Sosyalist bir düzene ulaşma mücadelesi, hemen hemen tamamıyla işçi sınıfının sosyal-demokrat partilerin öncülüğünde verdiği bir mücadele biçiminde yürütülmektedir. Marksizmin öğretilerine dayanan proleter sosyalizminin bu kesin egemenliği, bir anda değil, ama ancak her türden eskimiş öğretilere, küçük-burjuva sosyalizmine, anarşizme ve benzerlerine karşı verilen uzun bir mücadele sonunda kazanılmıştır. Otuz yıl kadar önce, marksizm, o devrin yaygın olan görüşlerinin aslında geçici, karışık ve eklektik olduğu, küçük-burjuva sosyalizmi ile proleter sosyalizmi arasında yer aldığı Almanya'da bile, [sayfa 214] egemen değildi. Latin ülkeleri, Fransa, İspanya ve Belçika'daki ilerici işçiler arasında en yaygın olan öğretiler prudonculuk, blankicilik ve anarşizmdi. Bu öğretiler ise, proletaryanın değil, ama küçük-burjuvazinin görüş açısını açıkça ortaya koymaktaydılar.