30 Mayıs 2013 Perşembe

Mücadele Tarihinden Notlar (2)

Tarih sınıf savaşımları tarihidir. Bu savaş sadece sınıflar arasındaki bir savaş olarak kalmaz; aynı zamanda tarihin motoru, devindiricisidir. Bu savaşım içindeki sınıflar değişik mücadele biçimleriyle karşı karşıya gelirler. Ekonomik, ideolojik, politik alanda değişik araçlar ve yöntemlerle mücadele ederler. Kimi zaman görece olarak daha “barışçı” ve zor olgusunun gizlendiği, örtüldüğü koşullar da, kimi zaman açık zorun doğrudan uygulandığı koşullarda savaşırlar.

Unutulmaması gereken barışçı ve örtülü zor döneminin göreli, kısmi ve geçici olduğudur. Özsel ve belirleyici olan açık/doğrudan zordur. Bundan ötürü toplumsal değişikliğin öncüsü olan sınıf/sınıflar içinde bulundukları andaki koşullar ve mücadelenin şiddet derecesi ne olursa olsun önünde sonunda mevcut egemen sınıf/sınıfların açık ve doğrudan zoruyla karşı karşıya geleceklerini ve bu noktada tayin edici olanın “ eleştiri silahı” değil “silahların eleştirisi” olduğunu bilirler. Ve mücadele içindeki bütün pozisyonlarını buna göre ayarlarlar. Sınıf mücadelesinin, göreli, güncel ve biçimsel görüngülerine aldanarak gevşeyip yumuşamazlar. Bir toplumsal devrimi gerçekleştirmek isteyen devrimci sınıf öncelikle politik iktidarı ele geçirmek zorunda olduğunu, bunun içinde mevcut egemen sınıfın baskı aracı ve zorun  örgütlü uygulayıcısı olan devletle karşı karşıya geleceğini bilir. Örgütlü bir karşı devrimci şiddet, örgütlü bir devrimci şiddetle yenilebilir.

       Nesnel olarak ömrünü tamamlamamış bir toplumsal sistem ortadan kaldırılamaz. Nesnel olarak ömrünü tamamladığı zaman ise yeni bir toplumun doğum sancıları başlamış demektir. Sancılar, doğumun habercisidir, doğumun kendisi değil.
Doğum ölü olabilir, sakatlanabilir. Hatta kendisiyle birlikte toplumsal organizmayı baştan aşağı zehirleyip çürüterek uzun ve yavaş bir ölümle çürüme üzerinden oluşmuş "yeni bir yaşamı” ortaya çıkartabilir.Bu aslında aynı toplumun çürümüş ve kokuşmuş görüntüsüdür. Yani nesnel olarak ömrünü tamamlamış bir toplum bize kendiliğinden, kendi iç dönüşümü ve evrimiyle nur topu gibi yeni bir toplum vermez. Böyle düşünen toplumsal çürümeyle birlikte kendi de çürümek zorundadır. Yeni bir toplumun doğum sancıları devrimci sınıf için doğumun doğurtucusunu yani ebeyi, tarihsel görevini gerçekleştirmek için işbaşına koşmaktır. “Zor, yeni bir topluma gebe her eski toplumun ebesidir. Sınıfsız topluma doğru büyüyecek olan, yani adı ileride komünizm olacak, Devrim denen çocuk, eli yüzü kan ter içinde, kurşun yaraları, süngü kesikleri içinde doğar. O kendinden önce doğan bütün devrimlerden özsel olarak farklıdır. O Marks’ın deyimiyle gerçek devrimdir.

  Emekle- sermayenin, toplumsal insanla- özel mülkiyetin, zorunlulukla- özgürlüğün, yabancılaşmayla-kolektifleşmenin uzlaşmaz çelişkileri içinde döllenen ve devrimci sınıfların kan ter içindeki emek ve sahiplenmeleriyle beslenen gebelik, zor ebenin yardımıyla gerçekleşen bir doğumla yeni bir yaşamın ilk adımlarını hızla atmaya başlar.
 Çocuğun adı devrimdir. Ama tarihsel yönelimi içinde komünizm olacak olandır. Şimdilik ilk adım atılmıştır, (politik devrim) Ama önünde daha bir dizi geçilmesi gereken zorlu aşama, çetin engeller vardır. Politik iktidarın ele geçirilmesi sadece başlangıçtır ve iktidarı kaybedenler umutlarını yitirmemişlerdir. Eskisinden on kat hırsla bütün olanaklarını ve güçlerini kullanarak devrimi boğmak için amansız bir saldırıya girişirler. Ama zor ebe tarihsel görevini sürdürmeye devam eder. Çünkü “sınıflar mücadelesini proletarya diktatörlüğüne kadar götürmeyen Marksist değildir.” Devrimin gelişmesi ve serpilip büyümesi için bir süre daha zor ebenin varlığını sürdürmesi gerekmektedir. Şimdi zorun adı proletarya diktatörlüğüdür. Zor tarihteki en zorlu ama sonuncu görevini yerine getirmek zorundadır. Gittikçe gereksizleşeceği, ortadan kalkacağı kendi tarihsel rolünün de sona ereceği döneme varılabilmesi buna bağlıdır. Devrim çocuk büyüyüp, gelişip komünizm olduğu zaman, zorda, devlette, eski toplumlardan kalan tüm kurum ve kavramların yeri bellidir;   “ "üreticilerin özgür ve eşit bir birlik temeli üzerinde üretimi yeniden düzenleyecek olan toplum, bütün devlet makinesini bundan böyle kendine layık olan yere, bir kenara atacaktır: âsar-ı atika müzesine, çıkrık ve tunç baltanın yanına." (Engels, Ailenin, Ö. Mülkiyeti ve Devletin Kökeni: Sf. 179) 

Ama o zamana kadar zor tarihteki yerini korumaya devam edecektir. Egemen sınıfların düzenlerini koruma ve sürdürme amacıyla,  karşı devrimci şiddet olarak. Sömürülenlerin sömürüsüz bir dünyayı yaratma mücadelelerinde karşı devrimci şiddeti bertaraf edebilmek için, devrimci şiddet olarak. Elbette ki devrimciler şiddet tapınıcısı değildir ve mümkün olsa bir tek yumruk bile atmadan devrimi gerçekleştirmek isterler. Ama devrimci şiddet bir tercih değil, bir zorunluluktur. Karşı devrimin şiddeti devrimci şiddeti zorunlu kılar. Mösyö burjuvazi ateş ederken tek seçenek, ateşe ateşle karşılık vermektir.

Silahlı mücadele dönemlerinin bittiğinin öne sürüldüğü, birçok kesimin, kimin şiddeti, hangi şiddet diye sorgulamak gereği bile duymadan her türlü şiddete karşı olduğu, şiddetin ne kadar pis kirletici bir şey olduğunu keşfettiği günlerdeyiz.

Barışseverliğin, evrimciliğin, “politikleşmenin” (bunu düzen içi politika diye okuyun) ortalığı sardığı, post modern zamanların, post Marksist solcularının postlarını ortalığa serdiği bir dönemdeyiz. Bu dönem aynı zaman da birçok şeyin unutturulduğu, yokmuş gibi davranıldığı, birçok kavramın genel, biçimsiz bir tarifle aynı torbanın içine doldurulduğu bir dönem... Şiddet mi? Biz her türlü şiddete karşıyız… Proletarya diktatörlüğü mü? Devlet kötüdür, biz her türlü devlete karşıyız… Devrimci örgüt mü?  Örgüt hiyerarşi üretir biz her türlü örgüte karşıyız… Bu böyle sürüp gider… İyisi mi biz sözü Mücadele tarihinden notlara bırakıp, bir zamanlar hepimizin satırlarını adeta ezberlediğimiz bir kitabın sayfaları arasından devam edelim.
Victor Serge’nin Militana Notlar’ ı bir dönem devrimcilerinin ellerinin altındaki kitaplardan biriydi. Yeraltı faaliyetleri, profesyonel devrimcilik üzerine değerli bilgiler içeren bu küçük kitapçık, devrimci şiddet üzerine de hatırı sayılır bir inceleme içerir. Kitabın söz konusu bölümünü özellikle genç dostlarımızın okuyabilmesi için bloğumuzun Mücadele Tarihinden Notlar başlıklı dizi yazılarının ikincisi olarak yayınlıyoruz. 
Bora Kara

DEVRİMCİ ŞİDDET SORUNU
. Makinalı Tüfek, Yazı Makinası,Yada

 ----Makineli tüfek hakkında ne düşünüyorsunuz? Yoksa yazı makinesi ya da fotoğraf makinesi mi tercih edersiniz?
             
             Kendini sosyolojiye kaptırmışlarla, dürüst bazı kişiler, devrimin gerçekleriyle ilgili olarak bazen bu…”kalibre” de sorular sorarlar.

             Her türlü şiddet ve diktatörlüğe coşkuyla karşı çıkanlar da var. Bunlar baskının, sefaletin, fuhşun ve savaşların, düşüncenin özellikle “edebi”         müdahalesi ile ortadan kalkacağına inancındadırlar. Gerçekte ise bunlar toplumun halihazır durumda kendilerine rahat ve keyifli bir yer ayırmışlardır. Ve bu yüzden burunları havada, kendilerini”sosyal karmaşanın” üstünde görmekte, dolayısıyla da makineli tüfeğe özellikle yazı makinesini tercih etmektedirler.
              Daha başkaları ise, şiddete karşı çıkmamakla beraber, diktatörlüğü reddetmektedirler. Devrim onların gözünde, mucizevi bir kurtuluştur. Bağları çözülünce durulacak, iyileşecek bir insanlığı düşlemektedirler hep. Bunlar, tarihe rağmen, kısa, kesin, kesintisiz, ışıklı yarınları olan fakat kendi kendine doğacak bir devrimin hayali ardındadırlar. Bu “taptaze ve neşeli” düşünce,1914’te müttefik burjuvazinin “son savaş” mitosunu andırmaktadır. Burada geçiş dönemi mevcut değildir. Proletarya diktatoryası (Bütün diktatörlüklere karşıdırlar!) emekçilerin zaferinden sonra şiddet devrim mahkemeleri, hele Çeka ,hapishane yoktur. Hemencecik serbestçe giriliverecektir komünist kent’e… tıpkı fırtınadan sonra kurtuluşun adasına çıkarcasına. Bu devrimciler, bu ahlakçı kardeşlerimiz, makineli tüfeğe gül demetlerini hem de kırmızı gül demetlerini tercih etmektedirler.
           Üçüncüler ise makineli tüfeğin kullanılmasının şimdilik hâkim sınıflara bırakılmasının şampiyonluğunu yapmaktadırlar. Hâkim sınıfları yavaş yavaş ikna ederek makineli tüfek kullanmaktan vazgeçirilmesinden yanadırlar. Bu işlemin sonucu beklenirken bu reformcular, uluslar arası konfederasyonlarda, süratli atış yapan –makinalı- silahların önlenmesi uğrunda olağanüstü gayretler harcamaktadırlar. Yeşil çuhalı konferans masasını makineli tüfek kullanılmasına içtenlikle tercih edenlerle düpedüz zehirli gazı yeğleyen pratik ve her türlü hayalcilikten uzak olanlar…
            Gerçekte ise,belli birkaç cephane ve silah yapılması dışında hiç kimsenin makineli tüfek için özel bir takım kehanetlerde bulunması mümkün değil….Makineli tüfek vardır;gerçek olan budur. Seferberlikte silâhaltına alınan her kez bu olgunun önünde yâda arkasında yer alacaktır. Artık, sembolik ölüm makinasını kullanmak yâda ona hedef olmak söz konusudur. Biz emekçilere üçüncü bir çözüm yolu öneriyoruz: cinayet aletini ele almak ve onu yapanlara karşı kullanmak. Rus Bolşevikleri, bu yüzden, daha 1915’lerden itibaren “emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmek gerek”diyorlardı.
           Makineli tüfek için söylediklerimizin hepsini devlete ve onun baskı araçları hapishanelere, mahkemelere, polise ve güvenlik teşkilatlarına uygulamak mümkündür. Devrimci, silahların seçiminden sorumlu değildir. Devrim, kanla sulanmış arenasında, tarihin örsünde dövülen, bozguna uğramış yönetici sınıfların elinden düşen silahları toplar. Dün burjuvaziye, sömürülen yığınları yıldırmak için güçlü bir baskı aracı gerekiyordu. Bu gün proleterlerin ve köylülerin, güçsüz bırakılmış sömürücü takımının son direnişlerini kırmak ,yeniden iktidara gelmelerini engellemek, daha sonra da imtiyazlarından ilelebet yoksun edildiklerini iyice kafalarına sokmak için güçlü bir baskı aracına ihtiyaçları vardır. Makineli tüfek ortadan kalkmamış, sadece el değiştirmiştir. Burada sabanı silaha yeğlemenin yeri yoktur…
          Bununla birlikte, basit eğretileme –istiare- ve benzetmelerin tuzağına düşmekten kaçınmalıyız. Makineli tüfeğin, makineli tüfek olarak özelliği, ne amaçla kullanılırsa kullanılsın değişmemektedir. İster namlusu kapatılarak etiketlenip müzeye konsun; ister zararsız okul eğitim atışlarında  yada bir obüs çukurunda Beauce’lü (*) bir çiftçinin elinde Westfalya’lı çifçi kardeşlerinin vücutlarında delik açmada kullanılsın veya tacı başına geçirilmiş bir sarayın  kapılarında karşı-devrimci susta durdursun,hiçbir vidası ve cıvata somunu değişikliğe uğramaz!....
          Buna karşılık, bir müessese, insanlar ve hele çok daha büyük ölçüde hizmetindeki sınıflara göre değişebilmektedir.1789-1793 Fıransız devriminden önce feodal monarşinin ordusu, paralı askerlerle zorla silah altına alınan ayak takımından kurulu bir küçük maslek ordusuydu. Bunlar soyluların kumandası altında idiler.
        Burjuva devrim ertesi kurulan ordu ise tamamen faklıydı. Artık,eski çavuşların ve konvensiyoncu subayların yönemtiminde”vatan tehlikede” çağrısına gönüllü olarak koşan bir ordu mevcuttu. Ordu, silahlandırılmış olan ulusun kendisi idi. Eski rus imparatorluk rejiminin, bir grandük Nikola’nın bir subaylar kastı ve katı, insafsız bir askeri hizmet rejimi ile yenilgiden yenilgiye götürdüğü ordunun,kominist partisi ve işçi komiserleri tarafından örgütlenen, askerin sınıf bilinci için er gün çağrıda bulunan efsanevi zaferlerin sahibi kızıl ordu arasındaki farkta bu denli derindi. Tıpkı 1917 rus devrimi ile tuzla buz edilen burjuva devletiyle onun yıkıntıları üzerinde kurulan proleter devleti arasındaki fark gibi….Şiddet sorununu koyuyoruz ortaya. Burjuva devleti ile proleter devletinin baskı makenizmesıyla ilgili olarak öne sürülen benzetmelerin, gerçekten çok birer görüntüden ibaret olduğu böylece anlaşılmış olacak.                                             
                                                                                                                                                                 İki devrimin deneyi

          Kasım ayı ortalarında, Rusya’nın tümünde tam ve kesin bir zafer kazanan ve çok kısa süredir iktidara tek başına sahip olan Sovyetler, güç bir dönemle karşı karşıya bulunduklarını anlamakta geçikmemişlerdi. Devrimi sürdürmek,onlar için iktidarı almaktan çok daha zor olacaktı. Büyük kentlerde hayat tamamaen durmuştu. Hiçbir kamu hizmeti ve yönetimi işlemiyordu. Teknisyenlerin grevi yoğun nüfuslu bölgelerde tarifsiz felaketlere yol açıyordu. Su,elektirik ve yiyecek üç gün içinde tamamen ortadan kalkabilirdi. Çöp hizmeti çalışmıyordu. Her an salgın patlak verebilirdi. Ulaşım neredeyse dumura uğramıştı. İkmal büyük güçlüklerle yapılabiliyordu. Bakanlıklara gelen ilk halk komiserleri,dolapları kilitli,başıboş, bomboş bürolarla karşılaşmışlardı. Ortalarda dolaşan birkaç odacı, suratlarından düşen bin parça, yeni efendilerinin içleri boşaltılmış dolap ve çekmeceleri kırıp açmalarını bekliyorlardı kayıtsızlıkla… Bürokrasi ve teknisyenlerin kapitalistler tarafından örgütlenen bu sabotajları(‘grev’ yapan memurlar bir plütokratlar komitesinden para almaktaydılar), had düzeylerde, haftalar, aylar, hatta yıllarca sürüp gitti. Öte yanda iç savaş içten içe tutuşmaya başlamıştı. Muzaffer devrim kan dökmek niyetinde değildi. Tam tersine düşmanlarına tehlikeli olabilecek müsamahalar gösteriyordu. Söz üzerine salıverilen (General kranov olayında olduğu gibi) yada düpedüz güzden kaçırılan çarcı subaylar hızla güneyde toplanıyorlar ve Kornilof, Alekseyef, Krosnov, Denikin ve Vravgel ordularının çekirdeğini teşkil ediyorlardı. Genç Sovyet cumhuriyeti cömertliğinin diyetini yıllar boyu oluk gibi akan kanla ödeyecekti. Tarihçiler bir gün –kuşkusuz komünist kuramcılarda tarihçilerin çalışmalarına katılacaklardır- Kızıl Rusya’nın, güvenlik tedbiri olarak ,bir diktatorya ile düşman sınıfları ,nispeten pasif olarak göründükleri dönemlerde, hemen tamamen güçsüz bırakarak iç savaşı olduğu gibi beyaz ve kızıl olmak üzere her iki şiddet döneminide  hiç değilse bir ölçüde engelleyebileceği sorusunu soracaklardır. Lenin, karşı-devrim hareketleri karşısında ve buna benzer konularda yarım tedbirlere ve kararsızlıklara daha ilk günden karşı çıkmıştır. Kızılordu’ya verdiği bazı kakuşi emirlere ve terörizm ve komünizm adlı eserine bakılırsa Troçki de, bu konuda aynı düşüncededir. 16 Ocak 1792’de konvansiyon önünde”bir şiddet rejimi ile uyuşan bağışlama barbardır,” diyen Robespierre’nin düşünceside bundan faklı değildir. Bize göre Rus deneyinden çıkan sonuç şudur: Bir devrim başlangıçta ne bağışlayıcı ne de müsamahakar olmalıdır. Tam tersine katı olmalıdır. Sınıf savaşlarında aralıksız bir biçimde yeni riskleri göze alıp, yeni kurbanlar vererek aynı alanları yeniden ele geçirmek zorunda kalmamak için düşmene güçlü darbeler indirmeli, kesin zaferler kazanmalıdır.
        Devrimci adalet 1917 Ekimi ile Aralık ayı arasında, çoğunluğu halk soyguncuları arasından olmak üzere, sadece 22 ölüm cezası vermiştir. Karşı- devrimin ve spekülasyonun ezilmesi için olağanüstü komisyon, kısa adıyla Çeka,iç iç düşmanın gün geçtikçe pervasız saldırıları karşısında  7 Aralıkta kurulmuştu. Neydi bu anda ki durum? Kaba çizgileriyle şu: Müttefiklerin elçilikleri ve askeri misyonları sürekli birere komplo yuvalarıydı. Karşı –devrimciler buralardan para, silah, destek ve politik yönetim sağlıyorlardı. İşçilerin kontrölüne giren yâda fabrikaları ellerinden alınan sanayiciler, teknisyenlerle birlikte üretimi engelliyorlardı. Yedek parça, hammadde, stok, işle ilgili sırlar, saklanabilecek ne varsa saklanmış; çalınabilecek ne varsa çalınmıştı. Menşevikler tarafından yönetilen Taşıt sendikası, direnişe geçerek ikmal sıkıntıları yaratıyordu. Kadet’ler (Anayasacı demokratlat),Devrimci sosyalistler, halkçı sosyalistler, Menşevik sosyal demokratlar, anarşistler, entelektüeller, subaylar, her kez sürekli olarak komplo tezgâhlama peşinde koşup duruyordu. Her kentin kendine özgü gizli genelkurmayı, gerici hükümeti mevcuttu. Valiler ve cellâtlar, saklandıkları köşelerinden çıkmak için umutla beklenen güçlü darbeyi kolluyorlardı. Müttefikler ise güven verici olmaktan uzaktı. Çekoslavak cephesinde kızılordunun başkumandanı Muraviev hıyanet içinde düşman saflarına geçmeyi planlamaktadır. Devrimci sosyalistler Lenin’e ve Troçki’ye suikast hazırlamaktadır. Uritski ve Volodorski Petrograt’ta öldürülmüştür. Nakhimson Yaroslavl’da ortadan kaldırılmıştır. Çekoslavaklar başkaldırmıştır; Yarolavvl’da, Ribinsk, Murom ve Kazan’da isyan baş göstermiştir. Vatan ve Özgürlük İçin Birlik’in komlosu; sağcı devrimci sosyalistlerin gösterisi,Lokhart olayı (Bu İngiliz başkonsolosunun talihi Novlens kadar yaver gitmedi)…
        Komplolar yıllarca sürüp gidecekti. Yabancı müdahalenin dıştan saldırılarıyla iç sabotajlardı bunlar. Ve ardı kesilmiyordu. Moskovada taktik merkez, İngiliz Paıl Dux müessesesi olayı ve Petrograd’ta  Tagantsev olayı; yine  Moskovada Leontievski Perulok’un suikastı (“gizli anarşistler “olayı),Krasnaya _Gorka kalesi ve Semenovski alayıhiyaneti(1) ;ekonomik karşı devrim ve spekilasyonda sırada idiler.
     Millileştirilen çeşitli kuruluşların direktörleri, gerçekte, uzun yıllar bilgi vererek, emirleri yerine getirerek, onların çıkarına üretimi sabote ederek, eski patronları kapitalistlerin hizmetinde kalacaklardı. Ayrıca sayılmayacak kadar ve çeşitli türden ihmal,ifrat,hata yada rüşvetle partiye sızan bulanık su avcılarının şefleride tehlikeler yaratıyorlardı. Küçük burjuva bireyciliği ise ne idüğü belirsiz bir karmaşanın yaratıcısı idi…Ve bütün bunlar ortadayken devrimci şiddet sorununun sözü edilmeyecek midir? Çeka,kızılordu da ikmal komiserliğinden daha az gerekli değildir.
    Fransız devrimi yüzyirmi yıl önce aynı durumda neredeyse atnı tepkileri gösremişti.1792 devrimcilerinin devrimci mahkemeleri, ulusal kurtuluş komiteleri, Fouquier-Tinville’leri,gyotinleri oldu. Kafa kesici Jourdan’ı ve Nastes’li Crrier’yide unutmamak gerek.
    Eylül günleri, göçmenlerin karalisteye alınması, şüpheliler yasası, asi papazlar avı, Vendéé’nin boşaltılması, Lyon tahribi… Danton, konvansiyonda “dış düşmana karşı muzaffer olabilmek için iç düşmanları öldürmek gerek” diyordu açıkça… Devrimci mahkeme önünde, Eylül katliamı sırasında bağışlayıcı davranmakla suçlanınca, aynı Danton,ı “devrimin bakanı”,”kan içici olarak anılmak vız gelir bana. Gerekiyorsa içelim, insanlik düşmanlarının kanını!” diye haykırmaktan çekinmemiştir. Proleter devrimcilerin sahip çıkması gereken Marat’tan söz etmeyeceğim. Ama burjuva devriminin ılımlı partisinin büyük hatibi Vergniaud’u hatırlatmalıyım. 25 Ekim 1791’de yasama meclisinde göçmenler için tedhişçi ve yasadışı nitelikteki baskı usullerinin uygulanmasını talep eden Gironde’lu hatip söyle diyordu:
    “ Kanuni deliller isteniyor, öyle mi? Bunun bize nice cana mal olacağını hesapladınız mı? Kanuni delillermiş! Her şeyden önce başımıza gelecek felaketleri önlemenin çaresini arayalım! Sert tedbirler almanın zamanı gelmiştir…”
     Atalarının monarşiyi, soyluları, feodal kiliseyi, yabancı müdahaleyi şiddet kullanarak yere serdikleri  III. Cumhuriyetin burjuvaları, şimdi kızıl şiddet karşısında  böylesine yamanca infial duymak için hangi anlaşılmaz ve garip sapkınlığın kurbanı olmuşlardır?
                                                                                                                                   
                                                                                                                                                      Şiddet yüzyıllar sürmüştür.

  Şiddetin korkunç bir şey olduğunu inkar etmeyiz. Varlığına kastedilen proleter devrim, Rusya’da, 1918 den 1921’e kadar şiddete başvurmak zorunda kaldı. Burjuva toplumunun, gerçekleştirdikleri devrimler dışında, yeniden doğmak ve genişlemek için”şiddet yıllarına”ihtiyaç duyduğu unutulmaktadır. Büyük kapitalist mülkiyet, çiftçilerin yüzyıllar boyu insafsız bir biçimde topraklarından edilmesiyle vücut bulmuştur. Önce küçük fabrikalar, daha sonra sanayi kapitali, varı yoğu alınarak sokağa salıverilen köylülerin, kan kusturucu yasaların da yardımıyla, acımasız sömürülmesiyle birikim sağlamıştır. Tarihin bu dehşet verici sayfalarına okul kitaplarında, hata büyük denilen eserlerde bile rastlamak mümkün değildir. Konuyu bütün özlü ve ustaca inceleyen tek eser Karl Marx’ın “Kapital”dir. Marx “kapital”in XXIV. Bölümünde “ilkel birikim”adı altında değinmektedir konuya.”XV. yüzyıl sonlarına doğru ve XVI yüzyılın tamamında, batı Avrupa’nın tümünde başıboşlara karşı kan kusturucu yasalar mevcuttu. Bu günkü işçilerin ataları başıboşluğun, sefaletin kucağına atılmış olmaları nedeniyle cezalandırılıyorlardı diye yazmaktadır Karl Marx. Bu kesin yasanın hedeflerinden biri endüstriye iş gücü sağlamaktı. Başıboşlara ve çalışmayı reddeden esirlere, kırbaç cezası(İngiltere kıralı VI. Edward’ın buyruğu,1957), kaçmak isteyen esirin kızgın demirle dağlanması ,tekrarı halinde ölüm cezası uygulanıyordu. Hırsızlığın cezası ölündü. Thomas Morus’a göre 1485 ten 1509’a kadar yirmi dört yıl hüküm süren VIII.Henry hükümranlığında “72.000 küçük yada büyük hırsız ölümle cezalandırılmıştı.”. İngiltere’nin o zamanki nüfüsu üç ila dört milyondan ibaretti. “ Kraliçe Elizabeth zamanında başıboşlar seri halinde darağacına gönderiliyordu. Her yıl 300 ila 400 boşıboş asılıyordu.”. bu büyük kraliçenin hükümranlığında 18 yaşını aşmış başıboşlar, en az iki yıl süreyle kimse tarafından işe alınmadıkları takdirde darağacını boyluyorlardı.. Fransa”da XVI. Louis devrinde (13 Temmuz kararnamesi,1777) 16 ila 60 yaş arasında eli ayağı tutan herkez geçimini doğrulamak yâda meslek sahibi olduğunu ispatlamak zorunda idi. Aksi durumda olanlar, forsa sıfatıyla gemilere gönderiliyordu. İliklerine kadar edebiyetle haşır neşir mektuplarından birinde Madam de Sevigne sevimli bir yalınlık içinde “köylü idamlarından” söz etmektedir.
    Yüzyıllar boyunca adalet, hakim sınıfların çıkar gözeterek organize ettikleri şiddetten başka bir şey olmamıştır. Bir zengini soymak, bir yoksulu öldürmekten daima daha büyük cinayet sayılmıştır.
     Burjuvazinin sınıf çıkarlarının dikte ettiği tarih saptamaları demokratik ülkelerin öğretiminde geçerli bir kuraldır. Eğer yanılmıyorsak,Fransız dilinde şimdilik kitlelerin yada okulların yararına hasredilen ciddi bir müesseseler tarihi mevcut dehildir. Bu durumda Rusya ile ilgili haberlere başvurmak zorundayız. Marsist tarihçi M.N. Pokrovski, Rus Kültür Tarihi adlı eserinde adalete yirmi sayfalık bir bölüm ayırmıştır. III İvan’ın hükümranlığı döneminde –XV. Yüzyıl-adalet boyardlar(büyük toprak sahiplerinin ayrıcalıklı kastı) ve “iyi”ler (yani kelimenin tam anlamıyla zenginler)tarafından uygulanıyordu. Birkaç “namuslu adamın” fikri, herhangi bir ölüm cezasını –tabii bu söz konusu yurttaş yoksul birisi olması koşuluyla- onaylamaya yetiyordu. M.N.Pokrovski “XV, yüzyılın sonunda şüpheli unsurların ortadan kaldırılmasının bu hukukun özünü teşkil ettiği iyice ortaya çıkmış bulunuyordu” demektedir. Kimin için şüpheli unsurlar? Zenginler için. 1939 tarihli belge, adalet tevzi etme hakkının “namuslu yurttşları” (zengin köylüler) yardımcılık sıfatıyla hazır bulunmaları şartıyla soylulara (boyard’lar) verildiğini kanıtlamaktadır. Söz konusu statü,”haydut takımının,suçüstü yakalansın yakalanmasın, ölüm cezasına çarptırılmalarına” cevaz vermektedir. Aynı statü “kötü insanların” sorguya çekilmesi hakkını da yine soylulara tanımaktadır. Eğer”suçlu” itiraf ederse asılacaktır. İtiraf etmezse müebbet hapse mahkum edilecektir. Bu hakkı veren belgelerin ruhuna uygun olarak yazılan yönetmelikler, bir soylunun yargılanmasını kabul etmemektedir; Adalet ancak köylü,esnaf ve zanaatkarlara uygulanmaktadır. Söz konusu “adalet”in en katı ve insafsız şekliyle uygulanamsı ise,sadece yoksul köylülere ayrılmıştır. Bu adaletin vahşeti hakkında bir fikir sahibi olmak için köylü başkaldırmaları tarihine bir göz atmak yeterlidir (Almanya köylü isyanları,Fıransa’da Jacquerie’ler). Bunlar kapitalist mülkiyetin gelişinin belirtileridir. Bu tür müesseseler ve ysalar, esaret altındaki tüm ülkelerde mevcuttu. Büyük toprak sahiplerinin,feodallerin bu adaleti yavaş yavaş ortadan kalkacak-tamamen değil- ve yerinin ticaretin öneminin gittikçe artmasıyla nitelenebilen, ne var ki çokta mükemmel ve yırtıcı olan mutlak monarşiye terk edecekti. Burjuva rejimine en yakın dönemlere kadar,hiçbir eşitlik.salt biçimsel olsabile,yoksullarla zenginler arasındaki”adalet” önünde var olmamıştır.
                                                                                                                                                          Gallifet’ den Mussolini’ye
      Sosyal krizlerin şiddet sorununu büyük çapta önüne çıkardığı herkez,modern burjuvazi,düşmanlarına,XV. Yüzyılın başıboşlarına reva görülen türdeki insafsız sınıf adaletine başvurmakta hiçbir sakınca görmemiştir. Asıyorlardı onlar. 1848’de usta provaköterler tarafından kışkırtılan işsizlerden başkası olmayan Paris’in Saint-Antoine varaşu isyancılarının onbinlercesi kurşundan geçirildi. Bu büyük tarihsel olayları hatırlatmaktan bıkmamak gerek. Kızıl şiddetin haklılığını, burjuvazi, tarih kitabına,insan kanlarının en iyisi ile iki kez yazmıştır;iktidarı ele geçirmek için feodal aristokrasisi ile iki kralın-İngilterenin I:Çharles’i (1649),XVI. Louis- kafasını uçurmuş ve proleter baş kaldırmaları ezmiştir. Bir an için sözü tarihe ve rakamlara terk edelim.
      Paris Kömünü,”Versailles”lılar tarafından esir edilen askerlerin sorgusuz süalsiz kurşuna dizilmelerine cevap olmak üzere 60 rehini ölüm cezasına carptırmıştı. Versailles’lılar Paris halkını kılıçtan geçirdiler. En ılımlı tahminlere göre bu katliamda 100.000’ den fazla insan telef olmuştur. En sonunda yirmi bin kömüncü –savaş sırasında değil savaştan sonra- kurşundan geçirilmiştir. Üç bini ise zindanlarda ölmüştür.
      1918’de Alman Von der Golz’un müttefiki Mannerheim’ın beyaz muhafızları tarafından bastırılan Finlandiya Sovyet rejiminin, topraha düşmeden önce düşmanlarından birkaçını yere sermiş olması muhtemeldir. Ama bu sayı o kadar önemsizdir ki, burjuvazi bile bundan söz etmeyi zait addedmiştir. Buna karşılık proleteryanın güçlü bir oranda bulunmadığı bu 3.500.000 nüfuslu ülkede, hakim sınıfların silahlı uşakları tarafından 11.000 işçi kurşuna dizilmiş, 70.000’i de esir kamplarına kapatılmıştı.
      Macaristan Svyet Cumhuriyeti(1919), Kont Karolyi’nin burjuva hükümetinin feragatiyle, kan dökülmeksizin durdurulmuştu. Budabeşteli halk komiserleri durumu umutsuz görünce aynı şekilde, iktidardan sosyal demokratlar lehine feragat ettiler. Macar proleterya diktatörlüğü iktidarda kaldığı üç ay boyunca,içte sürekli komplolar,dışta Çekoslavak ve Romen istilaları tehlikesine maruz kalmasına rahmen ,düşmenlerından toplam olark sadec 350 sini ölüm cezasına çarptırmıştı. Bu sayıya mahalli başkaldırmalarla silah elde vurulan karşı devrimcilerde  dahildir. Horthy’nin subay çetesi ve mahkemeleri,misilleme olarak bimlerce insanı ölüme,onbinlercesini olmadık eziyetler yaparak zindana göndermiştir.
    Münih Sovyeti (1919) 23 kızıl esirin “düzenli ordu”tarafından katledilemsine karşı bir cevap olarak 12rehini kurşuna dizmişti. Reichswehr’in  Münih’e girmesinden sonra 321’i mahkeme huzuruna bile çıkarılmadan, sadece kent içinde 505 kişi kurşuna dizilmişti. Bu sayıya gelişi güzel toplanan 60 Rus da dahildir.
    Rusya’da karşı  devrimin ve yabancı müdehalenin geçici olarak zafer kazandıkları bölgelerde beyaz terörün kurbanları hakkında güvenilebilir hiçbir istatistikten yararalanma olanağı yoktur.
     Bununla birlikte, general Denik’in zamanında sadece Ukrayna Yahudi düşmanlarının programlarında pogromlarında telef olan kurbanların sayısının bir milyona ulaştığı tahmin edilmektedir. Bazı kentlerin(örneğin Fastv)Yahudi nüfüsunun tümü sistematik şekilde boğazlanmıştır.
      Almanya2DA 1918’LE 1921 arası işçi ayaklanmalarını izleyen şiddet döneminde öldürülen işçilerin sayıları 15.000 olarak hesaplanmaktadır.
      Burada işçi sınıfının verdiği kurbanlardan,sembolik kahramanlık destanlarından söz etmeyeceğiz. Amacımız olgular üzerine birkaç ilke temellendirmektir.
       Bu noktada proletaryayı çok sayıda acı deneyin aydınlatması gerekir. Proletaryanın öyle ince bir kanıtlamaya girmesine ise hiç ihtiyaç yoktur. Zira çok sayıda diktatorya ,çok sayıda beyaz terör rejimi halen süemektedir.
       Noske’den geçerek Gallifet’ten  Mussolini’ye kadar proleter devrimci hareketlerin ezilmesi, almanyada olduğu gibi bu hareketlere sosyal demokratlar öncülük etseler bile, emekçi sınıfların zinde kuvvetlerine vurma isteği açık niteliğini taşıyordu. Başka deyişle amaç,emekçi sınıfların seçkin militanlarının mümkün olduğu kadar eksiksiz fizik olarak yok edilmesiydi.
                                                                                                           

                                                                                                                        
              Burjuva Yasası Ve Proleter Yasası                                                                                                                                                                                                                                                                                     
         Baskı, her politik iktidarın başlıca görevlerinden biridir. Devrimci devletin hiç değilse vücut bulduğu ilk dönemlerde,buna her kezden çok ihtiyacı olmuştur. Öte yandan, baskı ve yıldırma, mekanizması şu üç temel unsurunda -polis,ordu,mahkeme ve hapishaneler- aynı kalmaktadır. Bir güvenlik polisini incelemiş bulunuyoruz. En gizli en çirkin yanlarını gördük. Güçsüzlüğünü tespit ettik. Eski rejimin bu silahla kendisini kurtaramadığı gibi, devrimi de yok edemediği ortaya çıktı. Bununla birlikte, aynı silahın, devrimcilerin elinde sonuç alıcı etkinliğinin bulunduğunu kabul ediyoruz.
         Aslında silahın aynılığı bir görüntüden ibarettir. Bir müessese- tekrar edelim- hizmet ettiği sınıfa yöneldiği hedefe göre derin ve köklü değişikliklere uğramaktadır.
         Rus devrimi eski rejimin yıldırma mekanizmasını,baştan ayağa yıkıp atmış ve kendi öz mekanizmasını bu yıkıntı üzerine kurmuştur.
       Kapitalist sınıf tarafından uygulanan baskı ile devrimci sınıf tarafından uygulanan baskı arasındaki temek farkları anlatmaya çalışalım. Özlü bir analizin ortaya çıkaracağı ilkeler her iki polisin tanımlanmasında yardımcı olacak ip uçları verecektir.
      Burjuva toplumda iktidar bir zengin azınlık tarafından yoksul çoğunluğa karşı kullanılmaktadır. Bir hükümet hiçbir zaman sadece imtiyazlı sınıf tarafından desteklenen bir finans oligarşisinin icra komitesi değildir. Bu yüzden ücretlilerin tümünü-nüfusun çoğunluğunu- baş eğer durumda tutmaya yönelmiş yasalar kaçınılmaz bir biçimde  karmaşık ve son derece sert olmak zorundadırlar. Öyle ki mülkiyete yönelen her türlü ciddi saldırı suçlunun şu ya da bu şekilde ortadan kaldırılmasına yol açmalıdır. Artık hırsızlar asılmamaktadır. Bu, “insani ilkeler”in “gelişme” kaydetmelerinden değil, hakim sınıflarla hiçbir şeye sahip olmayanların oranının, tıpkı yoksulların sınıf bilincindeki gelişmede olduğu gibi, hakime bu tür meydan okumaları hiçe sayma imkanı bahşetmesinden ötürü böyle olmaktadır. Ne vak ki-burada orta yırtıcılıktaki fransiz yasalarını izlemekle yetiniyoruz- kaliteli hırsızlıklar kürekle cezalandırılmamaktadır. Ve kürek cezası öyle şartlarla çektirilmektedir ki,öylesine “ek cezalarla” ağırlaştırılmaktadırk i,suçlu çoğunca ölümü yeğlemektedir. Ayrıca, beş yıllık her  kürek cezası, beş yıllık bir başka cezayıda otomatik olarak birlikte getirmektedir: Cezası sona eren suçlu,aynı süreye eşit bir zamanı kolonilere sürülmek suretiyle çekmek zorundadır. 8 yılı aşkın kürek cezasına çaptırılan suçlular ise ömür boyu Güyan’da ikamete mecburdurlar. Guyan,Fransanın sağlığa en elverişsiz sömürgesidir! Sürgün cezası ,sürekli “ek” cezada yine Guyan’da tamamlanmaktadır. Bu ceza aslında,kürek cezasıyla, özellikle az çok kalitesiz hırsızlıklardan sabıkalı olanlar için aynıdır. Dört kez hırsızlıkytan yada dolandırıcılıktan mahkumiyet- bir biri ardına çalınan 4 defa yüz para ideal bir vaka niteliğindedir;sürgüne gidenlerin dosyalarını yeteri kadar inceledim,bu tür vakalar mevcut- sürgünle sonuçlanabilmektedir. Başıboşluktan yedi kez mahkun olanın cezası da sürgündür. Başka bir deyişle,Paris kaldırımında birbiri ardından yedi kez aç,çıplak ve barınaksız bir şekilde yakayı ele vermek müebbet bir ceza gerektiren cinayettir. Workhouse(mecburi çalışma evleri) ve dilenci hapishaneleri mevcut bulunan İngiltere ve Belçika’da dilenciliğin ve başıboşluğun cezası daha az insafsız değildir. İşin bir başka yönü de şı,patronların iş gücüne ve topun namlusuna koyacakları”nüfusa” her zaman daha çok ihtiyaçları vardır: Yasalar çoçuk aldırmayı şiddetle cezalandırır.
      Özel mülkiyet ve ücretli hizmetlerin ebediliği ilke olarak konulduğuna göre, cinayetler örneğinde olduğu gibi hiçbir sosyal hastalığa karşı etkin bir ilaç kullanılması mümkün değildir. Düzenle cinayet, çoğunca adlandırıldığı gibi”cinayet ordusu” ile sefiller, kurbanlar, sürekli bir biçimde bölünen, boş yere parçalanana sorumsuzlar ordusu arasında bitip tükenmeyen bir savaş mevcuttur. Bu olgu henüz yeterli güç ve açıklıkla ortaya konulmamıştır. Cinayetlere karşı savaş, sınıf savaşlarının bir yönüdür. Gerçektende canilerin en azından dörtte üçü sömürülen sınıflardan gelmektedir.
      Proleter devletin ceza kanunları, genel kural olarak cinayetlerde ölüm cezasını kabul etmemektedir. (tedavisi tıbben mümkün olmayan bazı hastaların kimi zaman tek çözüm gibi görünen yola baş vurularak ortadan kaldırılması işlemi de bu yasağın kapsamı içindedir.). Proleter ceza kanunları müebbet niteliğindeki cezalara da yer vermemektedir. En ağır hapis cezası on yıldır. Özgürlüğün ortadan kaldırılması, sosyal güvenlik ve yeniden-eğitim tedbirleri proleter devlette ceza çekilmesi sırasında suçluya eziyet edilmesi şeklindeki orta çağ zihniyetinin tamamen ortadan kalktığının kanıtları arasındadır. Gerçi şimdilik Sovyetler Birliğin ’de  bu alanda yapılanlar maddi imkansızlıklar nedeniyle doğal olarak istenilenin altındadır. Yeni toplumun kurulması –ki hapishanesiz bir toplum olacaktır- ideal cezaevlerinin yapımıyla başlamaz. Şüphesiz; ama bu alanda ileri bir atılım gerçekleştirilmiş, köklü reformlara girişilmiştir. Yasaların uygulayıcısı olarak mahkemeler suçlunun sınıfsal niteliğine,net biçimde sahip çıkarak,suçun toplumsal nedenlerini, suçlunun kökenini ve yaşama koşullarını göz önünde tutarlar. Paris’te ekmek parasından ve barınaktan yoksun olmanın ağır bir suç teşkil ettiğini gördük; Moskova’daki bir suçun yargılanmasında ise yukarıdaki durum cezayı hafifletici bir unsur olarak değerlendirilmektedir.
    Burjuva yasaları önünde yoksul olmak,çoğu zaman bir cinayet,her zaman suçu ağırlaştırıcı yada şüphe uyandırıcı bir nedendir. Proleter yasa önünde ise zenginlik-çok sınırlı da olsa bireysel zenginliğe müsamaha gösteren N.E.P dönemi bile- her zaman suçu ağırlaştırıcı bir unsur sayılmaktadır.
 
 İki Sistem:  sonuçlarla mı Yoksa Nedenlerle mi Savaşmak?  
     Kapitalist yöneticilerin savaş sırasında- ki o zaman üretimin devletleştirilmesi,ürünlerin dağıtımının ve ticaretin katı biçimde kontrolü (tüketim karneleri) sıkı yönetim vb. beliren savaş kapitalizmlerine yönelmişlerdir- ciddi olarak sırt çevirdikleri büyük  liberal devlet doktrini, devletin ekonomik hayata ademi-müdahalesini öngörmektedir. Bu doktrin, ekonomi politikasında Manchester okulunun bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar ilkesine saplanmaktadır. Söz konusu liberal doktrin, devleti, her şeyden evvel hâkim sınıfların kolektif savunma aracı olarak görmektedir. Devlet aynı zamanda, rakip ulusal guruplara karşı savaş makinesi, sömürülenleri baskı altında tutma makinesidir. Liberal doktrin devletin idari fonksiyonlarını asgariye indirmektedir. Modern devlet, sosyalizmin etkisi ve kitlelerin baskısıyla, ancak oda yakın bir zamandan bu yana, kamu eğitimini üzerine almıştır. Devletin ekonomik görevi, olabildiği kadar sadece endüstriyi yabancı rekabetine karşı koruyacak gümrük tarifelerinin gerçekleştirilmesine münhasır kalmaktadır. (İş yasaları her zaman işçi hareketlerinin bilek zoruyla kazandıkları fetihler olmuştur.) . Kısaca, kapitalist anarşiye saygı göstermek devletin gözettiği temel kuraldır. Toplumun genel çıkarlarına aldırmadan hesapsız üretmek, satmak, yeniden satmak, spekülasyon yapmak iyi görülmektedir. Rekabet pazarın yasasıdır. Böylece krizler, ekonomik hayatın büyük düzenleyicileri olmaktadır; krizler,endüstriyi yönetenlerin hatalarını,emekçilerin alt ve orta sınıfların ve zayıf kapitalistlere ödetmek görevini yerine getirmektedirler. O kadar ki büyük tröstlerin, bütün ülkede borularını öttürerek üretin ve ticaretin geniş alanlarında rekabeti kaldırdıklarında, çelik, kömür,tuzlu domuz eti yada denizyolları taşıt krallarının çıkarlarına son derece uygun olan kadim devlet doktrini kılını bile kıpırdatmamaktadır. Birleşik Devletlerde olan budur.
      Her kesin bilmesi gereken olayların hatırlatılması, toprak üstü ve toprak altı zenginliklerin,ulaşımın,ağır endüstrinin, dış ticaretin millileştirilmesi ile  işçi ve köylü devletini Sovyetler Birliğinde gerçekleştiği haliyle daha iyi tanımak için gerekli görünmektedir. Ekonomik hayatı, Sovyet devleti yönetmektedir. Sovyet devleti her gün ekonomik hayatın başlıca unsurları üzerinde direkt olarak etkin olmaktadır. Kapitalist teşebbüsü belli sınırlar içinde kabul etmekle birlikte, üzerinde çift vesayet hakkını kullanarak onu kontrol etmekte,düzenlemektedir. Çift vesayeti şöyle tanımlamak mümkündür: Birincisi yasalarla,ikincisi piyasa,kredi ve üretime direkt müdahale ile. Sovyet devletinin önde gelen niteliklerinden biride
Krizlerin öncelenerek önlenmesidir. Belli bir sosyal gelişmeden sonra krizlerin büsbütün ortadan kalkacağını önermek usa aykırı olmayacaktır.
     Kapitalist devletin el atmayı kendi kendine yasakladığı,sosyal nedenlerin sadece  sonuçları ile savaşmakla yetinmeyi prensip olarak kabul ettiği her yerde,Sovyet devleti bu nedenlere eğilmekte ve kendisini bu alanda eylemde yükümlü kılmaktadır. Yoksulluk,fuhuş,kamu sağlığının eğretiliği,cinayet salgını, nüfusun soysuzlaşması derin ekonomik nedenlerin sonuçlarından başka bir değildir. Cinayet salgınları her ekonomik krizden sonra artmaktadır;bu esasen başka türlü olamaz. Kapitalist mahkemeler ise buna sadece cezaları daha da arttırmakla karşı çıkmaktadır. Kapitalist ekonominin normal işleyişinin ortaya çıkardığı,hakim sınıfların kolektif ve bireysel egoizmi sonucu beliren anarşik…us dışı karışıklıkları önlemek için burjuvazi baskı ve şiddete başvurmaktan başka çare görmemektedir. Kötülüğün nedenlerine eğilen Sovyet devletinin elbette ki baskıya daha az ihtiyacı olacaktır. Devlet geliştikçe ekonomik eylemi de daha etkin bir duruma gelecek,dolayısıyla da baskıya daha az ihtiyacı olacaktır. Üretimin akıllı yönetimi ve refah,yıldırma metotlarının  salgın haline gelmesini önlemeye çalıştığı cinayetler gibi toplum hastalıklarının tamamen ortadan kaldırılmasını sağlayana kadar proleter devlet bu alanda ki çabalarını sürdürecektir. Açlığın ortadan kalktığı bir dünyada çok az çalınacaktır; herkesin rahata kavuştuğu bir dünyada hırsızlık olmayacaktır.
     Bugün, hedeften henüz uzak bulunmamıza ve görünüşe rağmen, Sovyet devleti kanımızca başkalarına oranla baskıya en az başvuran bir devlettir. Bir an için düşünelim; Rusya’nın bu günkü ekonomik durumu karşısında herhangi bir burjuva hükümeti ülkeyi yönetmek için Sovyetlere kıyasla çok daha büyük oranda kuvvete baş vurmak zorunda kalmayacak mıdır? Köylü genellikle memnun değildir. Vergileri çok yüksek,sanayi mamullerini çok pahalı bulmaktadır. Bu hoşnutsuzluğu bazen, karşı devrimci nitelenebilecek eylemlere dönüşmektedir. Oysa köylülerin ezici çoğunluğu sağlanmıştır. Sovyetlerin zaferini_kızıl orduyu özellikle köylü çoğunluğu teşkil ediyordu- ve Sovyetleri desteklemeye devam etmektedir. Toprakları ağalara geri verecek bir kapitalist hükümet yüz milyon köylünün şimşeklerini üzerine çekecektir. Ve buna ancak sürekli bir baskı ve şiddet rejimi sürdürerek karşı çıkabilecektir. Yabancı sermaye ile  desteklenen bütün beyaz rejimlerin düşmek zorunda kalmalarının başlıca nedeni budur.
    Yılarca süren emperyalist savaşlar, iç savaş, muhasara ve açlık, kapitalist devletler tarafından çevrili bulunmak, mali abluka, diplomatik entrika ve düşmanca hazırlıklardan sonra Sovyet devleti, etrafının düşmanla çevrili olduğu güç geçiş döneminden doğan iç çelişmelerle karşı karşıya olması sebebiyle savaş hali durumunu sürdürmekte, dolayısıyla da baskı mekanizmalarına her zamankinden fazla ihtiyaç duymaktadır. Karşı devrimin girişimlerinin sona erdiğine inanmak mübahalalığa düşmektir. Ne var ki Rus devriminin bu günkü güçlükleri ve bunlar karşısında takındığı tavır ne olursa olsun Sovyet devletinin temel nitelikleri, dolayısıyla da baskının o devlet içinde oynadığı rol değişikliğe uğramaktadır.

  Açlık Yoluyla  Ekonomik Baskı
      Sovyet toplumunun varlığının sekizinci yılında, uzun yüzyıllardan bu yana sürüp giden bir otorite geleneğine ve yüzyılı aşkın politik deneyden yararlanan burjuva toplumuyla eşitlik ölçüleriyle karlılaştırma olanağı olamadığı bir başka geçek çoğunca gözden kaçırılmaktadır.1789’dan çok önce Sieyes’in şiddetli iddialarının aksine soylular ve ruhban takımı dışında kalan halk (tiers état) devlet içinde saygın yeri olan bir güçtü. Burjuva ekonomik gelişmesinin ilk elli yılı, sınıf diktatoryasının başlangıçtaki korkunç yıllarından farklı olamadı.
  Resmi yalancı tarihçiler XIX: yüzyıl hakkında ki gerçekleri bile yutturmak yolunda olmadık çabalar harcamışlardır. Modern kapitalizm bolluğa yönelirken. izbelerde yaşayan, sabahın köründen akşamın karanlığına dek çalışmaktan imanı gevreyen, özgürlüklerin hiç birinden nasibi olmayan, sekiz yaşındaki çocukların körpe vücutları,fabrikaların paralayıcı ağzına atılan bir emekçi kuşağın cesetleri üzerinden geçmiştir…
   Tüm çağdaş uygarlık, kurban edilen bu kuşakların kemikleri,etleri,kanları ve alın terleri üzerinde inşa edilmiştir. Burjuva bilimi bu gerçeği inkar etmektedir. Şimdi yine okuyucuya Karl Marx’ın Kapital’ini hatırlatmak gerekiyor. Okuyucu Kapitalin XXIII. Bölümünde 1846-1866 İngiltere’si hakkında dehşet verici sayfalar bulacaktır. Bir iki satırla da olsa bu konuya değinmekten kendimizi alamayacağız. Resmi bir araştırma yapmakla görevlendirilen bir hekim şunu tespit etmiştir: “kentteki işçilerde bile açlıktan ölmemeyi güçlükle sağlamasına rağmen, iş süresi normal olarak her türlü ölçüyü aşacak derecede uzundur. İşin, işçiyi geçindirdiğini söylemek hakkı mevcut değildir”. Bir başka araştırıcı ise “Londra’da her birinde 10.000 kişinin yaşadığı yirmi büyük mahalle “ tespit etmiştir. “ bunların içinde bulundukları sefaleti İngiltere’nin diğer bölgeleri ile kıyaslamak olanağı yoktur.”- “-Dr. Hunter, newcastle ırkımızın güzel niteliklerine sahip bulunan yurttaşlarımızın barınma ve sokak gibi salt dış koşullar nedeniyle neredeyse vahşi sayılabilecek bir soysuzlaşmaya düştükleri örneğini vermektedir.” demektedir. Muhafazakar İngiliz gazetesi Standard 5 nisan 1866’da, Londra’daki  işsizlerle ilgili şunları yazmaktadır..” “Bu nüfusun acı çektiğini hatırlayalım. Bunlar açlıktan ölmektedir. Sayıları 40.000 ‘Dır. Ve  bunlar şu anda,dünyanın şahit olmadığı derecede muazzam bir gerginlik birikimin yanı başında,güzelim kentimizin bir mahallesinde vuku bulmaktadır”-“1846 Yılında açlık İzlanda’da bir milyon kişinin ölümüne yol açmıştır. Ve bu, ülkenin zenginliğine hiçbir şekilde zarar vermemiştir.”(Karl Marx)
     Bu sefil halkın kanının, alın terinin, Kraliçe Viktorya’nın resmini taşıyan çil İngiliz paralarına dönüştürülmesi, makineleşmesinin gelişmesinin ve krizlerin, faydasız mahkûmların mezbahadaki hayvanlar gibi başkaldırmadan ölüme gitmeyi kabul etmeleri için olağan üstü baskı mekanizmaları gerekliydi. Burada kapitalist baskı araçlarının en önde gelenlerinden birinin net bir biçimde ortaya çıktığını görüyoruz. Bu,açlıktır. Yarım yüzyıldan bu yana bunu ekonomik terör olarak adlandırmak mümkündür. İşsizlikle,açlıktan ölmekle tehdit edilen ve zorla çalıştırılan işçi, endüstrinin acımasız mekanizması içinde bir süre daha yaşayabilmek için hayvanlar gibi çalışmaktadır. Bu sürede on beş yıldır. (Ücretlilerin bu dönemdeki ortalama ömür süresini saptayacak verilerin elimizde bulunmaması üzücüdür. Bu veriler her şeyi özetleyerek ortaya koyacaktı.) Bu , günümüzde de geçerlidir: ekonomik baskıya _açlık tehdidiyle- gerçekte en etkin ve önemli olan budur,kapitalist “düzen”in koruyucuları tarafından endişe verici bazı kurban kategorilerine (şehirler), devrimcilere karşı kullanılması gerekli görülen baskı mekanizması eklenmiştir.
                                                    
Kırım. Hataların ve  Görevlerin  Kötüye Kullanılması. Kontrol
  Tekrar edelim: Şiddet korkunçtur. İç savaşta her savaşçı için söz konusu olan –ki bu savaşta tarafsız kalmak yoktur- hayattır. Her an cinayet tehdidi altında bulunan işçi sınıfının da düşmanlarına öldürücü darbeler vurması gerekmektedir. Hapis kimseleri yıldıramaktadır; başkaldırma,rüşvet ve becerikliliğin de açmasını başarabildiği muhkemce kilitli kapıları delip geçmektedir.
   Bir başka gereklilik de, savaşın en had düzeylere ulaştığı şiddetin yıkımlarının yaygınlaşmasında yardımcı olmaktadır. Antik ordulardan bu yana,kırım birlikleri,itaatin sağlanmasın  kullanılan klasik bir araçtır. Bu yöntem, Büyük Savaş’ta,1917 nisan başkaldırmasından sonra Fransız cephesinde de uygulanmıştır. Bunun unutulmaması gerekirdi. Söz konusu kırım, bireysel suçluluk durumuna yada masun olup olmadığına bakılmaksızın her on kişiden birinin kurşundan geçirilmesidir. Bu konuda tarihten örnek verelim: 1871 ‘de komüncüler, Versailles’lılar tarafından kırımdan beter edilmişlerdir. Gallifer’de öldürülenlerin sayılarının ortalama olarak 20.000 i bulduğunu belirtmiştik. Oysa komünün 160.000 savaşçısı vardı. Dünyanın en uyanık burjuvazisi olan Fransız burjuvazisi –renan’ların, Taine’lerin brjuvazisi- bu rakamlarla sınıf savaşçılarının ürkütücü mantığını sermektedir önümüze. Oldukça yüksek oranlarda kayıba uğratılmadığı sürece, hiçbir sınıf yenik düştüğünü kabullenmeyecektir. Rusya’da devrimin efsane yıllarında şu tür olaylara daima rastlanmıştır. 100 000 nufuslu bir kent ele alalım. Bunun 70 000 i proleterdir. (basitleştirmek için proleterleri ve onlara yakın unsıurları birlikte düşünüyoruz). Geriye kalan 30 000 ise burjuvazi ile orta sınıflardır. Bunlar iyi yetişmiştir. Maddi imkanlara sahiptir. Üstelik kendilerini yasaya uygun biçimde yönetici sınıf görme alışkanlığındadır. Özellikle savaşın sadece bu kente münhasır kaldığı bir durumda, şu yada bu ölçüde örgütlü olan bu karşı devrimci gücün direncinin yeterince etki yaratacak şekilde kayba uğratılmadığı sürece kırılmayacağı açıkça ortada değimli? Devrim için aşırı biçimde  vurmak yeteri kadar güçle vurmamaktan daha az tehlikeli olmayacak mıdır?
   Burjuvazi sömürülenlere kanlı uyarılarını esirgememiştir. Şimdi sıra sömürülenlerdedir. Oysa tarih uyarmıştır burjuvaziyi; Emekçi sınıflara reva gördüğü acı ve sert sefaletin şiddeti ölçüsünde direnci çetin olacaktır, hesap verme günü geldiğinde de dolayısıyla günahlarını çok daha pahalı ödeyecektir.
   Rus devriminin Çeka’sı tıpkı Fransız devrim mahkemesi gibi sınıf düşmanlarını ,temyizi de olmamak üzere, acımasız cezalandırıyordu. Şu farkla ki Çeka, mahkeme prosedürü bakımından,klasik usullere daha uygun hareket ediyordu. Öte yandan Çeka, yine tıpkı ,Devrim Mahkemesi gibi suçlamalarını eldeki kesin delillerden çok,sanığın sosyal durumuna,politik fikirlerine, düşmanına zarar verme kapasitesine  göre yapıyordu. Burada söz konusu olan belli eylemlerin tartılması değil,bireylerden kalkarak bir sınıfı cezalandırmaktır. Sınıf adaleti bireysel vakaların incelenmesine ancak barış dönemlerinde zaman ayırabilmektedir.
    Hatalar, görevini kötüye kullanmalar,aşırı tutumlar bize ancak proletaryanın ittifak arama durumunda olduğu orta tabaka köylülere,orta sınıfın alt tabakalarına, yoksul entelektüellere ve gerçeklerin kavranmasına el vermeyen ideolojileri benimseyerek objektif olarak karşı devrimci çizgi izleyen,bu yüzdende ,devrimden ayrı düşen samimi devrimcilere uygulandığı zaman zararlı görünmektedir. Kızıl deniz kuvvetlerinin Krostad ve Petrograd’ı  bir İngiliz filosuna karşı (1920) güçlükle savundukları bir sırada, savaş gemilerinde, hiç istiflerini bozmadan o kadim anti militarist propagandalarını sürdüren kimi anarşistleri anımsıyorum 1918 de ordudan ve her türlü maddi kaynaktan yoksun olan Sovyet Cumhuriyetini hala gücünü muhafaza eden Alman emperyalizmine karşı yeni bir savaş atmak isteyen  sol sosyalist devrimcilerde bu soydandı. Bu tür yoldan çıkmış “devrimcilerle”, eski rejimin bahanelerini birbirinden ayırt etmek için devrimci baskı bu konuda her zaman başarı sağlayamamışsa da ,büyük çabalar harcamıştır ve hala harcamaya devam etmektedir.
    Sosyal savaşlarda belli bir oranda da olsa aşırılığı,hatayı ve görevin kötüye kullanılmasını tamamen önlemek mümkün değildir. Partinin ve tüm devrimcilerin görevi bunu mümkün olduğunca asgariye indirmektir. Bunun önemi, son irdelemede şu faktörlere dayanmaktadır.
     1—Eldeki güçlerin oranı ve savaş arzularının derecesi;
     2---Eylemin örgütlenme derecesi;proletarya partisinin eylem üzerindeki kontrolünüm etkinlik derecesi
     3---Proleter kitlelerin ve köylülerin kültür düzeyleri.
  Acımasız davranışların büyük bir bölümü savaşın maddi şartlarından doğmaktadır. Proleter bir devrimin hapishaneleri,maddi imkansızlıklar nedeniyle, örneğin sağlık bakımından burjuvazinin normal zamanlardaki ”örnek cezaevleri” ile kıyaslanamaz. Açlığın ve tifus’ ün kol gezdiği mahsur kentlerdeki hapishanelerde ölüm oranı, dışarıya nazaran biraz daha fazla olmaktadır. Ama ne yapılabilir? Hapishalerin tıka basa proleter ve köylülerle dolu olduğu zamanlarda insan sevgisiyle yanıp tutuşan hassas yüreklerin, hapishanelerle ilgilendikleri yoktu. Esir komüncüler Satory kampında açıkta ve çamur için yatarken – ayağa kalkanların vurulması için nöbetçilere emir verilmişti- Taine gibi büyük bir düşünür “bu sefillerin insanlıktan nasipleri yok” diye yazıyordu.
   İktidarı aldıktan hemen sonra,sayısız meselelerle karşı karşıya kalan proletarya, ilk elden önemli meselelerin çözümüne girişiyordu. İkmal, kent örgütlenmeleri,iç ve dış savunma,millileştirilen malların envanteri,el konulan zenginlikler yukarıda sözü edilen ve ilk anda çözülmesi gereken meseleler arasındaydı. Ve proletarya,gücünün en seçkin kısmını bu sorunlara hasrediyordu. Devrimci baskı için- ki hata ve aşırılıkların nedenlerinden birini de bu teşkil ediyordu* en katıksız ve kararlı devrimcilerin kumandasında, ancak ikinci derecede bir personelle yetinilmek zorunda kalınıyordu. (proletarya diktatörlüğü Rusyasında  Djerjinski, Macaristanda Otto Korven) Bir devrimin iç savunmasının gerekleri çoğunlukla son derece nazik, son derece güç ve acı verici, hatta korkunç olmaktadır. Buna rağmen devrimcilerin en iyilerinden birkaçının –yüksek bilinçli,sorumluluk duygusuna sahip sarsılmaz karakterli) kendilerini bu meseleye adamaları gerekmektedir.
   Parti kontrolü bunlar aracılığıyla olmaktadır. Bu alanda olduğu gibi diğer bütün alanlarda da kendini gösteren bu moral ve politik kontrol,işçi sınıfının bilinçli  ve seçkin bölümüyle dolaylı bir şekilde , hayatın bütün eylemlerinde partinin kontrolünde bulunan halk kitlelerinin müdahalesi ile belirleniyordu. Bu, baskının sınıfsal niteliğini garantiliyordu. Hata ve aşırılıkların asgariye indirilmesi proletaryanın öncülerinin bu kesime ayırabileceği güçlerle orantılıdır.
                                                                                                                                                Baskı ve Provakasyon
     Okhrana’yı incelememiz sırasında provokasyon üzerinde uzun uzadıya durduk. Provokasyon tüm polisin tekniği için mutlaka gerekli bir unsur değildir. Normal olarak polisin görevi izlemek,bilgi toplamak ve önlemektir. Kışkırtmak, olaylar çıkartmak polisin görevleri arasında yer almaz. Ancak, burjuva devletinde , sert dönemlerede aşağı yukarı bulunmayan fikir provokasyonu,rejim baş aşağı uçururma doğru kaymaya başladığı ölçüde gitkçe artan bir biçimde önem kazanır. Günlük olaylar bu konuda bizi ikna için yeterlidir. Şu anda Fransa,Belçika ve İngiltere gibi nispeten müreffeh kapitalist ülkelerin işçi hareketlerinde pratik olarak önemsiz sayılacak oranlarda bulunan provokasyon, Almanya’da ,1923 devrimci krizi ertesinde,Rusya’nın 1905 yenik devriminden sonra var olan provokasyondan az olmamıştır. Leipzig davası sırasında alman”ceka”sının ifadesinden de anlaşıldığı gibi Berlin polisinin savunmayı deruhte edenlerden biri olan sosyalist Kurt Rosenfeld’in evinde bir gece soygunu (nisan-mayıs 1925) düzenlemesi Reich’in  güvenlik teşkilatının, eski Okrahana’ya çok benzediğini kanıtlamaktadır. Tutucu güçlerin iki yıldan bu yana bir halk devrimi ile boy ölçüştüğü bir  başka ülkede – Bulgaristan- aynı durum daha da belirgin olarak mevcuttur. Polonya’da porovakasyon, tututcu güçlerin elinde işçi hareketine karşı  etkin bir silah niteliğindedir. Bu  örneklerle yetinelim.
     Polis provokasyonu, özellikle çürümüş rejimlerin silahı yada kötülüğüdür. Önceden haber almak ve engellemek karşısında güçsüzlüğünün bilincinde olan polisleri kendileri tarafından çıkarılan olayları bastırmakla yetinmektedir.

  Baskı Ne Zaman Etkindir?
  Okhrana otokrasinin tepetaklak olmasını engellemeyi başaramamıştır.
   Buna karşılık Çeka,Sovyet iktidarının yıkılmasının engellenmesinde yardımcı olmuştur.
    Gerçekte ise rus otokrasisi devrilmekten çok kendi düşmüştür. Bunun için bir sarsıntı yeterli olmuştur. Ufalanarak toz haline gelen, nufusun ezici çoğunluğunun yitip gitmesini istediği bu eski yapı çökmüştür. Rusya’nın ekonomik gelişmesi devrimi gerektiriyordu. Güvenlik teşkilatı buna karşı ne yapabilirdi? Karşı kamplarda yer alan birbirlerine öldüresiye düşman, sınıf savaşından başka bir çıkışı olamayan bir durumdan kurtulmak için her şeye hazır bir sanayi burjuvasının,büyük mülk sahiplarinin,soyluların,entelektüellerin,proleteryanın,köylü kitlelerinin çıkan çatışmasına care bulmak ona mı kalmıştı? Eylemi, eski rejime oda usta genel politika tedbirleri ile uyuımlu olamak şartıyla ancak sınırlı ertelelme sağlayabilirdi.
     Çeka’nın böylesi anlamsız görevleri mevcut değildi. Beyazlara yada kızıllara bölünmüş olan ve kızılların zorunlu bir şekilde çoğunlukta olduğu bir ülkede Çeka düşmanı aramakta,onu silahsız hale ve zararsız bir duruma getirmektedir. Çoğunluğun elinde azınlığa karşı,sayısız silahlardan biridir o. Bu haliyle sadece bir aksesuardır. Ve ancak devrimin düşman kurşunu tarafından başından yaralanması tehlikesi karşısında olahan üstü önem kazanmaktadır. İktidarın ele alındığının ertesi; Lenin toprakların millileştirilmesi ile ilgili kararnameyi kaleme alırken uykusuz bir gece geçirdiği anlatılmaktadır. “ Şunu uygulamak için,zamanımız olsun hele” demiştir Lenin. “sonra denesinler bakalım koparıp almayı elimizden”. Soyluların topraklarının sosyal mülkiyete maledilmesi Bolşeviklere bir anda yüz milyon köylünün desteğini kazandırmıştır.
     Baskı, genel politik tedbirlerle tamamlandığı zamanlarda etkili olmaktadır. Ekim devriminden önce köylülerin isteklerini yerine getirmeyi reddeden Kerenski  kabinesinin devrimci ajitatörleri tutuklaması, köylerde karışıklıkları ve isyan duygusunu arttırmaktan başka bir şee yaramamıştır. Oysa, köylerde toprakların kamulaştırılmasıyla sosyal güçlerin yer değiştirmesinden sonra, tarım nüfusunun Sovyet iktidarını korumaya yönelen çıkarları,amaçları köylerdeki eski popüler durumlarını elde etmek ve dinsel dinsel duygular üzerinde  spekilasyona girişmek olan sosyalist devrimci ve monarşist ajitatörlerin tututklanmalarıyla bir karışıklık nedenini ortadan kaldırıyordu.
     Baskı,istediğini bilincinde, büyük çoğunluğun hizmetinde olan enerjik bir sınıfın elinde etkin bir silahtır. Aynı silah, soysuzlaşmış,imtiyazleri toplumun ekonomik gelişmesine engel teşkil eden bir aristokrasinin elinde tarihsel oalrak etkisini yitirmiştir. Aslında şunu saklamıyoruz; Baskı,önemli dönemlerde güçlü bir burjuvazinin elinde,proleteryaya iç savaş sırasında sağladığı yararın aynını sağlamıştır.
     Baskı, tarihsel gelişimle aynı doğrultuda uygulandığında etkindir; terihsel gelişime aksi yönde kullanıldığında son irdelemede,güçsüz kalmaya mahkumdur.

       Tehlike Bilinci Ve Hedef Bilinci                                                                                                                                         
      Lenin, çeşitli durumlarda iktidar alınmadan önce olduğu gibi iç savaşın en çetin anlarında bile, Mark’sın devletin ortadan kalkması ve komünist toplumda yıldırma ve baskının nihai olarak yok edilmesi öğretisinin gerçekleşmesine içtenlikle bağlı kalmıştır.
      Bolşevik partini adlandırılmasında sosyal demokrat sözcüğü yerine komünist sözcüğünü kullanılmasının nedenlerini açıklarken Lenin;” sosyal demokrat deyimi bilimsel olarak yanlıştır. Demokrasi bir devlet türüdür. Oysa Marksistler, yani bizler her türlü devlete karşıyız” demişti. Kanlı savaşların sürüp gittiği bir dönemde 1Mayıs(sanıyorum 1920 de) münasebetiyle yazdığı bir makaleyi anımsıyorum. Proleter partisinin demir yumruğu savaş komünizmi uyguluyordu. Kızıl terör henüz yumuşamıştı. Bu, yaman olduğu kadar korkunç dönemde devrimin savaşçıları gözlerini sükunetle hedefe dikmişlerdi. Ütopyaya,düşe alabildiğine kapalı, ne var ki devrimin temel hedeflerini izlemeye sıkıca bağlı olan Lenin,ilk proleter devrimin yadsınamaz önderi, proleter diktatoryasının yöneticisi olarak, emek ve ürünlerin  dağılımının gelecekteki kuralının”herkese gücüne göreden, herkese ihtiyacı kadar” olacağını hatırlatıyordu.
       Kapitalist devletle proleter devlet arasındaki en belirgin fark şudur; İşçilerin devleti, bizzat kendinin ortadan kalkması için çalışmaktadır. Proleterya diktatoryası tarafından uygulanan baskı –yıldırmanın öbüründen farkı,bunun bunun bütün yıldırmaların ortadan kalkmasın çalışan sınıf için gerekli bir silah teşkil etmesidir.
  Şu hiçbir zaman unutulmamalıdır. En yüksek hedeflerin bilinci aynı zaman da bir güçtür.
   Geçen yüzyılın sonunda saf bir sosyal değişimi düşlemek mümkündü. Cömert gönüller Marx’ın bilimini deforme ederek  yada düpedüz hiçe sayarak kendilerini bu yola vermişlerdi. Sosyal devrim, onlar için plutokratların sayıca çok az  bölümünün ağrısız sızısız bir şekilde mallarını gasp etmekti. Eski kılıçları ve modern tüfekleri kırıp geçiren,eli açık ve büyük yürekli proletarya, bir gün önce malları ellerlinden alınan sömürücülerine bir tazminat olsun tanımayacak mıydı? Son para babaları ellerlini soğuk sudan sıcak suya sokmadan, ağızlarında nefret dolu alaylı bir gülümseme, sükun içinde tüketeceklerdi ömürlerini. Kapitalizm tarafından biriktirilen hazinelere el konulmasına, üretimin rasyonel örgütlenmesi de eklenince, hemen tüm topluma rahatlık ve güven getirecekti. Savaş öncesinde bütün işçilerin ideolojileri şu yada bu dozda,bu yanlış ideolojilerin etkisi altında kalmışlardı. II. Enternasyonal’de tarihsel gelişmenin büyük hatlarını sadece bir avuç ayırd edebilmişti. Fransa da proleter şiddet sorununu ancak birkaç devrimci sendikacı görebiliyordu.
     Oysa,temelde şüphesiz haksız ve insafsız olan, ne var ki zenginliklerin yaratıcısı olan kapitalizm,tarihin en yüksek noktasının başlangıcı bulunan 2 Ağustos 1914’te bizzat kendi uygarlığının yıkıcısı,kendi halklarının yok edicisi haline gelmiştir…. Keşiflerin öldüresiye bir çalışmanın,büyük burjuvaların,tröst ve bankaların şefleri elinde harikulade bir şekilde gelişen bilimsel teknik insana karşı çevirmişti silahlarını. Üretmeye, insanın doğa üzerindeki iktidarını daha da genişletmeye, hayatı zenginleştirmeye,yarayan ne varsa,birden bire daha da artan bir güçle yıkmaya ve öldürmeye hizmet etmeye başlamıştı. Bir sabahlık bombardıman, yüzyılların kültür eseri bir kenti silip süpürmeye yetmektedir. Altı milimetrik bir kurşun, en mükemmel bir biçimde işleyen bir beyni anında durdurmaya yetmektedir. Yeni bir emperyalist savaşın,şimdiden yara almış bulunan Avrupa uygarlığının yeniden ”öldüresiye yaralayabileceği gerçeğini inkar edemeyiz”. “Askerlik sanatının “ gelişmesi karşısında kimyasal silahlarla mücehhez hava kuvvetlerinin, ülkelerin tüm nüfusunu yok edeceğini şimdiden düşünmekte sayısız yararlar mevcuttur. Esasen Cemiyet-i Akvam 1924’te resmi bir bildiri ile –ki bunu devrimci demagoji ile suçlamak mümkün değildir- bu tür bir savaşın sayısız tehlikeleri hakkında uyarılarda bulunmuştu. 1914-1918’deki milyonlarca ölünün etleri ve kemikleri  vatansever anıtların altında daha çürümeden, bu tehdit yeniden asılıdır insanlığın üzerinde. Devrimin katı gerçeklerine bakarken bu olaylar hatırlanmalıdır. O zaman iç savaşın getirdiği gaddarlıklar, terörün kaçınılmazlığı,devrimci baskının katılığı,acı verici hataların önünün alınmazlığı gerçek boyutlarıyla görülecektir. Büyük falaketlerle kıyaslandığında bunlar, önemsiz ağrılardır. Bunların yersiz olmadığını Verdun’un isimsiz kemikleri yanıtlamaya yetip artacaktır.
   “Devrim yâda ölüm” Verdun’lu bir savaşçının bu sözü bir gerçek olarak kalmaktadır. Tarihin kara günlüklerinde ikilem bu olacaktır. O zaman işçi sınıfı için bu sert,fakat kurtarıcı görevi yerine getirmenin zamanı gelmiş olacaktır. Bu devrimdir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder