Teori ve pratik arasındaki ilişkinin kopukluğunun en
önemli göstergelerinden biri "söylenenle yapılanların birbirine denk
düşmeme" halidir. Söylenen yapılamıyorsa,söylenenin doğruluk düzeyi de
soyutlama düzeyinde kalır. Doğruluğu,yanlışlığı,eksikliği pratik içinde
sınanamaz. Sınanmadığı içinde kendini yeniden tamamlayıp zenginleştirme
olanağı bulamaz. Mücadelenin daha önceki deneylerinde çeşitli defa gerçekleşen
pratikler tarafından doğrulanmış düşünceler, eğer denenme nesnelliğinde bir
değişiklik yoksa doğru ve pratik tarafından onaylanmış düşünceler olarak kabul
edilirler. ML. Düşüncenin kapitalizmin nesnel temelleri üzerinde yükselen ve öz olarak aynı olan koşulların pratiği içinde çeşitli defalar doğrulanmış evrensel ilkeleri
böyledir. Koşullar öz olarak aynı olduğu sürece , daha önce pratik olarak
kanıtlanmış yasaların tekrar tekrar denenmesine ihtiyaç yoktur.
Ama her yeni dönem beraberinde yeni çelişkileri ve sorunlar getirir. Yeni sorun ve çelişkilerin ortaya çıkması devrimcilerin önüne yeni görevler koyar. Daha doğrusu tüm dönemlerde asli görevleri olan olan devrimin yapılması için ortaya çıkan nesnel ve öznel çelişkilerinin çözümlenmesinin sonuçları üzerinden kendilerini yeniden düzenlerler.
Bu süreçte birinci basamak kaçınılmaz olarak toplumsal pratiğin kendisidir.Teorik-politik üretkenlik bizzat somuttan, verili gerçekten başlar oradan soyuta sıçrayarak teorileşir ve yeniden somuta döner. Bir devrimci yapı her şeyden önce toplumsal pratiğin içinde yer almak zorundadır ki bizzat yaşamın kendi içindeki somut çelişkilerini tespit edip soyutlama düzeyine varsın. Doğrudan, yaşayan canlı gerçek içinden yola çıkmayan düşünce kurgusal bir düzeyden öteye varamaz.("Hayattan kopuk" denilen teori budur) İkinci aşama,yani soyutlamadan (düşüncedeki somutlama) yeniden somuta döndüğü zaman devrimci yapının elinde artık ne yapması gerektiği konusunda derli toplu, teorik politik bütünlüğe sahip bir perspektifi ve bunun sonucu olarak bir devrim anlayışı, buna denk düşen stratejik,örgütsel ve politik bir program vardır. Sıra bunu hayata uygulamaya,diğer bir deyimle pratiğe dökmeye "söylediklerini yapmaya" gelmiştir. İşte sorun tam da burada başlar. Siyasal yapı\örgüt dediğin şey insanlardan oluşur. Sözü eyleme dönüştürmesi gereken örgüt, insan dışı bir şey değildir.Sözünü eyleme dönüştürme işi, siyasal bir örgütte kadro denilen insanların kolektif örgütlü faaliyeti ile oluşur. Bundan ötürüdür ki, " "Doğru devrimci çizgi belirlendikten sonra, herşeyi, doğru çizginin kaderini, zafer ve yenilgiyi, kadrolar belirler." (STALİN)
Doğru bir çizginin hayata geçirilmesinde, bu doğru çizginin oluşturulmasında, ve bu bu doğru çizginin doğruluğunun sınanmasında,eksikliklerinin tamamlanıp geliştirilip zenginleştirilmesinde yani sürecin değişik aşamalarında devrimci kadroların konumu; varlığı/ yokluğu,niceliği, niteliği hayati bir öneme sahiptir. Doğru bir çizginin oluşturulmasının başlangıcında daha az ama nitelikli kadronun güçlerini maksimum düzeyde zorlayarak ortaya koydukları yeterli olabilirken.(en azından temel tespitlerin yapıldığı ve buna uygun örgütsel ve politik önceliklerin saptandığı) İkinci aşamada (soyuttan tekrar somuta dönüldüğü) yani çizginin hayata geçirilmesi aşamasında kadroların niteliksel durumu kadar, niceliksel durumu da önem kazanmaya başlar. Bu aşamada belli bir sayıda kadronun varlığı gereklilik haline gelir. Ancak bu nicelik ihtiyacı, niteliğin feda edilmesine yol açmamalıdır.
Kadro tanımı, belli bir nitelik seviyesine ulaşmış
devrimciyi tarif eder. Her şeyden önce mevcut siyasi çizgiyi yeteri kadar
kavramış,özümsemiş ve bu çizginin pratiğe uygulanmasında yaratıcılığını ve
inisiyatifini kullanabilen, örgütsel çizgiyi bir şablon olarak algılamayıp,
"hayatı okuyan" ve değişik özgüllükleri tahlil ederek uygulayan bir
özelliğe sahip olmalıdır.
"bir siyasetin pratiğe uygulanması, onun kadrolar
tarafından yaratıcı bir tarzda tartışılarak yorumlanıp kavranılması, tabana
kavratılması ve devrimci bir insiyatif anlayışıyla pratiğe uygulanması ve
sonuçların toparlanıp değerlendirilmesi gibi süreçlerden oluşur ve bu
süreçlerin örgütlendirebilmesi için de nitelikli kadrolara ve doğru bir çalışma
tarzı anlayışına sahip olmak gerekir." Sonuç olarak devrimci mücadele de
devrimci çizginin pratiğe geçirilmesi için yeterli sayıda ve bu çizginin
kavranışı ve uygulanışında gerekli özelliklere sahip kadrolar gerekir. Bu olmadığı takdirde bir programı, bir çizgiyi ortaya koymanın anlamı yarım
kalır. Söylenenlerle yapılanların
(yapılamayanlar nedeniyle) birbirini tutmadığı tutarsız ve güven
vermeyen bir manzara ortaya çıkar.
Bu gün, Programlarında samimi olan devrimci yapıların
içinde bulundukları temel açmazlardan birisi budur, yani kadro sorunu. Stalin'in
bu konuda söylediklerinin bir bölümünü anımsamakta fayda var;
"
Bazıları, zaferin kendi kendine, yani diyelim ki kendiliğinden gelmesi için
doğru bir parti çizgisi hazırlayıp geliştirmek, bunu yüksek sesle ilan etmek,
onu tezler biçiminde, genel kararlar biçiminde sergilemek ve onu oy birliğiyle benimsemek yeter diye düşünüyorlar. Besbelli ki bu yanlıştır. Yalnız iflah
olmaz bürokratlar ve kırtasiyeciler böyle düşünebilirler. Gerçekte bu başarılar
ve zaferler, kendiliklerinden kazanılmamışlardır, parti çizgisinin uygulanması
uğruna yürütülen amansız bir mücadele içinde kazanılmışlardır. Zafer hiçbir
zaman kendi kendine gelmez; her zaman sökülüp alınır. İyi kararlar, partinin
genel çizgisinden yana bildiriler, ancak bir başlangıçtır; ancak yenme isteğini
anlatırlar, ama yenginin kendisini değil. Doğru bir çizgi, sorunun doğru bir
çözümü verildikten sonra, başarı, örgüt çalışmasına, parti çizgisinin pratik
uygulaması için mücadelenin örgütlenmesine, adamların iyi düşünülerek
seçilmesine, yönetici kademelerin kabul ettikleri kararların uygulanıp
uygulanmadığının denetimine bağlıdır. Bu olmazsa, partinin doğru çizgisi ve
doğru kararlar, ciddi olarak tehlikeye düşmek tehdidi altındadırlar. Bundan
başka, üstelik, doğru siyasal çizgi bir kere belirlendi mi, her şeyi, hatta
siyasal çizginin kendi kaderini de, onun gerçekleştirilmesini ya da
başarısızlığını da belirleyen, örgüt çalışmasıdır."
Bunun devamın da " Doğru devrimci çizgi belirlendikten
sonra, her şeyi, doğru çizginin kaderini, zafer ve yenilgiyi, kadrolar
belirler.” diyen sözleri de yeniden hatırlayacak olursak mücadele,örgüt,kadro
ilişkisinin bu günkü sıkıntılarını daha iyi anlayabiliriz.
Bu gün devrimci
mücadelenin şu veya bu derece içinde olanlar bilirler.Bir çok devrimci yapı bir
avuç kadronun olagan üstü çabaları ve emeğinin üzerinde yükselmektedir. Olagan
üstü zorluklar,sıkıntılar ve olanaksızlıklarla kuşatıldığımız bir dönemde bu
kuşatmayı yarmak için bir çok alanda birden mücadele etmek zorunluluğu vardır.Sınırlı sayıda ve nitelikteki kadroyla süreçe müdahale kaçınılmaz eksiklik ve "yetişememe" hallerini de beraberinde getirmektedir. Müdahale ya bir takım sorunlar ihmal edilerek,ya da "gücün yettiği kadarıyla"sınırlı kalmaktadır.Günümüz de bir çok hayati sorun iç içe geçmiş durumdadır.Böylesine bir ortam da bu
sorunları tespit etmek yetmiyor. Sorunlara devrimci bir tarzda müdahale
edebilmek de gerekiyor.Bu yapılamadığı zaman devrimci yapılar, devrimciler
durmadan hastalığı teşhis eden,gören,söyleyen ama bir türlü tedavisinde gerekli
müdahalleyi yapamayan "tanı koyucular" olmaktan öteye gidemiyor.
Tedavi sürecinde var olamadığı içinde koyduğu tanıya, şüpheyle bakılan olmaktan
kurtulamıyor.Bu durum da bir dizi öznel hatanın rolü de olmasına rağmen tüm
devrimci yapılar için ortak nesnel koşulların elverişsizliğinin yarattığı
olumsulukların varlığı da inkar edilemez. Sorun bu nesnelliğin doğru bir
şekilde tahlil edilip iradi olarak nasıl müdahale edilebileceğinin yolunu
bulmak.
Durum kısır bir döngü gibi görünüyor. Söylediklerinizi
hayata geçirebilmek için yeterli sayıda ve gerekli nitelikte kadrolara
ihtiyacınız var.Elde yeterli kadro olmadığı için bu yapılamıyor(ya da yeteri
kadar yapılamıyor) Yapılamadığı zaman,pratik içinde örgütlenilemiyor, işçi ve
emekçi kesimleri içinde düşüncelerimizin, maddi bir güç haline gelmesini
başarılamıyor. Böyle olunca da bizzat mücadele pratiği içinden devrimci örgüte
gelmesi gereken kan akışı, beslenme sağlanamıyor.Zenginleşerek yeniden
toplumsal pratiğe siyasal bir güç olarak dönülemiyor. Elde var olan sınırlı
sayıdaki kadrodan bir kısmını şu veya bu nedenle kaybettiğiniz zaman enerjinizi
yeniden bu eksikliği kapatmak için harcamaya başlıyor ve her seferinde
kadrodaki nitelik düşüklüğüne de razı olarak aslında örgütsel niteliğin
düşmesine de razı olmaya başlıyorsunuz. Bu böyle sürüp gidiyor. Örgütün ve
süreçin birlikte örgütlenmesi gerekirken sorun kendimizi örgütlemenin de gerisine
düşerek, "kendimizi ayakta tutmak" biçimine dönüşüyor. Hayat gümbür
gümbür akıp giderken biz bütün çabamıza rağmen hayatın gerisine düşüyoruz. Bir
gün ona yetişebilme umudumuz ve bu konudaki sabır ve inancımıza eşlik eden
ısrarcılığımız ise ne yazık ki saflardaki umut yorgunluğunun artmasını
engelleyemiyor.
Evet bütün
bunların nesnel nedenleri de var dedik. Bu yüzden kendimize de haksızlık
yapmamaya çalışıyoruz. Kadrolar gökten zembille inmeyecek, ya bir grup insanı
alıp saksıda çiçek yetiştirir, akvaryumda balık çoğaltır gibi kadro
yaratmayacağız. Onlar bu toplumsal ilişkilerin içinden çıkacak.Tepeden tırnağa
bir çürüme ve dejenerasyon içinde olan.Burjuva bireyciliğin, bencilliğin
toplumun tüm hücrelerine nüfus ettiği,
apolitikleşmenin,duyarsızlığın,yabancılaşmanın korkunç boyutlara ulaştığı bir
dönemdeyiz. İdeolojik düzeyde burjuvazinin kurduğu hegomanyanın var olan bütün
bu olumsuzlukların "doğal" olarak algılanmasının sağlanarak ortalama
bilinçte, ortalama bir biçimde bile sorgulanma ve karşı çıkma yerine
"doğal" ve "değiştirilemez" olana uyum sağlama biçiminde
karşılık bulduğu koşullar içinde devrimci yaşam biçimini örgütlemek ve
sempatizan, taraftar, vs.değil kadro yaratmak. Yani " “İhtilalci bir hareketin
bütun önder kadroları , düzenle bağlarını koparmış (ya da koparmaya hazır hale
getirmiş) çevresine (militanlara ve sempatizanlara) her konuda güven veren,
onların bağlılığını ve saygısını kazanmış, yüksek bir özveri duygusuna sahip,
kendisini her yönüyle devrimci harekete adamış örnek devrimciler
olma." özelliklerine sahip insanları çıkartabilmek kolay iş değil.
Ama bunun bir yolu bulunmalı. Bu gün gerek devrimci örgütün,gerekse geniş
anlamıyla örgütlenmelerin yaratılabilmesi.Devrimci mücadelenin önümüze koyduğu
teorik,ideolojik,politik sorunların çözümlenmesi ve derinleştrilip
,zenginleştirilmesi. Oluşturulmuş olan devrimci çizginin pratik eleştirel
faaliyet içinde sınanarak eksikliklerinin tamamlanması ve hayat içinde bir
karşılığını olması gerekiyor. Bu karşılığın ise toplumsal pratik içinde siyasal
bir dönüşüm ve örgütlenmeye tekabül etmesi için bu zoru başarmak
durumundayız.Bunun yöntemi araçları neyse bulunmak zorunda. Çünkü bu gün devrimci
kadro sorunu, bir çok sorunun kilit noktalarından birini teşkil ediyor. Düğümün
çözümündeki önemli halkalardan biri. Bu sorunun çözümü her şeyden önce konuyla
ilgili olarak bu günün nesnel ve öznel koşullarının ayrıntılı bir tahlilinin
yapılmasını gerektiriyor. Bu günü vurgulu yazdık. Çünkü kadro sorunu devrimci
bir hareket için her daim hayati bir sorun olmasına rağmen, her dönemin özgün
toplumsal,siyasal ve ideolojik koşullarına sıkı sıkıya bağlıdır. Örneğin 78' li
yıllardaki koşulları içinden kadro çıkarmakla bu günün koşulları içinden kadro
çıkarmak arasında epeyi bir fark olduğu inkar edilemez.Söz konusu yıllarda halk
kitleleri içinden devrimci yapılara fiili katılım için bir akış varken ve
devrimciler bu katılımın akışına, nitelik yönünde dönüştürücü sınırlar
belirlerken, bu daha az seçici olunan ve niteliği de gittikçe daha aşağı
düşüren " ne yapalım elde ki malzeme bu" biçimindeki razı olma haline
doğru gerilemiş durumdadır. Gerçekten de "adam yok" anlayışının en
haklı gibi göründüğü bir dönemdeyiz. Öyle ki, Lenin'in;
"Gerçek
şudur ki, toplum, "davaya" uygun birçok insan yetiştirmektedir, ama
biz, bunların hepsini kullanamıyoruz. Hareketimizin bu bakımdan içinde
bulunduğu kritik geçiş aşaması şöylece formüle edilebilir: hiç adam yok — ama
gene de yığınla adam var. Yığınla adam var, çünkü işçi sınıfı ve gittikçe
çeşitlenen toplumsal katlar, her yıl, kendi [sayfa 157] safları arasından,
protestoda bulunmayı isteyen, dayanılmazlığı herkes tarafıdan anlaşılmamış olsa
bile, her gün büyüyen bir yığının gittikçe daha derinden duyduğu mutlakiyete
karşı mücadeleye güçleri yettiği kadar katkıda bulunmaya hazır, gittikçe artan
sayıda hoşnutsuz kimse üretmektedir. Aynı zamanda, adam yok, çünkü önderlerimiz
yok, hem geniş ölçüde hem de birbirleriyle eşit ve uyumlu bir biçimde, en
önemsizler dahil, bütün güçlerin kullanılması olanağını sağlayan bir çalışmayı
gerçekleştirecek yetenekte siyasal önderler, yetenekli örgütçüler
yok," diyen sözlerinin karşısında
bile "ama bu gün koşullar
o günlerden çok daha farklı ve zorlu" diye
düşünmeden yapamıyoruz. Ya da acaba bizler mi çok yeteneksizleştik diye için
için kendimizi sorguluyoruz. Yukarıdaki satırların geçtiği kitabın adı
hepimizin bildiği gibi "Ne Yapmalı" ve bu gün aynı soru bizim
karşımızda duruyor. Ne Yapmalı?...Her zamanki ısrarımızı burada da tekrarlıyoruz: Ne yapmalının cevabı, Nasıl Yapmalı ile birlikte verildiği zaman bir anlam kazanacak.
Bu soruların yanıtlarını da diğer yazılarımız da tartışmaya
çalışacağız. Ve bitirmeden ekleyelim, bu konular da yazacağımız yazılar tarafımızdan kesin önermeler olarak değil, tartışmaya ve değişik katkılara açık önermeler olarak okunmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder