25 Şubat 2013 Pazartesi

KAPİTALİZM KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRİYOR, KAR, KRİZ, SINIFLAR(2) ZOZAN KARA


Bu gün bütün gelişmeler sermayenin kapitalizmin bir dönemi, en güçlü ve en çürümüş hali  emperyalizmin dış çelişkileri ile açıklanıyor. Temel çelişki emperyalistler arasındaki çelişki değildir. Emperyalizm kapitalizmin (sermayenin) bu günkü gelişkinlik düzeyinin aldığı görünümdür. Emperyalist sistem ile emperyalist  sistemin içinde olan ülkelerin çelişkisi, emperyalist sistem ile sömürge ve yarı/yeni sömürgelerin çelişkisi ikincil çelişkilerdir, temel çelişkiye tabidir. Bu çelişkileri nasıl kavradığınız ve nasıl cevap verdiğiniz eyleminizi, dünyayı nasıl kavradığınızı ve nasıl değiştireceğinizi açıklar. Sınıfsal ve ulusal mücadelelere bakışınız, güç ve irade mücadelesi bunun üstünden şekillenir. Kapitalizmin temel çelişkisini, emek sermaye çelişkisini görmezseniz; burjuvazi ve işçiler arasında, tek tek ülkelerdeki sınıflar arasındaki çelişkilerin özgünlüklerine odaklanamazsınız, açıklamanız sistemin  bir yanındaki gelişmelerin tek belirleyen olarak ele alınması eksik dolayısıyla yanlış olur


 Emperyalist dönemle birlikte kapitalizmin bunalımları, yapısaldır, içseldir, süreklidir. Alınan önlemlerle ötelenen krizleri bir süre sonra  yeniden  halklara bedel ödeterek gündemleşmekte, emekçilerin daha derinlemesine sömürülme nedeni olmaktadır. Kendisini dizginleyecek hiç bir müdahaleye olanak bırakmadan önünü aça aça ilerledikleri programları içinde emperyalizm tekelleri konumlarını en olanaklı koşulları oluşturacak biçimde hukuklaştırmış, ülkelerin kendi ekonomileri üzerindeki  demokratik  haklarını, denetimlerini kendi çıkarına göre düzenlemiş, ülke ekonomilerini borçlandırarak bağımlı hale getirmiştir. ABD ve kapitalist ülkeleri aynı  şemsiye altında  buluşturan  AB  neredeyse emperyalizmin adı olmuştur. Bu toplam içerisinde ülkeler eşit hukuksal statülerine rağmen eşitsizlik içinde, farklı ekonomik gelişkinlik düzeyine sahiptir. Emperyalist kampları güçler dengesinde daha fazla yaptırım, güç ihtiyacı bir arada olmaya zorlarken bir yandan da  kendi rekabetlerini de sürdürerek yan yana dururlar. Emperyalist dönemin karakteristik özelliği sermeye ihracıdır, diğer sömürü biçimleri de devam eder. Güçlü finans kapital gruplarına ve büyük tekellere sahip gelişmiş ülkeler sömürülerini farklı gelişkinlik düzeyindeki kapitalist ülkeleri sarmaladıkça, rekabet içinde birliktelik olgusu  çelişkili bir karakter kazandı. Birbirleri ile çeşitli yöntemlerle ilişkilenen çelişkili karakterler geliştirdiği bağımlılık içinde aynı zamanda kapitalist ülkelerin  kendi çıkarlarını korudukları bir organik bütün oluşturdu, bu kendi çıkarları doğrultusunda zıt yönlere çeken tekellerin çatışmasını da ulusal bazda çatışmaları da bünyesinde taşıyordu. Bu döneme açık işgal  ve koloniler  döneminden farklı olarak hiç bir emperyalist ülkenin hiç bir bölgede diğerlerini mutlak anlamda dışarıda bırakarak kendi egemenlik alanı olarak görememesi de eklenince kapitalizmin karını maksimize etme hırsı ülkeler arasında yarılmalara yol açmaya başladı. Gelişmiş kapitalist ülkelerle beraber davranan ama gelişmiş kapitalist üretim ilişkileri ve ekonomilerine rağmen yarı sömürge durumunda olan ülkelerde  bu ülkelerin iflasına varan ekonomik sorunlar yaşanmaya başladı. Bu ülke iflaslarının altından kalkılamayacak gelişmelere gebe olabileceği emperyalizmin daha önceki deneyimleriyle çok iyi bildiği bir gerçektir. Aslında istediği iflas etmiş bir ülkede değildir, onun istediği can çekişen, canlı kalmak için her yaptırıma razı olan bir emekçi halk kitlesinin ucuz iş gücü ve tüm ülke kaynaklarının ellerinde olmasıdır. Emperyalizmin yapısal krizlerinde  bu nedenle hukuk aslında "zor içeren yetki”yle ülkelerin yeniden yapılandırılması ve tüm emekçi halkın dirençlerinin kırılması hedefe konulmuştur. Emperyalizm kendindeki krizi en büyük tekellere yeni bir kaynak olarak sunmayı bilinen yöntemlerle devam ettirmektedir. Bu bir çeşit batmak üzere olan geminin yükünün azaltılması ve aslında daha hızla batma hedefine rotasında ilerlemesine /yol almasına benzetilebilir. Yaşanılan süreci ne kadar emekçi halkın aleyhine de olsa bir kazanç olarak sunma yeteneği "yönetemeyenlerin" her zaman dayanak noktası olmuştur, onlar halkların acılarından bile bile, başka türlü davranma doğalarında olmadığı için ancak kar, kazanç damıtırlar. Bu krizin niteliği tüm ülkelerin aynı derecede etkilendiği biçiminde algılatılmıştır. Krizin  yönetilmesinde kullanılan temel dayanaklar, krizin gelişmiş kapitalist ülkeleri etkileyişi ile yarı sömürge ülkelerin etkilenişi arasındaki farkların silinmesi ve yaratılan“tüketim toplumu “görünümü olmuştur. Hiç bir zaman ekonomik alt yapıdaki değişimler birebir ve aynı anda üst yapı ya yansımaz. Ekonomik alt yapıda ki değişimler  ekonomik kriz dönemlerinde  kriz emekçi halklara hızla fatura edildiği için kapitalizmin sömürü  sonuçları ile çıplak olarak yüzleşilir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde halk mücadelelerle burjuva demokratik devrimini tamamladığı  ve sömürgelerinden gelen gelirden kırıntı şeklinde de olsa pay alabildiği için yarı sömürge ülkelerdeki halkın yaşam standardından farklı kriterlere sahiptir. Gelişmiş kapitalist ülkelerde bu kriterler ”insanca yaşam “sınırlarında devam ettirilmiştir. Kapitalizm sürekli krizinin keskin, ötelenebilir süreçlerinden sonra gelen ekonomik rahatlama süreçleri kısaldıkça, tekeller üretici güçlerin gelişimini oldukça yavaşlattığından sabit sermaye kriz dönemlerinden tam bir yenilenme ile çıkamaz, sürekli durgunluk eğilimi devam eder buda tam bir istihdamın sağlanmasında başlıca engeldir, istihdamı yaptığı koşulları da en çok kar getiren ucuz emek gücünün bol olduğu elverişli alanlarda yapmayı tercih eder. Kapitalizmin gelişmiş ülkelerinde de üretken (genç)emek gücünün maliyeti birçok alana göre giderek pahalılaşmış, tüketim ihtiyacına cevap verme güçleri önemli bir kesim olmasa(bunlar çöp makinelerinden, ev de yemek yapmaktan bile vaz geçmiş yaşam biçimleri ile sorunsuz birer tüketicidirler)kapitalist için önemli olmayacak, belli bir birikim yaparak krize dayanmasına olanak kalmamış  ve sürekli işsizlikle tehdit edilen bir halk yaratmaya başlamıştır. Ekonomik krizlerde emekçi halklar kendi olanakları ve koşulları ile baş başa kalır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde de emekçi halklar göreceli ayrıcalıklarını ekonomik alt yapının ihtiyaçları ve bunalımları nedeniyle yitirmek üzeredirler. Oradaki halkın sancısı çok alışkın oldukları bir yaşam standardını yitirmek tehlikesidir. Dünya da krizden en çok etkilendiği görünümü veren ülkelerin ortak yönü emperyalist kapitalizmle olan ilgileri, gelişmiş kapitalist ülkeler olarak gösterilmeleridir. Görülüyor ki iflas tehlikesi ile karşı karşıya gelen ülkeler İngiltere Fransa, Almanya değildir, onların içinde yarı sömürge nitelikleri ile birlikte bulunan Yunanistan Kıbrıs Rum devleti gibi ülkelerdir. Gelişmiş kapitalist ülkeler bu özellikleri göz ardı edilerek aynı torbaya doldurulamayacak konumda olsalar da temel özellikleri kapitalizmi kendi dinamikleri ile yaşayan alt yapılarıdır Onların arasındaki krizin nedeni sistemin yapısal özellikleridir, yeni Pazar ihtiyaçları, hammadde ihtiyacı, eksik tüketim riski, ucuz iş gücü ihtiyacı. Bu görünümün bizim ülkemize yansıması elbette yeni sömürge bir ülke olmamız nedeniyle sonuçları yüklenmek biçiminde olacak. Bu yüklenme tüm üst yapının emperyalist ihtiyaçlara tam uyumlu hale getirilmesinin tamamlanmasını gerektiriyor. Bu bir süreçtir, emekçi halkımızın hak gaspları karşısında “istikrar bozulacak” tehdidi ile susturularak, mücadelelerinin genişlemesi engellenerek, yapılabilenlerde kapsayıcı ve bütünlüklü olmamasına dahi tahammül edilemeyerek devletin zor gücü ile susturuluyor.  Dünya ekonomik krizi ile bizim ülkemizin kriz görünümü kapitalist yarı sömürge niteliğimiz nedeniyle farklı özellikler taşıyor. Kapitalizmin eşitsiz gelişimi hiyerarşik bir yapı kazanmasını beraberinde getirir. Hiyerarşinin en altında yer alan sömürge ve yarı/yeni- sömürgelerin tüm ekonomik, politik ve toplumsal dinamikleri tekellerin istemlerine bağlı olarak düzenlenir/ tahrip edilir. Bu ülkelerde kriz en baştan beri en derin biçimde yaşanır, buna rağmen emperyalizm ülkeye nispi refah getirir. Hiyerarşik yapının içinde yer alan tüm güçler daha üst basamaklara tırmanmak için karşılıklı üretici güçleri tahrip eden yoğun mücadelelere girişirler. Emperyalizm bu yapısıyla serbest rekabetçi dönemden farklı olarak yarı/yeni sömürge ülkelerde  sürekli biçimde genel bunalım öğeleriyle yüklüdür. Genel bunalım kapitalizm yarı sömürgelerde kendi dinamikleri ile gelişmediği emperyalist dönemde emperyalizmin ihtiyaçlarına göre şekillendiği için en baştan vardır, süreklidir. Genel bunalım, yarı sömürgelerde bir bağışıklık, öteleme hali ile emperyalizmin kendini devam ettirmesinin araçlarından biri haline dönüşür. Sömürü ile tüketilen ülkeyi tüm kesitlerde tam bağımlı hale getirir. Kendinde keskinleşen kriz yıkıcılığını bizim için emperyalizmin çıkarlarına denk düşen kesitte kendi öznel durumuyla ilgili kıyıcılığa dönüştürür. “teğet”  geçen krizimizin de iki yönü var. Yeni sömürge ülkemizin krizi karşılamaya dair bağışıklığı, sürekli kriz içinde olması ve kapitalizmin “yarı sömürge “inşa sürecinin tüm hücrelerine kadar ekonomik alt yapıdan üst yapıya kadar tamamlanmasına dair değişikliklerin olgunlaşma aşamasına denk gelmesi, ikincisi ise emperyalizmin bölgedeki uzun vadeli çıkarlarına denk gelen taşeron konumudur. Yüklediği görev ise egemenlerin(devlet ve burjuvazinin) tüm araçlarını algıları yanıltarak yaşanılan süreci bir kazanım olarak sunmasını gerektirir.

     Kapitalizm gelişmekte olduğu dönemlerde yarı sömürge ülkelerde yarattığı nispi refah genel bir özelliktir. Fakat hiçbir toplum tek bir sınıftan oluşmaz ve tüm sınıflar için aynı nispi refah bolluğundan, krizden aynı şekilde etkilendiğinden söz etmek mümkün değildir. Farklı sınıfların nispi refah bolluğundan etkilenişleri de farklıdır.
      Kapitalizm sınıflı toplumdur. Sınıflı toplum, içerisinde sınıfların olduğu toplumdan çok, ancak sınıf ilişkilerinin belirleyici olduğu bir bakış açısıyla anlaşılabilecek bir tarihsel yapıyı ifade eder. Dolayısıyla, tarihsel ve toplumsal bir biçimlenme olarak kapitalizm, barındırdığı özgün sınıfsal yapının karakterinin ve buradan kaynaklanan sınıf mücadelelerinin anlaşılması sayesinde çözümlenebilir.
     Marksist sınıf yaklaşımını, insanların üretim ilişkileri içindeki konumuna odaklanır. Bir başka anlatımla, Marx’a göre, sınıf, üretim ilişkileri içindeki nesnel konumdur. İnsanların üretim araçlarıyla kurdukları ilişkiler üzerinden tanımlanan sınıf kavramı, bu anlamda, sınıfın kimleri kapsadığından çok, sınıfsal ayrışmayı yaratan sömürü ve üretim sürecine odaklanmaktadır. Dolayısıyla, üretim araçlarından yoksun bırakılarak mülksüzleştirilmiş ve piyasada emek-gücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayan insanlar nesnel olarak aynı sınıfın üyeleridir. Bu nesnel konum, sınıf aidiyetini belirlediği kadar, sınıf çıkarının da üzerinde tanımlanacağı tek gerçek zemindir
   Marksizm de  sınıf, belirli tarihsel ve toplumsal koşullara özgü, üretim ilişkileri içerisindeki konumla tanımlanan nesnel bir ilişkidir, en önemli tanımlamasına da  üretim ilişkilerine özgü çıkar çatışmasından kaynaklanan uzlaşmaz bir ilişki olarak kavuşur, sınıf mücadelesi süreçlerinden ayrı olarak düşünülemeyecek bir ilişki olarak ta kapitalist toplumun sonunu belirler.
    Üretim ilişkileri ve üretim araçları esas alındığında, kapitalizm de bütün toplumlar en son tahlilde iki sınıfa sahiptir. Birincisi, üretim araçlarına sahip olan ya da bu araçları kontrol altında tutan burjuvazidir. İkincisi ise üretim araçlarını elinde ya da kontrolünde bulunduramayan sömürülen sınıf proletaryadır. Bu iki sınıf arasında kapitalizmin gelişme sürecinde hem örgün hem de yaygın olarak ” arada” , “küçük burjuvazi “vardır. Küçük burjuvazinin belirgin özelliği kendi duruşu ve amacı olmamasıdır. Yaptığı işler bakımından kafa emeği yoğunlukta olmasına rağmen kol emeği de kullanırlar. Yaşam şekli, koşulları proletaryaya yakın olsa da gözleri burjuvaziye dikilmiş,  olmaları gereken yer orası gibi özlem ve benzeşme tavrı içindedirler. Emperyalist dönemde  tarih içinde serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüşmesiyle birlikte yeni bir ilişki biçimi ortaya çıkmıştır. Burjuvazi sınıfının  "tekelci"  özelliği nedeniyle, finans oligarşisi ortaya çıkmıştır. Doğal olarak bu yeni ilişkinin ihtiyaçları içinde de beyaz yakalılar "küçük burjuvazi" kendi konumu içinde farklılaşarak; bilişim, teknoloji, sağlık, kamu yönetimi gibi alanlarda profesyonelleşme ve üst gelir grubu yaratılması ile küçük burjuvazi yaşam standardı eklektik biçim almaya başlamıştır. Küçük burjuvazi tekellerin devamlılığına endeksli yaşarken diğer yandan da tekellerin Pazar sorununu çözen tüketici kesimi oluşturur. Yarı sömürge ülkelerde bu eklektik kesimin gerçek standardı “ortalama” bir yaşamın sınırındadır, gittikçe küçük burjuvazi işçi sınıfına konum olarak yaklaşmakta, hatta reel ücretler olarak işçi sınıfından daha az ücrete razı olmak zorundadır. Ancak, ideolojisi kapitalizmin değiştirilemez, yenilemez, yıkılamaz bir sistem gibi algılatılmasıyla güçlenen ideolojisi, kapitalizmin sürekli tüketim ihtiyacına denk gelen ideolojisi, geniş bir kesimi kapsamaya başlaması toplumu bir tüketim toplumu, tüketim karşısında eşitlenen bir toplum görünümü almaya zorlar. Tekellerin Pazar sorununda yeni sömürgeler ne kadar önemli ise yeni sömürgelerde küçük burjuvazi o kadar önemlidir. Kapitalizm bilimsel ve teknolojik devrimler çağı olarak ta bilinir, bu değerlendirme tekelci dönemde bilimsel ve teknik buluşların üretim araçlarında uygulandığı görüşünden doğar. Ancak tekeller yeni buluşları üretim araçlarında toplam karın düşmemesi şartıyla uygular, bu nedenle günümüzde sürekli bilimsel ve teknolojik devrimin sonucu olan yeni buluşlar daha çok tüketim araçlarında uygulanmaktadır, bu tekeller arasında önemli bir rekabet alanıdır. Yeni buluşlar üretim araçlarının gelişiminde sınırlı kullanılmaktadır çünkü böyle bir uygulama anarşik üretimde var olan Pazar sorununu sürekli kılar, ayrıca ucuz iş gücü maliyetinden yararlanmayı da en aza indirir. Kapitalistler ne böyle bir kaynaktan vazgeçer nede açığa çıkan iş gücünün sorunları ile gerçekten zaman harcamak ister. Onun derdi malını satıp paraya çevirmektir. O yüzden üretim kadar ürettiklerinin tüketim alanları kavgası vermektedir. Tüm bilimsel gelişmelerin asıl kullanım alanı tüketim araçlarıdır. Yeni buluşlar tüketim araçlarında hem mala ek talep yaratır, hem de bu buluşu uygulamakta geç kalan diğer tekellerin pazarını daraltarak piyasadaki talebi yeni mala yöneltir. Bu da tekellerin Pazar sorununu hafifletmede kullanılır. Bu pazar da kapitalizmin ihtiyaçları çerçevesinde sürekli yeniden organize olmuş, özentili küçük burjuvazi ideolojisinin desteklenip, biçimlendirilerek en geniş tüketici kesiminin yaratılması demektir.
      Kendi görünümünü genelleştirerek kriz karşısında etkilenmeyen” tüketim toplumu “ yanılsaması yaratır. Bu değişimin ekonomik nedeni ise tüketim  değildir, tüketim toplumu görünümünün kaynağını oluşturan asıl şey kapitalizmin anarşik üretim sorunudur. İşte kapitalizmin emperyalist aşamadaki gelişiminin/ihtiyaçlarının  küçük-burjuvazide meydana getirdiği zorunlu toplumsal değişim, kendisinin giderek işçileşmesi, ideolojisinin tüm işçi kesimlerini ve halkları kapsayarak” tüketim toplumu” görünümü alması, kapitalizmin anarşik üretim sorunundan ayrılarak, ekonomik alt yapısıyla bağları koparılarak post Marksistler ve liberaller tarafından iyice karmaşıklaştırılıp, kapitalizmin eşitlik içeren en önemli gelişmesi, sınıfları silerek genişleyen bir kesim, sınıfsal aidiyetsizlik ve standart refah demokrasisi olarak algılanmıştır. Bu  sosyologlar ve ekonomistler tarafından kapitalizmin yeni ihtiyaçlarına göre biçimlenen küçük burjuvazi "yeni orta sınıf" olarak tanımlanmıştır. “yeni orta sınıf “tanımı en çok sınıfları gizler. Onun tanımında toplum bir tek sınıftır, aynı sınıf üst, orta ve alt tabakalara ayrılmıştır, böylece bu tabakalar arasında geçişenlikler çok rahat olabilir. Bu tanımın ardında Marksizme sızmış, post Marksizmin sınıflı toplumda, sınıfları veya sınıfların farkını silerek, sınıfı katman ya da tabakalaştırmak, sınıf ve sınıf mücadelelerini yok saymak yatar.
    Ülkemizde "küçük burjuvazi" gelişimini, II. yeniden paylaşım savaşından sonra üretimde meydana gelen artışın ticaretin/dağıtımın boyutlarını arttırması başlatmıştır.  Marşal yardımları ile emperyalizmin içselleştirilmesi, feodalizmin tasfiye sürecinin feodal ağalarını sanayiciye dönüştürmesi ve kapitalizmin alt yapı ihtiyaçlarını karşılaması, koşulları olağan üstü yokluktan olağanüstü bolluğa çeviriyor görünmesini sağlamış, buna uygun küçük burjuvazi “cebi para gören” bir sınıf yaratmıştır. Bu sınıf tamda Marks’ın tanımı ile .” Orta sınıfın alt tabakaları, küçük imalatçı, dükkâncı, zanaatçı, köylü, bütün bunlar, burjuvaziye karşı, orta sınıfın birer parçası olarak varlıklarını yok olmaktan kurtarmak için savaşım yürütürler. Onun için, bunlar devrimci değil, tutucudurlar. Hatta gericidirler, çünkü tarihin tekerleğini tersine çevirmeye çalışırlar. Devrimciliği göze alırlarsa bu ancak kendilerinin proletaryaya katılmak üzere olmaları yüzündendir; onlar böylece, o andaki değil, gelecekteki çıkarlarını savunurlar, kendilerini proletaryanın bakış açısına yerleştirmek için kendi bakış açılarını terk ederler” tarifindeki özellikleri bünyesinde taşımıştır. Bu dönemde vasıflı ve üretime katkısı olan/kafa kol emeğini birlikte kullanan bir küçük burjuvazi vardır. İkinci dönem gelişim süreci ise artık feodal kırıntıların yok olmak üzere olduğu ve kapitalizmin inşa sürecinin tamamlanmaya yakınlaştığı bir dönemdedir.   Öyle ki, tekelci burjuvazi artan üretimini pazarlayabilmek için dağıtım alanına (reklamcılık sektörü, satış mağazaları, duble yollar vb.) büyük yatırımlar yapmıştır. Böylece bu dağıtım/ticaret alanındaki yatırımlarla yeni bir istihdam alanı açılmış ve çok büyük sayıda üretken olmayan emek-gücü istihdam edilmiştir. Bu dönem hizmet sektörünün genişlemesi bir hizmetliler alanı ve kadın emeğinin artışıyla karakterizedir.  Aynı zamanda bu istihdam aracılığıyla yeni bir tüketici kitlesi yaratılarak yeni talep ortaya çıkarılmıştır.
      Bu gelişmenin toplumsal (sosyolojik) ve siyasal sonuçlarını şöyle ifade edilebilir Sanayi bürokratlarının, serbest meslek sahiplerinin, öğretmenlerin, devlet memurlarının vb.nin oluşturduğu ve merkezileşme ve yükselen hayat standartları sürecinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan ‘küçük burjuvazi’, dağıtım faaliyetleri ile meşgul olanların büyük bölümünü oluşturan satıcılar, reklâm alanları, gazeteciler ve ücretliler ordusuyla daha da artmıştır. Nüfusun bu öğeleri göreli olarak daha iyi ücret alırlar ve öznel açıdan onları az ya da çok kapitalist ve toprak sahipleri sınıfına bağlayan bir yaşam standardından yararlanıyor görünürler demiştik. Ancak tekkeleşmenin dolaşım alanında yer alan bir meta üretmeden, emek zamanını satarak karın gerçekleşmesine katkı koyan bu unsurları gittikçe merkezileştirerek, eğitim seviyesini belirgin bir şekilde alanlaştırarak arzın çokluğunu yaratmış, artık eğitimle üretimin iç içe planlandığı organizasyonel süreçlerle bu kesim gittikçe işsizlikle karşı karşıya bırakılmıştır. Ülkemiz özelinde kamu alnında ki hizmet sektörleri de hızla özelleştirilerek tekelleşmenin ve ucuz hizmet süresi istihdamının önündeki engeller de hızla kalkmaktadır. Bu hizmet sektöründeki işler içinde iş güvencesiz, asgari ücret veya asgari ücretin altında emek süreçlerinin piyasaya sürülmesi demektir. Onlar da küçük burjuva ideolojisinin verdiği ayrıcalıklı konumu yitirerek, büyük bir kesiminin aldığı ortalama “yüksek” ücreti ve yedek iş gücü karşısında iş güvencelerini de tamamen kaybetmek üzeredir. Diğer taraftan, kapitalizm altında bunlar gelirlerini dolaylı ya da dolaysız olarak artı-değerden sağladıkları için, artı-değerin azalması bunlara zarar verir, çıkarlarını egemen sınıfların çıkarlarıyla bağlayan nesnel bir bağ oluşturur. Bu nedenden dolayı,  işçilerden ziyade kapitalistler için toplumsal ve siyasal bir destek sağlama eğilimindedir. Diğer bir ifadeyle, bu sınıfın üyeleri, kapitalist liderliği derhal kabul eden bir ordu oluşturmaktadır.
  Bu ordunun bu gün yarattığı önemli sonuçlardan biride banka sermayesinin, spekülatif/köpük kağıtlarının, kredinin tüketicisi ve can vericisi olmasıdır. Hem reel tüketin malları hem de bu olmayan değişim mülkleri karşısında bir tüketim toplumu görünümündedir. Reel gelirler ortalama bir yaşam düzeyine hızla inerken, alım ve refah gücünün sınırları vardır ama kapitalizm ürettiğini tükettirmek zorundadır. Kapitalizm/burjuvazi onların tüketim gücünü katlayarak arttırmakta var olmayan olanaklarını, kredi kartları, kredilerle 20- 30 yıl sonraki hedefleri bu günden satın alınmış,30 yıl sonrasında yapabilecekleri sınırlı kişisel mülkiyet için bu gün bütün yaşam alışkanlıklarını ve hedeflerini pratik olarak ta kapitalizmin devamına endekslemişlerdir. Marks’a göre, maddi üretim araçlarını kontrol edenler, akılsal ve zihinsel üretim araçlarının kontrollerini de ellerinde tutarlar. Bu sebeple burjuvazi, yalnızca ekonomik açıdan yönetmez, bunun yanı sıra ideolojiyi de şekillendirip yaygınlaştırır. Marks,  görünüm ile özün birbirine karışmasını tespit eder ve "şayet şeylerin görüntüsü ile özü çakışsaydı, bilime gerek kalmazdı" der. Yeni sömürge ülkelerde kapitalizm, proletarya arasında, kendisi karşısında aynı durumda olmalarına rağmen birbiri karşısında farklılık inşa eder, bu inşada tüm yapı malzemesi ideolojik şekillendirmesine en uygun olan ortada iş ve işçi profillerinin yaratılması, seçilmesidir, ideolojisini bunların üstünden yaygınlaştırır. Bizim yaşadığımız tarihsel süreç ise bunun çok iyi başarıldığı, sürekli görünümlerle uğraştığımız ve bir türlü özü yakalayamadığımız bir süreçtir.
    Günlük yaşam içinde koşuşturmak, günlük yaşamı iyi bir performansla tamamlamaktan başka işe yaramayan sosyal ilişkiler, görsellerle kuşatılmışlık, anı geleceğe feda etmeyi en iyi örten yorgandır, aptallaşma halidir. Bunun panzehiri de sınıfsal   olarak, bireylerin kendilerini ve kendisi dışındaki insanları, toplumsal sınıflar hiyerarşisi içinde nasıl algıladıkları ve bu hiyerarşik yapı içinde kendilerini hangi konuma yerleştirdiği gerçeği ile  ilişkilidir Kapitalizmin, ev, araba, orta eğitim, teknolojik ev eşyası ve market ulaşımını kolaylaştırması, geniş ve yaygın ekonomik ve ideolojik varlığı içinde kullanım değerinin de silindiği bir değişim değeri çılgınlığı, tüketim yaratır. Sınıfların bu günkü görünmezliğini yaratmada kullandığı  nispi refah alışkanlığı ile sınıfta oluşturduğu  örgütsüzlükle, özü gizler. Bu özün gizemi gerçek yaşam ve eylemde, pratik içinde sürekli açığa çıkmaktadır. Fakat bu özü emekçi halka gösterecek bir devrimci hareketin yokluğu yaşanana ayrı bir gizem ve biçim  vermektedir. Bu perde yırtılmak zorundadır.
    Kapitalizm  burjuvazi içinde rekabetin yarattığı biçimsel değişiklikler dışında insanların üretim ilişkileri ve mülkiyeti içindeki konumlarında bir değişikliği düşünmez. O bütün ulusal ve sınıfsal ilişkileri düzenlerken ne dünya ekonomisini birleştirmek nede sınıfları ortadan kaldırmak niyetinde değildir. O her şeyi kendi amacına göre ekonomik ve politik olarak etkisizleştirilmiş, tam denetim altına alınmış olarak devam ettirmeyi hedefine koyar.
     Emperyalizm tüm üst yapıyı ekonomik alt yapıdan ayrı olmamakla birlikte sermayenin ihtiyaçlarını gelecekte de karşılamak üzere birkaç adım önünde planlar. Devleti ve yürütmeyi kullanan ve ekonomik alt yapıda belirleyici olan, üretim aletlerini elinde bulunduran sınıf olarak burjuvazinin ekonomik alt yapı için, rekabete uyum sağlayacak gelişmeler dışında özel bir çaba gereksinmesi yoktur. Kendi çıkarı ve kar hırsı için yapması gereken ideolojik varlığını ayak basacağı üst yapı tasarımlamaktır. Yani üst yapıda tüm ilişkiler hukuk, ahlak, din, aile birebir olmasa da bu duruma uygun tasarımlanır. Kapitalizm ve burjuvazi bu tasarımın dış dikişlerin de istediği şekilde demokrasiyi kullanır, anayasa, hukuk özünde egemenlik haklarına hiçbir zarar vermeyecek şekilde düzenlendiği için uygun bulduğu her somutta birileri karşısında çıkarına uygun demokrat düşünceler yaratır.  Bu tasarımda gizlenen, özenle gizlenen şey halkın emperyalist sistemde ait olduğu sınıftır. Bu gün bizlerin en büyük sorunu sisteme doğru yönelimi durduracak beslenme kaynağı sınıf bilincini emekçi halk ve proletarya içinde yükseltebilmektir. Sınıfsal perspektiften uzaklaşarak sisteme yakınlaşmış, müttefikleri ve hedefi değişmiş ,yalancı Marksizmi oluşturduğu daralma ve sıkışma içinde yalnızlaştırarak Marksizm içi kaynaklara dönüp, bu günün kapitalizminin bunalımları aşma yöntemlerini, somutta işçi sınıfının reel durumunu saptayıp çözümlemek zorundayız. Eğer yaşamı yoksul ve emekçiler cephesinden, devrimci bir tarzla Marksist kanalarda ve proletarya ile örgütleyemezsek sürekli mücadelelerin boşa çıktığı çürüme çağına bir taşta biz koyarız. Sınıfsal perspektiften uzaklaşarak yaptığımız her girişim ve eylem sonuçta kendi içini boşaltmaya dönüşüp sermaye için zararsız kabul edilebilir olmaya dönüşecektir. Kapitalizmin kökenleri ve olası gelecekleri bilinemez değildir .  Gereken doğru yöntemi,marksist devrimci eylem içinde, bu günün somut koşullarında ve araçlarını yaratarak uygulamayı becerebilmektir. Bu başarılabildiği oranda toplumsal çürüme ve yozlaşma önlenebilir, var olan moral yıkımın önüne geçilebilir, halkın içindeki devrimci potansiyel elverişli hale gelir.
    

2 yorum:

  1. Merhaba! yapacağım yorum konuyla pek ilgili olmayacağı için yorumu yayınlayıp yayınlama tercihini sizindir.

    Oluşturuduğunuz içerik benim gibi birisi için gerçekten güzel ama bu içeriğin daha farklı kesimlere ve daha fazla insana ulaşmasını istiyorsanız bence yalış yolda ilerliyorsunuz.

    Yazılarınızı okuduğumda neerdeyse teknik bir yazı okuyormuşum hissi veriyor fikirlerinizi daha çok güncel olaylar üzerinden belirtip yorumlarsanız, bence okuması daha zevkli yazılar ortaya çıkacaktır.

    Bir diğer konuda yazar isimlerini başlıklara ekliyorsunuz buda diğer bir yanlış bunun yerine yazar isimlerini etiket olarak yazılara ekleyebilirsiniz veya yazı başlılıklarının yanına yazarın profil resmini ekleyebilirsiniz. başlık arama motoru için en önemli unsurlardan birisidir.

    diğer bir konuda yazılarınız çok uzun ve neredeyse hiç boşluk bırakılmadan yazılmış. paragraf başlarında satır atlayıp bir boşluk bırakırsanız durağanlığı da ortadan kaldırmış olursunuz.

    bunun dışında söyleyebileceğim tek şey tebrik ederim çok güzel bir blog, böyle kollektif bloglarda hem yazar emde okuyucu olmak çok zevklidir.

    Not: yorumu yayınlamaya çalışırken farkettim kelime doğrulama gösteriyor, kelime doğrulama çok fazla ziyaretçisi lan bloglar için spamı engellemek için güzel bir sistem ama sizin blogunuz için şu aşamada gerekisiz olduğunu düşünüyorum, bu blog ziyaretçilerinizin yorum yapmasını zorlaştırmaktan başka bir şeye yaramaz bence onuda kaldırsanız olur.






    YanıtlaSil
  2. Tayfun öncelikle yapıcı ve yol gösteriçi eleştirlerin için teşekkürler. Teknik konulardaki önerilerini dikkate alarak ve zaman zaman da senin bilgilerine ve emeğine başvurarak gerekli düzeltmeleri yapmaya çalışacağız.
    Yazıların içeriğine gelince teorik yazıların yazılmasında "basitleştirme" ve "sınırlandırma" ölçülerini belli bir eşiğin altına düşürmek mümkün olmuyor. Blog olarakta belli bir düzeyin üzerinde ya da en azından kendini yukarı doğru geliştirmek için emek harcayan bir kitleyi hedefliyoruz. Hedeflediğimiz kesim için ise bu yazılar çok uzun ya da ağır sayılmaz. Ama bunu güncele iz düşürebilmek için değişik tarztaki yazılarla desteklenmesi de gerekiyor.
    Nitelikten ödün vermeden niceliğede önem vermek. Diğer bir deyimle nitelikli bir niceliğe ulaşmak. Zamanla bunun yolunu yöntemini de geliştirmeyi de başaracağımızı sanıyorum.
    dostlukla

    YanıtlaSil