1 Nisan 2013 Pazartesi

KAPİTALİZM KÖYLÜLÜĞÜ BİTİRDİ,YAŞASIN GDO VE TEKELLER/ZOZAN KARA


   Kapitalizm ve emperyalizm dünya çapında insan ve insana ait bir konuda önemli vurgular, uyarılar yapmaya başlarsa bunun tek bir nedeni vardır. Kâr. Kâr dışında bir amacı olmayan kapitalizm ya vurguladığı konu ya da onun yakın bağlaşığı alanla ilgili tekel oluşturmuş ve kâr alanına doğru insanları hızlı bir hareketlenmeye itmektedir. Medya, yazılı ve görsel basın, reklâmlar ve bilimsel araştırmalar bütün projektörleri insanlığın yönelmesi gereken yeni konuya daha bilimsel, daha insani, daha bilinçli yaklaşımı için ayarlanır. Elbette bu ayarlamaların insanlar, ürünleri, üretim ilişkileri ile bunların bir biri ve yaşamsal alanla gerçek ilişkileri ile ilgisi yoktur, daha doğrusu bütün bu alanları da dikkate alan belirlenimler yeni kârlara ilişkindir.
  Bu gün tarım alanındaki tüm gelişmeler emperyalizmin ve kapitalizmin, AB, IMF ve DB ile bütünsel olarak uyguladığı dayatmalardan ayrı olarak düşünülemez.  Her ülkenin üretim olgusu içsel bir mekanizma ile gelişmesinin etkilerini yaşamaktan uzaktır. Kapitalizmin girmediği ve etkilemediği hiçbir ülke ve üretim alanının kalmadığı koşullarda tarımsal üretim de emperyalist baskı altında emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmektedir. Tekeller toprakların, suyun, havanın ve rüzgârın sahibidir, bu doğal kaynakları gerçek ihtiyaçlar değil kendi kar olanaklarını arttıracak şekilde kimyasal gübreden tohuma, tohumdan rüzgârgülleri ile ekilebilir arazileri kuşatarak elektriklendirmeye, dikey olarak çoğalttıkları kentlerin havasını kirleterek fabrikalarının ve ürünlerinin gazına boyun eğdirmeleri tek açıklanabilir nedeni sağladıkları istihdam, iş olanakları olamaz. Kapitalizm anarşik üretim yapısıyla ihtiyaçları üreten değil insanı tüketen üretim ve yaşam biçimi sunabilir. Bu gün dünya üzerinde hiçbir ülke, hiçbir toprak parçası, hiçbir ulus ve halk ve hiçbir sınıf bu etkilenmeden ayrı tutulamaz, anlaşılamaz.

   Doğa ve doğal ihtiyaçlar da satılabildiği kadar önemlidir. Doğayla kendi zayıflığı karşısında doğal yetenekleri sınırlı olarak mücadele eden insan, emekle araçlar yaratarak mücadele etmeye başlamış, sonunda insanın özsel gücünü gerçekleştirme mücadelesi, yani insanlaşma mücadelesi doğayla mücadelesi olmuştur. Aslında insanın doğayla mücadelesi onun sahiplenilmesi ile kendisine yabancılaşmaya başlar. Artık kullanım değeri üreten değer olarak emek; çalışma ile değer üreten emek arasında insanın güçlerine dair somut örnekler oluşur. Kapitalizmde çalışma ile üretim işbölümünü,  özgür emek gücünün meta olarak pazarlanması ile çalışma, sınıfların oluşmasını temellendirmiş,  çoğul olan insanın özsel kendini gerçekleşmesi gerilerken tepki gösterdiği doğa karşısında yeni kazanımlar elde etmiştir. İnsan doğa da toplayıcılıktan, tohumculuğa, tohumculuktan yerleşik tarım alanları oluşturmaya ilerleyen süreci insan ve doğa arasında ilişkilerin sayısını, çok yönlülüğünü, insanın ulaştığı her güç yetkinleşmesi ilerleyiş yolunda geliştikçe tüm ilişkilerinin ve etkilenen tüm alanların sabit kalması beklenemez. Doğada kullanım değeri üreterek başlayan ilişkinin temeli doğanın değişim değeri olarak metalaşmasıyla tamamen alınıp satılan bir özellik kazanmıştır. İnsanın doğa ile ilişkisi algı ve yönelim ile başlayan ve sahiplenmeyi ortaya çıkaran şey “en genel anlamıyla bir şeyi kendine mal etmek “ olarak bilinse de aslında o şeyi yapıcı bir tarzda kullanma, kendisinden bir şeyler katarak yeniden yapmayı içerir, yani algıladığı doğayı bir parçası yaparak ona yönelir. İnsanın sahiplenme isteği tamamen üretim ve insan ilişkilerinin ulaştığı gelişme düzeyine bağlı olarak güçleri içinde var olan hedeflere doğru ilerler. Bu hedefler üretim tarzındaki değişiklere bağlı olarak insanın güçlerinin zenginleşmesine yol açacağı yerde kapitalist sahiplenme düzeyine ulaştığında Marks'ın ifadesi ile “sadece elinde bulundurma mülk edinme anlamında doğrudan tek yönlü bir doyum” haline gelir. Bu sahiplenme tarzı; kapitalizmde insanın geldiği durum ve insanın hiçbir insani gereksinimi olmadığı paranın üretilen tek gerçek gereksinim olmasıyla devam eder. İnsanlar artık görmek, işitmek sevmek ve düşünmek için değil görülene, işitilene, sevilene ve düşünülene sahip olmak için yaşarlar. Marksa göre sahip olmak insan doğasının değil, tarihsel olarak koşullanmış insan doğasının bir özelliğidir ve insanın temasta olduğu her şeyi sahiplenmesi ise kapitalizme özgüdür. Tüm sınıflar da sınıfsal farlılıklarına rağmen içinde taşıdıkları insan potansiyeli az ya da çok bütün insanlar da sahiplenmeyi genel işleyiş kuralı haline getirmek kapitalizmin en özgün işleyiş biçimidir ve bütün kapitalist toplumlar  için geçerlidir. Kapitalizmde komünizme kadar bu sahiplenmenin doğal ve “özsel” olamayacağı ve üretilen her türlü ütopik örneğinde insanın kendini inşasının gerçek değil başka yollardan kendini doyurmanın ürünü olacağını vurgulamak burada gereklidir. Tüm insanların en doğal ve doğa tarafından en kolay sağlanan ihtiyacı beslenme bile kapitalizmde “hak” değildir. Bu emek kullanım değeri üreten emek gücüyle satın alınması gereken bir metadır. Meta haline gelen insanın doğası ve doğal ihtiyaçları esir etmenin aracıdır. maddi üretim, bu işin zorunlu özelliğinden dolayı, bireylerin güçlerinin en fazla görünür olduğu alandır.bu kavganın sanayinin yanında en keskin ve şimdilik zorunlu yaşandığı alanlar dan biride tarımsal üretim alanlarıdır.  Açlığın önüne geçilebilmesi ve insanlığın doğru beslenerek sağlıklı olması hiçbir zaman kapitalizmin hedeflerinden olmamıştır. Kapitalistler en asgari koşullarla en azami ürünü ve üretici emeği sahiplenmek ister. Yeterince yedek ucuz iş gücü olduğu, karlarını etkilemediği koşullarda yığınlar halinde insan ve doğal uzantısı olarak doğa ölümlerine sorun olarak bakmaları mümkün değildir.
     Kapitalizmde üretim araçları, kapitalist sahiplenmenin söz konusu olduğu sanayi ve insanın, aynı ilişkinin iki yüzü olduğu bir ilişki içindedir. Sanayideki gelişme insanı insandaki gelişme sanayii geliştirir. Ancak üretim araçlarının mülkiyeti bu eşdeğer gelişmeyi bozar. Maddi üretim alanı insan güçlerinin en üretken olduğu alan olmaktan çıkarak türsel gelişmesinin en zayıf olduğu alanlar yaratır. O çalışmak ve kendini devam ettirmekten başka gelişmeye zaman olmayan insandır. Bu nedenle de üretim araçlarını sosyalist tarzda sahiplenmek mülkiyet haklarından fazlasını içerir. Bütün üretim araçlarının eksiksiz insan olma sürecindeki güçleri yansıtacak bir tarzda ve ölçekte hâkimiyet altına alınması, kullanılması ve değerlendirilip geliştirilmesi gerekir. Kapitalizmde bu sahiplenme mülkiyet ilişkisi dışında değildir ve kardan, paradan başka hedefi yoktur. Üretim araçlarına sahiplenmek bireyin yeteneklerinin bütününü geliştirmeyi değil sahteleştirmeyi ve ihtiyacı kadar geliştirmeyi, yönetebileceği, çalıştırabileceği kadar ister. İnsanın kendini en yetkin gerçekleştirdiği bir ürün olarak sanayi bu nedenle kapitalizm elinde insanı gerçekleştirmeyi çoktan yitirmiştir. Onun ihtiyacı kapitalizmi üretebileceği insandır. Kapitalizm doğayla çelişmeyi büyüttüğü ölçüde sanayi ürünlerinin de sahtesine yöneldi ve bu alanda oldukça yetkin bir dolandırıcılık gerçekleştirdi.  Yeniden ön plana taşıdığı özel alan ise tarım, direk insanı gerçekleştiren temel ürüne, tükenenebilir kaynaklara yöneldi  
    Hava, toprak, rüzgâr ve su ” kapitalist tarzda el atılan ve entrikalarında yetkinleşilen alanlar haline geldi. Şimdiye kadarki toplumsal ve ekonomik sistemler içinde kişisel çalışmayla elde edilmiş, hakkıyla kazanılmış, kişisel kazançla edinilmiş mülkiyet olmayan bu alanlar burjuva mülkiyet ilişkilerinde birer üretim aracı, üretici güç ve mülk haline gelmiştir. Daha önceki mülkiyet biçimleri ise burjuvazi tarafından sanayinin gelişmesi ile ortadan kalktı, gün geçtikçe sönümleşerek devam eden biçimleri de parçalanmakta. Kapitalizm de Sanayi ve tarım, toplum ve insan gibi arasındaki çelişki derinleştiği halde birbirinin içinde birbirini besleyerek ayrılmaz hale geldi.  Sermaye ve ücretli emeği aynı ilişkinin iki yüzünü içinde barındıran çelişkili birlik kapitalist üretim ilişkisi sanayi ve tarımı sömürüde de birleştirerek birbirinden ayrılmaz hale getirdi. Emperyalist kapitalizm Yeni sömürge ülkelerde hemen ilk el attığı alan olan sanayi üretim bu ülke egemenleri ile birlikte ülke halklarını koruyan hiçbir önlem alınmadan sürdürülüyor. Gelişmiş kapitalist ülkeler eskimiş teknolojileri ile ucuz iş gücü kaynağı cenneti olan yeni sömürgelerde bir yandan karlarını arttırırken o ülke ekonomilerinin olmazsa olmazı haline gelirler. Baştan itibaren emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilen ülke kapitalizmi görece refah olanakları ile toplum yapısını, alışkanlıkların, algı, istem ve yaşayışını düzenlemeye başlar. Bir yandan gelişmiş olanaklarla yaşamı planlarken bir yandan da bu olanaklar etrafında halkları ve proletaryayı, emekçileri biçimlendirir. Sonunda yeni sömürge ülkenin çarpık ve kriz içinde ki ekonomisi gibi bir halk, proleterya ve emekçi kesim doğar. Kapitalizm sınıflı toplumdur ve sınıfları oluşturan çeşitli toplumsal katmanlar içinde aslında kapitalizmle feodal köklerinden en son kopan daha kapalı bir topluluk olan köylülük en son ve en ne yapacağını bilmez halde ilişki kurar. Bu ilişki toprağında yaptığı üretimle ilgili olan ve artık üretemez hale gelerek proleterleşen ikili ilişkidir. Köylünün üretici etkinliği gelişmiş kapitalizmin üretim, Pazar, tükettirme ihtiyacı içindeki hiyerarşik üretim tarzı içinde doğayla etkileşime geçen köylünün yâda küçük üreticinin üretici gücünün doğayla etkileşime geçtiği etkinlik aynı zamanda bu gücün aracıda olmaya başlar. Bu güçler bu güçlerin kullanımının yarattığı değişimin tür ve miktar olarak üründe mevcut olmasını sağlar. Değişimin derecesi her zaman harcanan güçle orantılıdır, değişimin niteliği ise her zaman bu güçlerin durumunun göstergesidir. Gereksinmelerini karşılamak için gerçek dünyayı dönüştürürken insanın üretici etkinliği her şeye izini bırakır, yani insan yaşamını ürettiği nesnesine aktarır. Ancak kapitalizmde bu nesnelleşmenin ayırıcı niteliği insanın ürününün sahibi olamamamsı ve bu ürünün insanın karşısına kendi başına bağımsız bir güç olarak çıkmasıdır. Bütün iş gücünü sadece yaşayabilmek için gerçekleştiren genellikle aile işi olan yapısıyla Ülkemiz özelinde de köylülük bu nedenle hem direnç hem de motor güç olmuştur. Toprağından kopup proleterleştiği ölçüde ilerici diğer taraftan da alışkanlıkları, toprağıyla bağının devam ettiği küçük mülk sahibi haliyle tutucu kimliği ile bulunur. Bunun özgün sebeplerinden biri de kendi dinamikleri üzerinde yükselmeyen bir kapitalist gelişme sonucu toprak ağalığından tüccar sermaye ve sanayi yaratma girişiminin başlatılmasıdır. Köylülük olarak kalan tarımsal üretim kapitalist üretim tarzıyla ancak bu bağlarından kurtulduğu oranda yakınlaşmıştır." Toprak reformu "ile devlet toprağı küçük parçalar halinde dağıtılarak" toprak reformu "yapılmış ama aslında toprakların en bütünlüklü kesimini elinde bulunduran kesime dokunulmamış, o topraklarda yarıcı, yanaşma, gibi direk toprak ağalığının malı olan köylüler büyük oranda serbest kalmıştır. Bu köylülük uzun zaman kendi olanaksızlığı içinde aile içi ve ailesine yetecek kadar üretimi zor yapabilmiş, özgürleştiği anda bu seferde borç içinde yeniden faiz sistemi ile tüccara bağlanmış, onun için üretim yapar hale gelmiştir. Marşal yardımları adıyla bilinen ve köylülük ve küçük tarım üreticilerini teknolojik ağıyla kapitalizme bağlayan süreç tarımı baştan tam bağımlı hale getirmiştir. Bu süreç köylülük üzerinde tarım alanında devlet ve egemenlerin destekleme yoluyla bağımlılığın arttırıldığı ve bağımlılık dışında kalan köylülüğün tüketildiği dönemdir. En fazla 5–10 dönüm toprağı olan köylülük başta büyük toprak sahibinin baskısı altındayken bu süreçle birlikte emperyalizme ve tüccar sermayeye birlikte borçlanmıştır. Köylülük ve küçük üretici üretim aracı olan toprağa ve üretim gücü olarak kendi emek zamanına sahip olmakla birlikte üretici etkinliğini belirleyen sistem kapitalizmdir. İkinci farklı dönem ise 24 ocak kararları ile yaşanmıştır. Tarımda destekleme alımlarının kaldırıldığı ve görünüşte sosyal devlet anlayışının tarım alanında yıkıldığı bu ikinci dönem aynı zaman da kapitalizmin yeni sömürgeciliği tam olarak nasıl ve hangi taktiklerle uyguladığının göstergesi olmuştur. Köylülükle ilişkiye giren devletin rölü bu süreçle tam olarak sermayeye bırakılmıştır. Devlet artık köylülük için görece destek alımlarını kaldırmış, ithal ikameci bir yol izlenmeye başlanmış, tarımda tüm ürünler için gümrük duvarları karşılıksız olarak kaldırılmış, tarım ve köylülük bu gelişmeyle sermayenin insafına bırakılmıştır. Tarım alanın da kapitalist üretim ve emperyalist baskı ürünün fiyatının değerine yaklaşması ile son bulur. Kapitalist üretim tarzının baskısı altında ki köylülük sermayenin farklı organik bileşiminden kaynaklanan, farklı değer oranlarına sahip ürün ve emek zamanının kullanımında kapitalist rekabetin getirdiği eşit kar oranları karşısında ürününe yabancılaşır. Emperyalizmin tekel baskısı, kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası, teknolojik değişiklikler hepsi yaptırıma dönüşür. Köylüde üründe gerçekleştirdiği emek zamanı ve üretim araçları ile kendinin yaşaması için zorunlu mallara ulaşmaya piyasaya sunduğu malı paraya çevirmeye çalışır. Onun için kazançları zorunludur ürettiği ürün ise sadece metadır. Kazançlarını arttırmak için çalışmaya başlar. Makinelere ve özel tohuma ulaşır. Böylece eşitsizliklere karşı kendi eşitlerinin arasında eşitsiz bir kazanç sağlamak tek hedefi haline dönüşür. Emperyalizmin sunduğu çok ürün verdiğini bildiği olanaklara başlangıçta sadece bu hakkı için uzanır ve kendi bağımlılık urganına sayısız ilmekler atmakta gecikmez. Her ilmek başlangıçta bir fark ve kazançlı bir iş iken aynıların aynı yöntemde eşitlenmesi ile kendi kendine yetemez hale gelen ve en sonu maliyetlerini bile karşılayamadan üretimden çekilir. Bu çekilme süreci epey maliyetli bir ölüm şeklidir. İlk atılan bağımlılık düğümü ile tarımsal alanların ve hayvancılık da dâhil tükenebilir kaynakların çoğu zehirlenmeye başlamıştır. Bu zehirlenmenin iki ana başlangıcı tohum ve zirai koruma ürünleridir. Tohum düşünülürken zirai koruma ilaçları asla ayrı düşünülmemelidir. Çok ürün, çok kar anlayışı yâda hayatta kalma telaşı tarım ürünleri özellikle beslenme alanında ki döngüyü oluşturan bitkisel ürünler genetiği değiştirilerek zararları bu günden tam olarak bilinemeyen dünya tarım alanları kirliliğini yarattı. Bilim adamları tarafından geri dönüşümsüz bu tahribat olarak kabul edilen bu durum sosyalizm mücadelesinin bir parçası olmayan hiçbir örgütlü güçle durdurulamaz. Egemenler tarafından da kendi kontrollerinde geliştirilen, kendi başına alanı demokratikleştirme mücadelesi, sonal amaç olarak planlanan bir burjuva çevrecilik müdahale tarzıdır. Sermaye ve burjuvazi kendi diktatörlüğüne karşı demokratik hareketlerin sadece kazanımlar oluşturabileceğini kendi kârını etkileyecek kökten duruşları hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğini biliyor. Bu nedenle de en çok sanayi ve tarım artığı ile doğal yaşam alanlarını kirletenler, yaşanılabilir bir dünyayı tüketenler, geri dönüşümsüz ham madde kaynaklarını koruma için demokrasicilik oynanmasını destekliyor, kazançlarının karınca yükü bir bölümü nü bu derneklere ve demokratik kuruluşlara aktararak vergiden düşmeyi de beceriyorlar. Bu da yetmiyor tarım alanlarını ve tarım kaynaklarını sahte ürünlerle doldurup tarıma dayalı ürünleri dayanıklı tüketim maddelerine dönüştüren sanayileri ile zenginleşiyorlar. Tarım alanlarının yanında tarım ürünlerine dönük sanayi yan yana bulunuyor. Tarım ürünleri sanayileşmiş gıda, içecek, hazır paket yemek halinde en atık hali ile insanlığı zehirliyor. Bu gün beslenme dediğimizde gittikçe genişleyen piyasada tüketim malları yığını ile karşılaşıyoruz ve bunlar aynı zamanda dayanıklı hazır tüketim ürünleri özelliğini taşıyor. Yeni sömürge ülkelerin birçoğunun sanayinin emperyalist tam bağımlılığı karşısında kısmi özgür temel ekonomisi tarıma dayalıdır ve köylülük bazlıdır. Yeni sömürge ülkelerin tarım ürünleri tek tipleştirilir ve ürünleri yerel özelliklerinden, o halkın gerçek ihtiyaçlarını görmezden gelerek, küçük tarım üretimi ve köylülükte tüketiliyor. Tarım hızla emperyalist tekelleşmeye dönüşüyor, köylülükte şehir’e ulaşabilen kesimi fabrikada ulaşamayan kesimi de artık kendi toprağı olmayan kapitalist tarım içinde proleterleşiyor. Bu tekeller yerli işbirlikçileri de gereksinmiyor. Doğrudan toprak kiralanması ile yabancı tekeller, ülke dışındaki ihtiyaçlar için planlayarak üretim yapıyor. Tek amaç dar bir alanda en az emek gücü ile en çok ürün alabilmek. Tekeller günümüz kapitalist işleyişinin temel yapısını burada uygulamak, doğa ve doğal ihtiyaçları göz ardı ederek üretim yapılan her yeni sömürge alanda her zaman yeni yöntemleri geliştirmekte sıkıntı çekmemiştir. Yeni hedeflenen alanda eğer gelişmiş bir tarım potansiyeli ve üretim yapan etkin bir köylülük varsa onları tekellerle mücadele edemeyecek koşullara getirir. O ülkeye kendi ürünlerini çok daha uygun koşullarda sokarak yerli ürünle rekabet eder yâda üretimi durdurmaya yönelik sübvansiyonlar koyar, tarımı destekleme adına bazı ürünlere yönelir ve bazı ürünleri gereksizleştirip, üretilmesini engeller. Bu ürünlerden hiç biri ülke için gereksiz ve önemsiz değildir ama müdahalenin başlangıcı da birdenbire olması o yöredeki toplumsal dirençleri geliştirmeden yapılmak bir çeşit anestezi verilerek tüketilen ve bağımlılık yaratılan ilişkiler geleneksel, kaçınılamaz hale getirilmeye başlanır. Köylü elindeki toprak parçası ile kapitalist tekellerin rekabet gücü olan ürünleri karşısında duramadığını görür ve teknolojiye yönelir. Yüzlerce dönüm toprak için planlanan araçları 10 dönüm toprağı olan her kez almaya çalışır. Çünkü bu araçlar gerçekten zamandan tasarruf ve verim artışı sağlar ama düşük üretim alanını da kullanılması nedeniyle tüm kazançlar borcunun ödenmesine giderken eskimiş olurlar. Başka teknolojik ürün onun yanında karşınıza dikilmiştir bile, toprağınızın, evlerinizin her yanın da bu teknolojik eski ürünler bitmeyi bekleyen tohumlar gibi bekleşip, paslanırlar. Kaldıysa etrafında tavuklarınız tüner durur. Araç gereçle olmayınca sizinle rekabet eden ürüne yönelirsiniz, onun tohumunu istersiniz. Zaten öyle bir tekel çoktan oluşturulmuştur, parasını ödediğiniz sürece seve seve size tohum verir. O tohum işte sonun başlangıcı demektir. Hiçbir kapitalist kolayca üretilebilecek ürünler alanında tekel oluşturamaz. Bu nedenle ikinci özellik devreye sokulur, tohuma tam bağımlılık. Tohum döl alınamaz, toprağı kendine ait hale getiren özelliklerle donatılır. Bütün olumsuzluğundan da özellikle önemlidir ki bu tohum yaratılmıştır, yani GDO ludur. böylece   olmuştur  genetiği oynanmış tohuma başlangıç egemenler tarafından teşvik edilmiş, devlet teşvikleri yerli tohuma değil, GDO lu tohuma verilmiştir. Bu köylüye ilk başlarda birim alandan fazla ürün sağlar, emek zamanını kısaltır, yarattığı ürün kaliteli görünümü ile pazarda öncelik sağlar. Yâda bu ürünleri değerlendirecek sanayilerle anlaşarak bunları dayanıklı tüketim maddelerine dönüştürerek zarar etmeden rekabet koşullarını değerlendirir. Hazır beslenme ürünleri tüketimi bu nedenle sürekli teşvik edilir. Üstelik emek zamanını satan ve bunun karşılığındaki boş zamanında da tüketime yöneltilen yeni birey için hazır yiyecekler boş zamanı da yeniden kapitalizme satmanın araçlarından biridir.
     Artık ülkelerde sanayi ve üretim krizleri tartışılırken yeni sömürge ülkelerin bu krizlerden çok daha fazla etkilendiğini bunu sonuçlarından biride tarım sanayisi kirliliğini olduğunu, bu yükü de ucuz iş gücü kapasiteleri kadar çok taşıdıklarını biliyoruz. Yeni sömürge ülkeler hem sanayi hem de tarım açısından aynı görünümdedir. Genellikle tarım ülkesi olan yeni sömürgelerde gerçek ürünlerin, ülkelere özgü tohumların üretilmesine ve ürün çeşitliliğinin varlığının bitirilmesine özellikle önem veriliyordu. En sonu artık hemen her alanda yerel tohumlar gdo’lu emperyalist tohumla yer değiştirdi. Hibrit olarak tanınan bu tohum ilk ürünü gerçekten yerli ürüne göre çok daha verimli, gösterişli veriyor. Buna rağmen olumsuz yanı alınan ürünün diğer özelliklerinden nasibini almamış olması. Örneğin domates aldığınızda şekli kırmızı, iri ve parlak bir domates alıyorsunuz ama tadı domates gibi değil, kokusunun o kendine özgü ıtırı yok, suları söyle kolunuzdan akıvermiyor. Yani sizin domatesiniz bir vazoya konulacak kadar seyirlik ama ağza alınamayacak kadar tatsız özellikleri var. Bir süre bu görünümle idare edilebiliyor ama genetik ilerleme bununda çaresini buluyor, artık domateste karpuz tadı yâda kokusu bulabileceğiniz özellikler sunabilme yeteneğine de sahipler. Ancak sorun şu ki bunlar hepsi yapma yani genetiği ile oynanmış. GDO ürünle toprak ilişkisi de tüketim ilişkisidir. Bir dikim alanında ilk yıl aldığınız üründen sonra bir diğer ürüne geçtiğinizde verim düşüyor, çünkü toprağı zehirleyen özelliklerle kendine tapuluyor. Bu ürünler tüm olumsuzluğuna rağmen tarım üretiminde tercih ediliyor. İlk baştaki görünümü köylüyü tarım burjuvazisi ile baş edebilir bir konuma, karlı bir kaç yıla taşıdığı için rağbet gördü ve tutuldu. Şimdiler rekabet gücüde, üretim mecalide kalmayan köylü bu gdo üretim pazarından kendi adına çekildi. İşte tüm sorunda bundan sonra daha çetrefil hale geldi.
    Köylü üretim yapamıyor demek, köyler bitirildi, köylülük diye bir şey kaldı mı demek bu ülkede tarımın bittiği anlamına gelmiyor. Türkiye de artık tarım yeni sömürge ülke özelliklerinin tümünü bünyesinde taşıyarak proleterleşiyor. Yani artık köylü yerine burjuvazi üretim yapıyor, küçük tarlalar yerine büyük üretim alanlarında tek ürüne yöneliyor, tarlada iş bölümü proleter ilkelerle çalışıyor, çünkü artık köylü ücretli işçidir. İşçi olarak başkasının toprağında ücretli çalışan köylü nüfus köylülük niteliklerini,yaşam biçimi ve alışkanlıklarını değiştirmeden varlığını devam ettirdiği için bu kezde alt yapısı köylü,ancak kimliği ücretli olarak yaşamına devam etmektedir. bu ona kendi yaşam alanlarında geleneksel tavrını koruma anlamında daha büyük bir bağ oluşturur. Bu haliyle köylülük diye bir sorun köylü ücretli işçiye dönüştüğü halde varlığını devam ettirir. Devrimci demokratik halk devriminin bileşenlerinden biri olarak önemini korur,ancak geçiş sürecini kısaltan bir niteliğe de kavuşmuştur.
   Tarımın proleterleşmesi tekelleşme de demektir. Emperyalizme bağımlı ülkelerde sanayi ve
Tarım alanlarında yerli burjuvaziden değil işbirlikçi burjuvaziden söz edilebilir. Feodal toprak ağalığından gelen tarım burjuvazisi ülkemiz özelinde öncelikle dönüştüğü tarım ürünleri ticareti burjuvazisinden itibaren dışa bağımlı ve işbirlikçidir. Hayallerinde ürünün satıldığı bir emperyalist tekelle birlikte iş yapmak ve onlar nasıl istiyorsa öyle üretmek başından beri olagelmiştir. Emperyalizm tarım sektöründe de üretim araçlarının gelişmesini geliştirmeyi genetik imha yâda GDO lu ürüne kadar ulaştırmıştır. GDO bir ürünün geliştirilmesi değildir, ürünün genetik oynama ile dirençli ve bol ürün verir konuma getirilerek yeni bir ürün yaratılmasıdır. Bir GDO lu üründe ilk öne sürülen olumlu neden ürünün beslenme değerinde artış olmasına rağmen bunun doğru olmadığı beslenme değerinde bir değişiklik yoktur diyerek savunulmasında kendini göstermektedir. Bir ürünün beslenme değerini miktarı değil, besin zincirinde diğer ürünlerle birlikte tüketildiğinde insan organizmasında ki eksiği gidermesi belirler. Sadece kar ve bağımlılığı arttırmak amacıyla tohum tekellerinin yaratılmasının önemli sonucu o tohumun kolay elde edilebilir ve yeniden üretebilir olmasını önlemekten geçer. Bu nedenle GDOlu tohum kısırdır. Daha çok ve kaliteli ürün vermesine rağmen bunun neye göre olduğu bilinmemektedir. Birçok bilim adamına göre insan sağlığına zararlı, hedef ürün hariç diğerlerinde nasıl bir etki yaptığı bilinmiyor. Geleneksel metotlarla üretime ise GDO ya rağmen hala başarılı durumda, gdo ekosistemi çökertici etkisi böcekler üzerinde ki etkisi ile hızlanıyor. Biyolojik çeşitliliği tehlikeye sokan, biyolojik kirliliğe neden olan ,tüm insanlığa ait olan DNA’nın özelleştirmesine yol açarak tehlikeyi büyüten emperyalizm en sonu küçük çiftlikleri de büyük tekellerin önünde dayanamaz hale getiriyor. Genetiği değiştirilmiş ürünlerden organik tarıma kadar yeni yeni tekel alanları oluşturulması bunun ifadesidir. Kapitalizm ihtiyaç duyduğunda yani kar amacını gerçekleştireceği hiçbir alanı kullanmaktan çekinmez, o ihtiyaçları gerçekleştirerek değişim sağlamak ve sağlıklı insan hedefini çoktan yitirmiştir. Emperyalist kapitalizmin rekabetinde kontrol mekanizması kar mekanizmasıyla birlikte işler, bunun adı tekeldir. Bugün GDO’lu tohumlarla ekimin yaygın yapılması, yasası ve yönetmeliği çıkmış olan “Organik Tarımı” da tehdit etmektedir. Ülkemizde şu anda organik tarımı destekleme kanun ve yönetmeliği varken halen biyogüvenlik kanunu yoktur. Bu sebeple GDO tespiti yapılamıyor! Bu durumda, tohumun, toprağın, suyun temiz tutulabilmesi, GDO’lu yaygın ekimden dolayı zaten risk altındadır birde yeni sömürge bir ülke olmamız sebebi ile kapitalizmin çarpık işleyişi göz önüne alınırsa göstermelik bile olsa hiçbir denetim ve yaptırım olmadan risk altındadır. Bu şartlarda, gerçek manada organik tarımdan söz etmek ağırlığını kaybetmektedir. Bir test yapılsa o ürünlerin en az yarısı imha edilecek veya organik diye satılamayacak duruma gelebilir. Ve bu dönem de insanı sadece reklamlarda göz önüne alındığı düşünülürse asıl önemli olanın tüketimin her alanında hatta insanın tüketiminden bile kar sağlamak olduğu görülür. GDO lu ürünlerin sahte bir genetik zincir olarak insanların hormon düzeylerinde değişiklikler yaptığı ve kansere yol açtığı pek çok bilim adamı tarafından savunulmaktadır, ispatlanmıştır. Fakat kapitalizmin en çok kar ettiği alanlardan biride kemoterapi etken maddesi üreten ilaç sanayi tarımıdır. Bu nedenle çağın vebası kanser kapitalizm için sorun değil kazanç, kar demektir.
     Tarımsal alanlar geri dönüşümsüz çevresel alanlardır. Bir ülkenin gelişmiş sanayisinin olmaması dışa bağımlılığı arttıran bir etkendir. Ekilebilir alanlarının zehirlenmesi ise açlık ve insanlığının yok oluşu demektir. Bu gün ABD başta olmak üzere birçok emperyalist ülkede tarımsal alan teşviklerle desteklenmeye başlamıştır. GDO ve organik ayrımı bu alanlarda oldukça yoğun uygulanmaktadır. Yapılan çalışmalar organik tarımın desteklenmesi yönündedir. Çünkü GDO lu ürün bolluğunda asıl kar getiren alanlar artık gerçek ürünler üreten organik tarımdır. Bu tarım biçimi insan organizması için en sağlıklı biçimdir. Kar oranlarını düşürdüğü ve kolay yapılabildiği için ayrıcalık yaratamamış ve tekelleşmenin önünün açamamış olduğu için terk edilmiş, terk edilmek zorunda bırakılmıştır. Bir tarım ürününde bir yoksulluk yada açlık halinde dar alanda bol ürün almaya yönelik bilimsel çalışmalar ayrı bir şeydir bir ürünün genetiği ile oynayıp insan organizması ve çevre organizmalarda genetiklerinde  yaratacağı sonuçları bilmeden sadece kar için üretim yapmak başka bir şeydir. GDO lu ürünler terk edilmeye yönelinmesi ve bunun emperyalist ülkeler kendi topraklarında yapmaya yönelmeleri örnek bir tutum değildir. Şimdi tekel yaratabilecek gerçek ürünler hem karlı hem de aranır olmuştur, dünyada tarım bağımlılaştırıldıkça gerçek ürünler üretebilmek yeteneği hem doğal bir silah tekeline dönüşmüş hem de emperyalist egemenler açısından kendi halklarının oy potansiyeli olmuştur.
       Bir kırsalın köylülükten, köylü küçük mülkiyetinden uzaklaşarak üretime ortak alanlarda tarım işçisi olarak katılması sosyalizm projeleri içinde etkin bir yer tutar. Özellikle köylünün benmerkezci geri bilincini proleter bilince dönüştüren bir çalışma ve yaşam alışkanlığının böylece parçalanması beklenir. Bu gün tarımın proleterleşmesi proleter bilicin taşınamadığı koşullarda sadece tarım tekelleri ve burjuvazisine ucuz iş gücü anlamına geliyor, sosyalist bilinçten söz etmek mümkün değil. Sosyalist bilinçle donatamadığımız koşullarda aslında örgütleme daha elverişli olan birlikte üretim geleneğine sahip köylülük potansiyeli iş bölümünün üründen, işten, doğadan ve asıl önemlisi toprakta çalıştığı halde topraktan kopardığı çalışanlar bir de yabancılaşma ve bireysel rekabetle tanışıyor. Şimdiye kadar ki üretimde bizim için bir kazanç ve geliştirilebilir bir alışkanlık biçimi olan yan Köylünün tarım üretiminde en büyük özelliği iş birliği ve birlikte üretim ilkesidir. Bu o yörede ki iletişim ve gücün simgesi ve insanlar arası ilişkilerin merkezidir, özüdür, köylü ailesinin gerçek yapıştırıcısıdır. Köylerin kentlerin soğuk ve birbirinden habersiz insan görüntüsüne karşılık iç işleyişi ve ayrıcalıklı konumu olduğuna dair görüntüsü bu temele dayanır. Köylülüğün parçalanması bu özünde parçalanması ve burjuva ilişkilerin yaşamın tüm alanlara içselleşmesi anlamına gelir.
    Ülkemiz bu anlamıyla da kapitalizmin ve burjuva üretim ilişkilerinin hakimiyetindedir. Bu bir yönüyle iş bölümünün burjuva üretim ilişkilerinde ki parçalayıcı kimliğinin karşısında birlikte üretimin son örneklerinin de yitirilmesi anlamını taşır. Kooperatifler, tüketim ve üretim için birlikte çalışan köylünün sorunlarını da Pazar sorununu da örgütleyen böyle bir üretimin üzerine inşa edilmiş son örneklerdir.  Bu parçalanma yaşandığında gerçek ürünle bilinen bütün ilişkiler kaybedilir ki kapitalizmin insan ve insan üretimi ile ilgili tüm ilişkileri sadece paraya yani değişime indirgeyebilmesinin temel taşıdır. Köylü çıkan tohum yasasıyla tohum üretemez ve satamaz hale geldi. GDO tohum yasası da çıkmadığı için köylü tohumu dışarıdan alıyor. kilosu 30-40 bin lira olan bu tohumlar döl alınan tohum olsa köylü tarafından üretilebilse maliyeti sıfır olacak. Bir kilo domates kış aylarında kilosu 2000 liradan satılıyor oysa çiftçiden çıkışı 200 kuruştan asla fazla olmaz yani en iyi fiyatı budur. Türkiye'de 50 saniyede bir çiftçi iflas ediyor. Yılda 680 bin çiftçi kente geliyor.Bundan korunup direnebilmek için köylü GDO’ nun sonuçlarını bilse bile aldırmıyor. Kendisi için küçük bir alanda üretim yaparak korunmaya çalışanda oluyor ama büyük bir çoğunluk battı balık yan gider diye düşünüyor. Umutsuzlar, sosyalistler bu alanda da yaşamın dışındalar. Köylülükle olan, tarımla olan, tarımın proleterleşmesi ile olan ilgileri köylülüğün kentleşme ile birlikte proleterleştiği gecekondu mücadeleleri ile sınırlı. Her alandaki çoklu görevlerin yanında eğer gerçek yaşamla ilgilerini kuramadığımız mücadele alanları yaratamazsak ittifaklar sorunumuz kalmayacak ama devrim yapmak için mücadele edeceğimiz eşit ve özgür yaşam hayalleri kurduğumuz bir insanlık ta kalmayacak. Belki çok çok genetiği ile oynanmış türlü hastalıklara bağımlı ve bu bağımlılık nedeniyle biraz daha uzun yaşayabilmek için egemenin her türlü rezilliğine boyun eğen insanlıksılarımız olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder