10 Ağustos 2014 Pazar

SEÇİMLERLE OY(A)LANMAYIN!

Faşizmin bir devlet biçimi olarak yukarıdan aşağı inşa edilip, kurumsal nitelik kazandığı bir ülkede, devrimci politika açısından seçimler istisnai bir taktiksel seçenek olmaktan öte anlam taşımaz. Taktiksel seçenekler ise ancak devrimci bir strateji ve programla birlikte anlam kazanır.Devrimci strateji ve programın uygulanabilirliği ise güçlü bir devrimci örgütlenmeyi zorunlu kılar. Kısacası; ML politik bir örgütün sınıf bilinciyle donanmış, politik kurmaylığı ile uygulanan devrimci bir program ve strateji olmadan uygulanmaya çalışılan taktiklerin politik mücadele açısından hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. (Geçerken, politik mücadelenin ML literatürde iktidar mücadelesi anlamına geldiğini de not düşelim.) İktidarı alma mücadelesine bağlanmayan taktikler ise söylemdeki tüm sol vurguya rağmen düzen içi taktikler olmaktan öteye gidemez.Bu yüzden söylemdeki tüm farklılığa rağmen  yöntemde ve kullanılan araçlarda, aynı kulvarda hareket eden, burjuva partileriyle benzeşirler. Bu gün kendilerine verdikleri isim ne olursa olsun düzen içi mücadeleyi temel almış "sol" yapıların durumu budur.

"Düzenin araçlarından yararlanarak "düzeni teşhir etmek" veya "düzenin çatlaklarından faydalanmak" gibi taktikler ise yukarıda saydığımız koşulların yokluğunda, tersi bir işlev görerek düzene eklemlenmeye ve çatlaklara dolgu malzemesi olmaya dönüşür. Düzeni teşhir ya da düzenin çatlaklarını genişletmek düzenin sınırlarını zorlayarak olur. Düzen sınırları içinde hareket etmeyi temel alarak değil.


Sömürge tipi faşizmin egemen olduğu bir ülkede yasal ve nispi demokratik alan temsilidir.Burjuva demokrasisi ve hukuku açısından bile fazlaca bir karşılığı yoktur.İç dinamikleriyle gelişmiş kapitalist ülkelere kıyasla düzenin sınırlarının esneme ve tolerans kapasitesi daha dardır.Egemen ittifakın zayıf ve çelişkili karakterinden kaynaklanan bu durum,  zorun açık ve doğrudan uygulanışını, siyasal rejimin hakim yöntemi haline getirir. Dolayısıyla, böyle bir ülkede düzen içi sınırlarda verilecek mücadele dar bir hareket alanını ve hemen ötesinde devletin açık faşist zoruyla karşı karşıya gelmeyi göze almak zorundadır.Bu karşı karşıya geliş göze alınmamış ve buna göre pozisyon belirlenmemişse sonuç hüsran olur.

Bu ülkede gerçek bir demokrasi isteyen, önünde sonunda devletin açık zoruyla karşı karşıya geleceğini ve politik iktidarı ele geçirmek zorunda olduğunu bilmek zorundadır. Yani bizim gibi ülkelerde demokrasi mücadelesi bir devrim sorunudur. En "radikal demokratlar" bile devrimi hedeflemedikleri için, düzenin faşizmle belirlenmiş sınırları içinde "en reformist demokratlar" olmaktan öteye gidemez. İşin sıkıntılı yanı ise, reformist bile iyi kötü işleyen, içinde hareket edebileceği burjuva kurum ve yasaların var olduğu bir alana ihtiyaç duyar.Biz de ki koşullar içinde varlık göstermeye çalışan reformistler garabet bir görüntü ortaya koyar. Nasıl ki gerekli nesnel ve öznel koşulların yokluğunda silahlı mücadele vermeye kalkmak "veriyormuş gibi" bir görüntü ortaya koyuyorsa, mevcut koşulların uygun olmadığı ya da çok sınırlı olduğu yerde reformistler de "reformuş" gibi işlerle uğraşmak zorunda kalır.Bizim reformistlerimiz bile bize özgüdür.

Bulunduğumuz ülkedeki devlet biçiminin faşizm olduğu ön tespiti ile devam edecek olursak:Burjuva devlet biçimlerinden bir diğerine geçiş,çatışmasız,sancısız düz bir hat izlemez.Burjuva demokratik diktatörlüğün olduğu bir ülkede faşizme geçiş bir dizi çatışmalı,sancılı süreçleri gerektirir. Faşizmden burjuva demokrasisine geçişte benzeri bir süreci gerektirir. Bizim gibi,burjuva demokratik devrimini tamamlamamış,yeni sömürge özelliklerinden kaynaklı olarak baştan itibaren emperyalizme bağımlı yukarıdan aşağı gelişen çarpık kapitalizme, yukarıdan aşağı örgütlenerek kurumsallaşan faşist devlet biçiminin eşlik ettiği ülkelerde, faşizme karşı mücadele çok daha farklı bir karakter kazanır.Öncelikle sorun, burjuvazinin bir devlet biçiminin yerini bir başkasının,faşist devletin yerine burjuva demokratik diktatörlüğün alması sorunu değildir. Sorun faşist devlet cihazının yıkılarak, sosyalizme bağlanan demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır.Yani bir devrim sorunudur.

Bu gün bir çoklarının yaptığı "toplumu demokratikleştirmek" "demokrasiyi geliştirmek-genişletmek" adına, burjuva demokrasisini oluşturmayı çalışmalarının merkezine koymaktır. "demokrasiyi geliştirmek-genişletmek" her şeyden önce iyi kötü işleyen bir demokrasiyi var sayar. Bazıları, "İyi kötü işleyen bir demokrasinin yine iyi kötü işleyen yasaları, parlamentosu vb. sağlayacağı olanaklardan yararlanarak demokrasiyi geliştirmenin,toplumu demokratikleştirme mücadelesine girmenin öncelikli bir mücadele biçimi haline getirilmesinde "reel politika"açısından hiç bir sakınca yoktur." diye düşünebilir.Yukarıda saydığımız ve sayamadığımız bir dizi nedenden dolayı bu mümkün olamayacağı gibi işçi sınıfının ve  emekçi halk kesimlerinin emek ve enerjisini düzen sınırları içine kanalize etmekten başka bir işe yaramaz. Ayrıca, faşizmi örten, gizleyen ve demokratik bir işleyiş gibi algılanmasını sağlayan biçimsel kurumların önemi abartılarak, faşizmin demokrasi gibi algılanmasına "soldan" destek sağlanır.

Faşizmin kendilerini her tarumar edişinden sonra başları iki ellerinin arasında nerede hata yaptık diye kara kara düşünmeye başlarlar. Genellikle de suç "ya halkın işe yaramazlığına" ya da "dogmatik devrimcilerin bozucu etkilerine" bağlanır.Ama tarihsel olarak her dönem, öz olarak aynı anlayışın farklı versiyonları olarak ortaya çıkmaya devam ederler. Çünkü her dönem, farklı versiyonları ile varlığını sürdüren bir sınıfın,küçük burjuvazinin temsilcileridirler.

Yaşanan ve yaşatılan yanılgılardan bir başkası da demokrasiyi, demokrasinin ögelerinden birine indirgemektir.Örneğin; parlamentonun ve seçimlerin varlığı demokrasinin varlığı olarak gösterilir. Oysa ki, askeri açık faşist diktatörlükler altında varlığını sürdüren parlamentolar bilinmez şeyler değildir. En baskıcı faşist yönetimler bile belli bir "meşruluğa" "demokratik" görünümlere ihtiyaç duyabilir. Bu yüzden sık sık ağızlarından "eşitlik" "özgürlük" "adalet" "kardeşlik" gibi sözcükler dökülür. Sömürge tipi faşizmler tam da böyle bir anlayış içinde varlıklarını devam ettirirler. Aşağıdan yukarıya gelişen klasik faşizmlerde olduğu gibi güçlü bir kitle tabanına sahip olmadıkları için nispi demokratik bir alanda, temsili bir demokrasinin argümanlarına ihtiyaç duyarlar. Faşist demagoji faşist terörle yan yana gider.Sömürge tipi faşizmin son icracısı olan AKP hükümeti bunu bu güne kadar çok iyi başarmıştır. (AKP'nin diğer başardığı şey ise faşizme geniş bir kitle tabanı oluşturmasıdır. Güçleri artıkça  bu nispi demokratik alan da daralmaya başlayacaktır.) Düzenin kendisi tehlikeye girdiği zaman ise temsili demokrasi filan kaldırılıp bir kenara atılır. Sömürge tipi faşizmin bu özellikleri her dönem etkisi altına aldığı bir "solcu" kesim  bulmuştur. Bu kesimin sık sık merkeze koyduğu politik amaç "faşizme geçit" yoktur. Faşizme geçit vermemek adına düzen içi ittifaklara ve burjuva demokrasisini koruyucu, değişik birleşmelere giderler.Atı alanın Üsküdar'ı geçtiği, faşizmin bir devlet biçimi olarak iş başında olduğu bir ülkede bu anlayış Anti -faşist mücadeleyi geri düşürmekten başka bir işe yaramaz.



Egemenler kendi sınıfsal  çıkarları doğrultusunda sömürge tipi faşizmin açık karakterini sürekli kılacak "güçlü bir devletin"(siz bunu güçlü bir faşizm olarak okuyun) oluşturulması için uzun bir süreden beri hamle üzerine hamle yapıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri -başkanlık sistemi- bu hamlenin son ataklarından biri olarak okunmalı.İçinde bulunduğumuz ekonomik ve politik koşullar oligarşinin nispi demokrasinin temsili görünümlerine bile tahammülünün kalmadığını gösteriyor.Emperyalizmle olan ilişki ve çelişkilere de bağlı olarak gelişen bu durum önümüzdeki günlerde gittikçe artan bir faşist baskıyla karşı karşıya kalacağımızın işaretlerini veriyor.

Bu koşullar içinde devrimciler açısından, faşist devlet cihazının başına geçecek olanın şu veya bu olmasının hiç bir önemi yok. Ve bu alanda harcayıp heba edecekleri emek ve enerjileri de yok, .bırakın birileri seçimlerle oy(a) lansın.

İçinde bulunduğumuz koşullar faşist baskıların açık bir biçimde artacağı,sınıf mücadelesini sürdürmenin zorlu ve sert koşullar içinde geçeceği günleri işaret ediyor. Böylesine bir süreçte devrimci güçler; siper yoldaşlığını geliştirmek, devrimci dayanışmayı artırmak, işçi sınıfı ve emekçi halk kesimlerinin devrimci örgütlerinin  birleşik gücünün oluşturulması için gerekli çabayı sarf etmek, anti- faşist kesimleri mücadele içinde organize edecek araç ve yöntemleri yaratmak gibi bir dizi hayati görevle karşı karşıya. Bu doğrultuda azami gayret gösterilmediği takdirde hayat bir kere daha bizi af etmez.











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder