"Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;
Toprağı rüzgârı denizi göğü
O her zaman bir insanla anlamlı
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların
Ve ucuz korkuların kör kuyularına
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz."
Gittikçe yalnızlaşıyorsun.
Yalnızlaşıyorsun ama yalnız
kalmaktan korkuyorsun.Sahte kalabalıklar yaratıyorsun kendine,hiç bir zaman
gerçek bir parçası olamadığın,içinde eriyip bütünleşemediğin ve ilk tehlikede
kaçıp kendi köşene çekileceğin kalabalıklar.Ne yalnızlığın yalnızlığa benziyor,ne
kalabalığın kalabalığa.
Hep şikayet ediyorsun,"eski
dostluklar kalmadı" diyorsun "insanlar bencilleşti,herkes kendi
çıkarını düşünüyor,kimseye güvenilmiyor vs.vs.." bütün bu olumsuzlukların
içinden kendini çekip alıyorsun.Senden başka herkes "bencil"
"güvenilmez" "çıkarcı". Bir sen değilsin! Diğerlerine
sorsan onlarda aynı şeyi söylüyor.Güvenilir olmayan kim o zaman,bencil olmayan
kim?..
"Herkesin bencil,çıkarcı vb.
olduğu bir toplumda seninde var olabilmek için herkesten bencil,herkesten
çıkarcı, hatta herkesten daha acımasız olmaktan başka çaren yok. Aslında öyle
olmak istemiyorsun ama dedik ya çaresizlik?.."Kendi durumunun haklılığını
gerekçelendirmeyi çok iyi biliyorsun.
Kalabalıklar içindesin ama
çevrendeki herkes senin rakibin.Kiminin işinde gözü var kiminin aşında.Kimisi
şu anda elinde olanlara tehdit,kimisi geleceğinin önünde engel.Herkes herkesin
rakibi,herkes herkesin engeli...Şu işsiz adam sana diş bileyip duruyor.Sen
senden biraz daha iyi koşullarda olanın o koşulları hak etmediğini düşünüyorsun.O
koşullarda olan,senin onun yerinde gözün olduğunu düşünüp gardını ona göre
alıyor.Hepiniz birbirinizi kuşatıyor,birbirinizin polisi jandarması
oluyorsunuz. İspiyonu sevmezsin ama şu herifin patronun kıçı
dibinde yaltaklanarak dolaşmasından gıcık kapıyorsun,aslında onun ne dolaplar
çevirdiğini biliyorsun ve patronu bu konuda birazcık "uyarmakta"
sakınca görmüyorsun.Sakıncası yok elbette, tıpkı bir başkasının senin hakkında
da bir takım "uyarılarda" bulunması gibi!..
Kalabalıklar içindesin ama yalnızlıktan boğuluyorsun.Yalnızlıktan
boğulduğunu da bilmiyorsun.Çünkü yalnız olmamayı, kalabalık olmak
sanıyorsun.Yalnızlığı da tek başına olmak. Oysa çoğalmak sayısal bir durum
olmaktan çok yaşamsal bir bütünleşme durumudur.Yaşamın içinde bütünleşemediğin
için gittikçe dağılıyor parçalanıyorsun.Her bir parçan bir yerlerde,ruhun
bedeninden,hayallerin gerçeğinden,bu günün yarınından
kopuyor,uzaklaşıyor.Parçaların birbirine yabancılaşıyor,tanımaz oluyor.Kendine
yabancılaşıyor,kendinden uzaklaşıyorsun.
Bölünüp parçalandıkca,kişiliğinde bölünüp parçalanıyor.Her bir
parçana göre roller
üstleniyorsun.İyisin,kötüsün,korkaksın,cesursun,kıskançsın...
Ama kime kötü kime iyi,kime cesur kime korkak olacağını çoğu zaman
karıştırıyorsun.
Bazen bir üniformanın karşısında içinde kim olduğuna bakmadan
korkuyla eğiliyorsun.Bazen sokakları temizleyen bir temizlik işçisi karşısında
aslan kesiliyorsun.Bir yerlerde bir işini yaptırmak için vereceğin rüşvet
karşısında cömert,bir yoksulla dayanışma konusunda pintisin. Büyük.Büyük zenginlikler
karşısında sorgusuz, senin gibilere karşı kıskançsın.
Bir atık toplayıcısına bakarak "bunlarda parayı
götürüyorlar" diye mırıldanırken de gördüm seni,bilmem kaç milyarı
götürmüş birileri için "işini biliyor adamlar" deyişini de duydum.
Seni parçalayanların,sen olmaktan çıkaranların o "işini bilen
adamlar" olduğunu bilmediğini biliyorum.Bunu sezsen bile yapacak bir şey
olmadığını düşündüğünü,güçsüzlüğün karşısında boyun eğişini,boyun eğişinin seni
darmadağın eden bir uyum çabasına dönüştüğünü biliyorum...
Ama bu kadar güçsüzmüsün gerçekten?..
Yalnızlığın kadar mutsuzsun.
Sana verilen bütün eğlencelik oyuncaklara rağmen mutsuz.
Bilmem kaç ekranlık televizyonlara,elinden hiç düşürmediğin cep
telefonlarına,sanal dünyada sağladığın sanal
kişiliklere,AVM'lere,selfie'lere,facebook'ta paylaştığın mutluluk
resimlerine,yaptığın ucuz tatillere,kredi kartıyla aldığın eşyalara rağmen
mutsuzsun.
Bunu sende biliyorsun,ya da seziyorsun diyelim.Ne yaparsan yap,ne
kadar kalabalığa karışırsan karış yalnızlığını yenemiyorsun.Bütün gün birlikte
olduğun birlikte güldüğün,öfkelendiğin,konuştuğun bir sürü insana rağmen hiç
gülmemiş,hiç üzülmemiş,hiç konuşmamış gibisin. Hiç kimseyle hiç bir şey
yapmamış gibisin.Çünkü gerçekten hiç kimseyle gerçek bir eyleyiş halinde
değilsin. Bölünmüş her parçan kendi rolünü oynuyor.Bir parçan,senin
"üstündekiler" karşısında yüzünde, içinden gelmeyen bir gülümseyişle
sırıtırken,
diğer parçan senin gibiler karşısında en suratsız halini
takınıyor. Birinciler karşısında suskun ve dinleyici iken, ikinciler karşısında
hiç dinlemeyen sürekli konuşan olmaya çalışıyorsun.Aslında hiç dinlemeyen ve
hiç dinlenmeyensin.
Her şeyin sahtesi ile kuşatılmış yaşamın.Sadece sahte mallar değil
kastım, daha kötüsü mallaşmış yaşamların sahteliği ile kuşatılmış durumdasın.
Sahte gülüşler,sahte kızgınlıklar,sahte hüzünler,sahte dostluklar...Bütün
mallar gibi bu ilişkilerde bir kullanım ve değişim değeri içinde
oluşuyor.Duruma göre kullanıyor,hızla eskitiyor ve değiştiriyorsun.Piyasanın
durumuna göre ilişkiler oluşturuyorsun.O an ki çıkarlarına göre
"çevre" edinmeye çalışıyor,artık piyasa değeri kalmamış ilişkilerini
"kullanmak" istemiyor yenileriyle değiştiriveriyorsun.
Hiç dostun kalmıyor çünkü dostluk piyasaya değil, yaşama dair bir
ilişkidir.
Ve hiç bir zaman piyasayı senin belirlemediğini
bilmiyorsun.Birilerinin belirleyip şekillendirdiği piyasanın/yaşamın içinde
kendi yaşamını yeniden üret(em)iyorsun.
İşte diyorlar sana "yaşam bu" "şunları
giyeceksin,şunları yiyeceksin,şunlara gülecek,şunlara üzüleceksin...
Dinlenirken şöyle dinleneceksin,uyurken şöyle uyuyacaksın, çalışırken böyle...
Çok özeline girmiş olmayalım ama sevişmek denilen şey şu, aşkta bu ve af
edersin ama tuvalete girdiğin zaman kıçını da şu kağıtla silersen iyi olur...Şunlar
tehlikeli düşünceler sana zarar verir,ama şu düşünceler işini kolaylaştırır.Her
zaman makul, mantıklı ve
akılcı olmayı bil. Biraz da
esnek olman gerekiyor, öyle sopa gibi dimdik durarak yaşamla baş
edemezsin.Eğilmeyi,bükülmeyi,kıvrak olmayı öğrenmen gerekiyor dedik ya esnek ol
esnek...Belki omurgan biraz sorun çıkartıyor ama olsun zamanla o da uyum
sağlar...Unutmadan,bu senenin moda renkleri şunlar,tüm renklerini değiştir
sonra yaşamın gerisinde kalırsın..."
Bir farenin önüne konulan peynirleri seçme özgürlüğünün
sınırlarıyla belirlenmiş bir özgürlüğü önüne koyarak "işte" diyorlar
"yaşam ve yaşamın içindeki seçeneklerin seç seçebildiğini"
Seçiyorsun, çünkü başka bir seçenek olmadığını sanıyorsun.
Seçiyorsun,çünkü var olan seçenekleri de kaybetmekten
korkuyorsun.Asgari ücretle çalıştığın bir işin varsa işsiz kalmaktan, göreceli
daha iyi bir işin varsa daha kötü bir işe düşmekten.Krediyle aldığın evinin
taksitlerini ödeyememekten,kredi kartlarını kaybetmekten,akşamları televizyonun
karşısına geçip dizi izleyememekten,aldığın ikinci el arabayla ara sıra hafta
sonu mangal pikniklerini yapamamaktan, hayatının darmadağın olmasından
korkuyorsun. Hayatın darma
dağınık olmuş farkında değilsin. Aslında yaşamak denen şey bu değil
farkında değilsin.Farkına varır gibi olduğun anlarda ise bu farkına varıştan
korkuyor ve "ama" diye başlayan gerekçelerinle kendi korunaklı (?)
alanına çekiliveriyorsun.
Fırlayıp günün ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan
Koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan
Kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze
Uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize.
Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz
Unuttunuz başkalarının acısını duymayı
Küçük çıkarların büyük kurnazları
Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı
Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım
Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek
Düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst
Dışa vurmayı duygularınızı
Unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış.
Unuttun mu
gerçekten?...
Buna inanmam için
o kadar çok neden var ki ortada senden umudu kesmem güzel olan her şeyi
unuttuğuna inanmam gerekiyor. Ama gittiğim bütün yollar sana çıkıyor,bütün
umutlarım gelip senin umutsuzluğun ve çaresizliğinle buluşuyor. Tuhaf şey,umut
hep en umutsuz olan yerden başlıyor.Var olandan umudu kesmeden gelecek üzerine
umut oluşmuyor...
Sen şimdi var
olandan umudunu bir türlü kesemiyorsun hala yaşama tutunabileceğini
sanıyorsun.Tutunduğun yaşamın aslında senin ölümün olduğunu fark
etmiyorsun.Fark etsen bile bu sefer bütün gücünle ölümü geciktirmeye
çalışıyorsun.Kendi ölümünü geciktirmek için başka ölümleri görmezlikten
geliyorsun.Kendi yaşamın için başka yaşamlara kayıtsız ve hatta acımasız
olduğun anlar oluyor.Acımasızlığın özünden değil korkundan."İnsan insanın
kurdudur" denilen bir toplum da kurtlara yem olmamak için uğraşıyorsun.
Korktukça
bencilleşiyorsun, bencilleştikce yalnızlaşıyorsun.
Korkunun
ecele faydası yok bunu anladığın zaman... Ölümü geciktirmek için ödediğin
bedeller çok fazla olmaya başladığı zaman, yani bıçak kemiğe dayandığı,yani var
olan yaşamdan umut kesildiği zaman,yani yeni bir yaşamın umudu kaçınılmaz
olduğu zaman her şeyi yeniden hatırlayacaksın.
Korkunu yendiğin
zamanlarda da gördüm ben seni.Bu düzenden umudunu kestiğin "öleceksek
ölelim" dediğin zamanlarda.Hemen yanı başımda parçaladığın kaldırım
taşının bir parçasını elime tutuştururken, yaralı bir kardeşimizi taşırken
barikatın ardından, cesaretini gördüm,öfkeni ve yıkıcılığını gördüm. Firari
günlerimde saklanırken emekçi mahallesindeki yoksul evinde gidermek için
tedirginliğimi "bir ince söze yakışan en güzel davranış"ın en sade
halini gördüm sende.
Unuttuğuna
inanmıyorum. Ama bu sefer biraz uzun sürdü bu uyanış. Bir uğursuz Eylül'de
yara,bere içinde yorgun ve yılgın çekildin köşene.Köşene çekildikçe
dağıldın,parçalandın,küçüldün yitirdin kendini puşt bir kuşatmada.Yitirdik
birbirimizi. Ama bak kaç Eylül geçti aradan artık topla kendini,toplayalım
kendimizi.
Ben dostunum
senin.Bütün umutlarım,senin umutsuzluğuna çıkıyor.En umutsuz halinle bak bu eskimiş,çürümüş dünyaya ve en umutlu halimiz olsun birlikte kuracağımız yeni bir dünya.
Eylül geçeli çok
oldu, Eylül'de takılıp kalma.
Haziran'ı
anımsa.Yüreğimizi ısıtan sıcaklığıyla,aydınlık pırıl pırıl güneşiyle
Haziran'ı...
Şiir:Şükrü Erbaş-Koşaradım-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder