10 Ağustos 2023 Perşembe

BİR AVUÇ DEVRİMCİ VE KÜÇÜK BURJUVAZİNİN İDEOLOJİK HEGOMONYASI



Bugüne kadar yapılan “en önemli, en özel” seçimlerden biri daha geride kaldı. Seçim öncesi kesin bir zafer havası içinde olan burjuva muhalefet, ona eklemlenmiş olan küçük burjuva reformist sol ve peşlerinden sürükledikleri kitle müthiş bir hayal kırıklığı ve karamsarlık içinde. Burjuva muhalefet ve reformist solun kurmayları, politik kıvraklıklarıyla durumu çok da kötü değilmiş gibi göstermeye çalışsa da, peşlerinden sürükledikleri kitle tam bir umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaşamaktadır. Küçük burjuvazi ve işçi emekçi kesimlerin ana bileşenlerini oluşturduğu homojen olmayan bu seçmen kitlesinin, ekonomik kriz ve hayat pahalılığı ortak dertleri olmasına rağmen, sınıfsal konumlarına bağlı olarak, yaşadıkları sıkıntı ve kaygılar birbirinden çok farklıdır. Küçük burjuvazi ekonomik krizle birlikte konfor alanlarında daralmalar yaşar, var olan küçük mülkiyet dünyasını kaybedip proleterleşmek korkarken, işçi sınıfının korkusu; açlık, işsizlik, emek yoğun sömürü koşullarının ağırlaşmasıdır. Seçim zaferine kesin gözüyle bakan, ülkeye “baharlar geleceğine” ve bu baharlar içinde güzel günler göreceğine inanmış ve kendini buna hazırlamış olan küçük burjuvazinin seçim yenilgisi karşısında yaptığı ilk iş, bu yenilginin sorumluluğunu kendi üstünden atmak olmuştur. Onun anlattıklarını bir türlü anlamayan, olaylara bir türlü “laik, demokratik, özgürlükçü, çağdaş, bilimsel vs. vs.” bakamayan cahil ve eğitimsiz Anadolu halkı bu sonucu hak etmiştir, gerisi artık onun sorunudur, hak ettiği cezayı çekmelidir.

Küçük burjuvazi, “ülkenin cahil kalabalığının bunu hak ettiği, bu halk için bir şey yapmaya değmediği” tespitleriyle, emekçi halka “ çağdaş, modern ve kültürlü bir yaşamı” öğrettiği akıl hocalığından şimdilik istifa ederek, kendi sınıfsal dertlerine çekilip, ardından kapitalizm içinde yeniden konforuna kavuşacağı kişisel çıkarları için kafa yormaya başlamıştır bile. Yurt dışına çıkabilmek, “aklını kullanarak” pragmatik ilişkilerle sistem içinde küçük kırıntılar kapmak, elindeki küçük mülkiyetini kaybetmeden koruyabilmek ve mümkünse biraz kazanç elde etmek gibi konular üzerine ürettiği sayısız projelerle meşguldür.  be çare ki bir süre sonra bütün projeleri iflas edecek, üç aşağı beş yukarı yeniden aynı yere gelecektir. Ne yaparsa yapsın, mevcut sistem içinde bir türlü “küçük” sıfatından kurtulamayıp, sistem içinde elde ettiği küçük ayrıcalıkları her an kaybetme korkusuyla yaşamaya devam edecektir. Bu ülkenin Küçük burjuvazisinin geniş bir kesimi için “mevcut sistem” tanımı, kapitalizm anlamına değil, gelişmemiş, geri kapitalizm anlamına gelir. Bu yüzden en büyük hayali, ekonomik olarak gelişmiş bir kapitalizmin medeni ve uygar toplumsal koşullarında yaşamaktır. İyi bir batı kapitalizmi hayranıdır. Fırsat buldukça batı kapitalizminin ekonomik ve sosyal gelişmişliğini överken, yaşadığı ülkenin geri kalmışlığına, görgüsüzlüğüne cahilliğine söver. Hayalindeki ülkelerden birine kapağı atamadığı ve kendi yaşadığı ülkede böyle bir kapitalizmin olabileceğinden umudu kestiği dönemlerde, önce belli bir süre bunalıma girip, siyasal ve toplumsal olarak her şeye boş vermiş bir görüntü çizer. Bunalım ve umutsuzluğunun en dibe vurduğu anda bir bakmışsınız keskin bir solcu, öfkeli bir isyankar olarak karşımıza çıkıverir. Ama onun ökesi de isyanı da kendine özgüdür. Saman alevi gibi yanar ve söner. Siz isyanın yeni başladığını düşünürken o, çoktan kendi korunaklı alanlarına çekilmiş, isyanın başarısı ve başarısızlıklarını tahlilini yapmaya başlamıştır ve bunu kendi sınıfsal konumuna uygun, toplumsal projelere kanalize etmenin yollarını aramaya başlamıştır bile. Eğer küçük burjuvazi ile bir iş yapıyorsanız ister barışçıl, ister savaşçı bir alanda olsun, onu kollamayı ve kendinizi korumayı unutmayacaksınız. Proletaryanın ideolojik ve örgütsel olarak geri olduğu dönemler, küçük burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki ideolojik hegomonyasını çok daha kolay kurup, işçi sınıfı saflarında temizlenmesi uzun yılları ve çetin mücadeleleri gerektiren derin bir kirlilik yarattığı dönemlerdir. Böyle dönemlerde devrimcilerin görevi, zorunlu kalmadıkça küçük burjuvaziyle işbirliğine girmemek, zorunlu birliklerde ise ilkelerden en ufak bir taviz vermemek ve bütün gücünü proletaryanın bağımsız örgütlenmesinin oluşturulmasına harcamak olmalıdır.


Düzeni değiştirebilmek için, bir an yanıp sönen saman alevi gibi bir isyan ateşi yetmez. Karşı devrimin saldırıları karşısında, o ateşi canlı tutabilmek gerekir. Faşizmin seni darmadağın ettiği anlarda elindeki son kor parçasını, son kıvılcımı koruyabilmek için kaç defa yandığının, kaç defa kendi küllerinden yeniden doğduğunun hesabının tutulamadığı/tutulamayacağı uzun süreli bir yangındır devrim. Küçük burjuvazi sınıfsal karakteri nedeniyle böyle uzun vadeli ve zorlu fedakarlıklar isteyen mücadelelere gelemez. O, bu dünyaya yaşamak için gelmiştir, istediği her şeyi “hemen şimdi” ister. Dünyayı yaşanır kılmak için, kendi yaşamını ortaya koymak ne kadar saçma bir anlayıştır. Bunlar küçük burjuvanın anlayacağı şeyler değildir. “soyut bir gelecek için somut bugünden vazgeçemez.“ onun için önemli olan günü yaşamak, günü kurtarmaktır. Geleceği de gelecektekiler düşünsün. Hele ki Faşizmin baskıları artıp içlerinde hareket edebilecekleri düşük riskli alanlar daralmaya başlayınca, isyan ateşleri ve keskin söylemleri hızla sönümlenmeye başlar. Baskılar çok fazla artmışa bir süre pek ortalıkta görünmezler. Sonra yavaş yavaş reel duruma uygun, reel politik projelerle ortalıkta görünmeye başlarlar. Bir önceki aşamadaki o isyankar ve ateşli dilin yerini, yumuşak ve makul dil alır. Artık her türlü şiddete karşı olan, günün gerçeklerine uygun politikalar ve buna uygun bir dil oluştururlar. “Barış, çoğulculuk, demokrasi, eşitlik, kardeşlik, kişisel yaşam hakları” gibi kavramlar öne çıkar. “Sosyalizm, devrim, sınıf çatışması” gibi kavramlar, “reel duruma” denk düşmeyen, güncelliğini yitirmiş konular olarak terk edilir. Düzen içi mücadele araçları öne çıkartılmaya, “somut duruma uygun” olarak sınıfsal ittifaklar kurulmaya başlanır. Öyle ki gerici yandaş sermaye karşısında Koç, Eczacıbaşı gibi sermaye kesimlerine bile adeta pozitif ayrımcılık yapılır. Düzen içi mücadele denilince ilk akla gelen araçlardan bir seçimler olur. Yerelinden geneline tüm seçimler üzerine hesaplar yapılmaya, ittifaklar kurulmaya, ittifak pazarlıkları kızışmaya başlar. Seçim bir taktik olmaktan çıkıp strateji, araç olmaktan çıkıp amaç haline gelir. Böyle büyük bir amaç stratejik olarak yenilgiye uğrayınca doğal olarak bozgun da büyük olur ve her şey yeniden başa döner.

"Dar kapsamlı seçim çekişmeleri; şurada burada seçimi kazananların başarıları; iki milletvekili, bir senatör, dört belediye başkanı, halkın üzerine ateş açılarak dağıtılan büyük çapta bir gösteri; bir öncekine göre bir iki oy farkıyla kaybedilen yeni bir seçim; kazanılan bir grev, kaybedilen on grev; bir adım ileri, on adım geri; belli bir kesimde zafer, bir diğerinde on kez bozgun... Sonra birdenbire oyunun kuralları değişir, herşeye yeniden başlamak gerekir. “ ( Ernesto Che Guevera – Latin Amerika Devriminin Taktik ve Stratejisi) 

Küçük burjuvazinin sınıfsal karakterine denk düşen bu mücadele anlayışı, kapitalizm var olduğu sürece şu veya bu biçimde varlığını sürdürecektir. Çünkü kapitalizm var olduğu sürece küçük burjuvazi de şu veya bu biçimde varlığını sürdürmeye devam edecektir. Küçük burjuva İdeolojisinin en önemli özelliklerinden biri de, kendi niceliğini aşarak, örgütsüz proletarya da dahil olmak üzere, değişik halk kesimlerine doğru yayılan hastalıklı bir bulaşıcılığa sahip olmasıdır. Bu yüzden üretim süreci içindeki konumları küçük burjuva olmasa da, küçük burjuva gibi düşünen ve yaşayan halk kesimlerinin de hızla artığını görürüz.

Yukarıda, “kapitalizm var olduğu sürece küçük burjuvazi de şu veya bu biçimde varlığını sürdürmeye devam edecektir.” dedik ve ekleyelim: Kapitalizm var oldukça varlığını sürdürecek ve yaşamın bütün tarihsel gelişimini belirleyecek olan temel dinamik ise sınıflar mücadelelisidir. Bu mücadelenin iki ana sınıfı proletarya ve burjuvazidir. Küçük burjuvazi bu iki sınıfın arasına sıkışmış bir ara sınıf olarak kabul edilir. Üretim sürecindeki yerinden kaynaklı bu ara durum, onun bütün toplumsal ilişkilerine, ideolojik, politik tüm özelliklerine tutarsızlık ve güvenilmezlik olarak yansır. Ne zaman ne yapacağı, her hangi bir mücadele de ne kadar yol yürüyeceği, ne zaman yanındakileri yarı yolda bırakacağı belli olmaz. Ama vardır ve varlığı ile sınıf mücadelesini etkiler. Kimi zaman bu etki olumlu veya olumsuz anlamda oldukça önemli olur. Kapitalizmin kendi iç dinamiği ile geliştiği ülkelerde daha homojen bir yapıya sahip olmalarına rağmen, bizim gibi geri bıraktırılmış, yeni sömürge ülkelerde daha parçalı ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Kapitalizmin kendi iç dinamiği ile gelişmediği, demokratik sorunlarının çözümlerinin de proletaryanın omuzlarına yüklendiği bu ülkelerde demokrasi sorunu bir devrim sorunudur ve bu sürecinin değişik aşamalarında proletarya küçük burjuvazi ile sık sık yan yana gelmek ittifaklar ve birlikler kurmak zorunda kalacaktır. Ama bu bir araya gelişler kesinlikle proletaryanın ideolojik hegomonyası ve önderliği altında olmak zorundadır. “Öyleyse, sosyal-demokrasinin ayrı, bağımsız ve tamamen bir sınıf partisinin mutlak zorunluluğu da, her türlü kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, burjuvaziyle birlikte "ortak bir darbe vurma" taktiklerimizin geçici niteliği ve "bir düşmanı" kollar gibi "müttefikimizi de" sıkı bir biçimde kollama görevi de her türlü kuşkunun ötesindedir ..“ ((Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s. 75).


Homojen bir yapıya sahip olmayan, kendi içinde değişik katmanlara sahip olan küçük burjuvazinin alt kesimleri, işçi sınıfına en yakın ve proletarya ile işbirliğine en yatkın olan kesimdir. Yukarıya doğru yükseldikçe, çıkarları proletarya ile çatışmaya, burjuvazi ile uyuşmaya başlar. En üsttekiler aynı zamanda burjuvaziye en yakın olanlardır. Burjuvaziden bile daha ateşli bir kapitalizm savunucusu ve işçi düşmanı haline gelirler. Proletarya, küçük burjuvazinin öncüsü filan değildir. Bunun olabilmesi için küçük burjuvanın, küçük burjuvalıktan çıkmış olması gerekir. “ Proletarya, hiç de küçük burjuvazinin “önder temsilcisi” değildir. Bu, ancak, küçük üretici yok oluşunun kaçınılmazlığını kavradığında, “proletaryanın konumuna geçmek için kendi konumunu (sınıfsal) terk ettiğinde mümkün olur.” ( Lenin, a.g.e. syf.35 – 36)

Küçük burjuvazi ile yapılacak olan ittifaklar da işçi sınıfı ve devrimci mücadele adına olabilecek en kötü durumlardan biri, iki sınıfın örgütsel işleyiş olarak birbirine fazla yaklaşması ve bu yakınlaşmanın bir tür iç içelik yarattığı durumların oluşmasıdır. Bunun bir adım ötesi, küçük burjuvazinin ideolojik örgütsel hegomonyayı ele geçirmesidir ki devamında sınıf mücadelesinde işçi sınıfının ideolojik, politik ve örgütsel olarak ağır bir yenilgiye uğraması gelir. 12 Eylül sonrası gündeme gelen “kanatlı parti” tartışmaları, BSP (Birleşik sosyalist Parti ) gibi örgütlenme anlayışları ve “kitle partileri” adı altında kurulan gevşek örgütlenmeler, yakın tarihimizden bugüne uzanan örnekler olarak ilk akla gelenlerdir. Proletaryanın ağır bir yenilgiden çıkmış, örgütsel olarak dağılmış, tarihin en güçsüz dönemlerinden birini yaşadığı bir dönemde küçük burjuvazi ile olan bu yakınlaşma, aynı zamanda küçük burjuvazinin ideolojik heomonyasının bu güne uzanan başlangıç günlerini oluştur. Proletaryanın küçük burjuvazi üzerinde kurduğu ideolojik ve örgütsel öncülük, onun kapitalist sistem içinde araya sıkışmış, sürekli korku ile umutsuzluk arasında yaşayan, gittikçe kendi insanlığına yabancılaşmanın sancısı içinde kıvranırken, “hiç kimsenin onu anlamadığı” bu dünyada, can çekişmekten kurtaracak bir çıkış yoluna doğru götürürken, küçük burjuvazinin işçi sınıfı üzerinde kuracağı bir hegomonya ve öncülük ise tam tersi bir sonuca yol açar.

"Yaman bir küçük - burjuva dalgası her şeyi kaplamış içine almıştı; sadece sayısıyla değil, ideolojisi ile de bilinçli proletaryayı ezmişti, yani çok geniş işçi çevrelerine siyasetteki küçük- burjuva görüşlerini bulaştırmış onları kirletmişti." (Lenin: Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi , syf. 41)

Yaşadığımız toplumsal ilişkilerdeki yalnızlaşma, bencillik, umutsuzluk, yozlaşma vb. olgulara baktığımız zaman bunların ortaya çıkmasında burjuva üretim ilişkileri ve burjuva ideolojisi belirleyici olmasına rağmen, bu denli hızlı ve kapsayıcı bir biçimde yaygınlaşmasında küçük burjuva yaşam biçimi ve ideolojisi önemli bir araç görevi gördüğünü anlarız. Bundan ötürü küçük burjuva entelektüellerinin önemli biri bölümü, büyük burjuvazinin sevgi ve desteğini kazanır. Onların kendi düşüncelerini özgürce yayabilmeleri, yaşam biçimleriyle örnek olabilmeleri için ekonomik ve kurumsal olanaklar açısından desteklenirler. Küçük burjuva yaşam biçimi ve ideolojisinin yaygınlaşması demek, bütün umut ve umutsuzluk kaynaklarının sistemin kendi sınırları içinde aranması anlayışının da yaygınlaşması demektir. Sorunun kaynağı sistemin kendi iç işleyişindedir ama sorunun çözümü de sistemin içindedir. Sistemin değiştirilmesi değil, iyileştirilmesi gerekir. Bu anlayış politik olarak reformizme denk düşer ve bunun en iyi savunucuları küçük burjuva solculardır.

1946 Yılından bu yana yapılan ve her biri birbirinden özel olarak tarif edilen ve her seferinde “ bu seçim başka” denilen onlarca seçim yaşanmış ve hiç birinde işçi ve emekçi halk kesimleri açısından olumlu bir değişim görülmemiştir. Sadece sömürenlerin belirlediği siyasal temsilcileri halk kitlelerinin kendi seçtiği yanılgısını yaratarak, düzene meşruiyet sağlamaktan öte bir işe yaramamıştır. Seçimler yani halk kitlelerine verilen, egemen sınıfların seçtiklerini seçme özgürlüğü. Devrimci bir alternatifin olmadığı koşullarda halk kitleleri için demokrasinin olmazsa olmazı, yaşadıkları sıkıntı ve zorlukların, kendilerine yapılan haksızlıkların hesabını sorabilecekleri ve onlara bunu yaşatan kötü yöneticileri cezalandırıp, değiştirebileceklerini düşündükleri tek silah olarak kabul edilmiştir.


oysa ki " Halk kesimlerine düşen ise egemenlerin kendilerine sunduğu politik seçenekler içinde kendilerini yönetecek olanları seçerek sistemin işleyişini ve meşruluğunu onaylamaktan ibarettir. Bu yüzden yönetilenler aynı zamanda egemenler tarafından "yönlendirilenlerdir"Yönetenler sadece zor yoluyla değil aynı zamanda tekelini elinde tuttukları ideolojik kurum ve araçlarla halk kitlelerini başka seçeneğin olmadığına "ikna" ederek, sistemin çıkarları doğrultusunda yönlendirerek yönetirler. Eğitim kurumları, iletişim araçları, medyası vb. Bu görevi yerine getirir.Yönetilenler, kendilerinini burjuva politik arenada söz sahibi, aktif bir özne gibi görür. Aslında şu veya bu egemen güçün kliklerinden birinin peşine takılıp, egemenler arası mücadeleye yedeklenmekten başka bir rolleri yoktur." https://devrimciperspektif.blogspot.com/2011/12/devrimcilesmek- insanlasmaktir.html

Yönetenlerin kitleleri yönlendirmekte faydalandıkları ikna araçları arasında küçük burjuva solcu entelektüeller önemli bir yer tutar. Bunlar aracılığıyla tüm küçük burjuva solcu tabana ve oradan da işçi ve emekçi kesimlere doğru genişleyen düzen içi mücadelenin ideolojik argümanları, bu ideolojiye uygun örgütlenme ve mücadele biçimleriyle emekçi halk kesimlerinin tepkileri pasifize edilerek, düzene eklemlenir. Ne yazık ki bu reformist ideologların içinde, geçmişin devrimci yapıları içinden gelen epeyi isim vardır ve devrimciliğin tasfiyesi ve reformizmin egemen kılınmasında önemli bir rol oynamışlar, oynamaya devem etmektedirler. İşçi sınıfının uzun zamandır bağımsız devrimci bir sınıf örgütlenmesi yoktur. Bugüne kadar yaşanan süreçte bütün çabalara rağmen, sınıf mücadelesinin devrimci çizgisi durmadan gerilemiş, bu gerileme bugün en dip noktaya gelmiş ve reformizm sol içindeki egemen çizgi haline gelmiştir. Devrimci çizgi geriledikçe reformizm gelişmiş, reformizm geliştikçe devrimci çizgi daha da geriye düşmüştür. Yasalcılığa ve düzene içi mücadele biçimlerine karşı geliştirilmeye çalışılan sol seçeneklerinin bir çoğu da söylemde ne derse dersin, pratikte benzer zaafları kendi bünyelerinde taşıyan "yarı yasalcı" bir görüntü koymaktan öteye gidememiştir. Devrimci mücadele adına köklü bir ideolojik ve sınıfsal kopuş yaşanamamış, bir taraftan küçük burjuva sol ideologlarla dirsek temasları sürmüş, küçük burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki hegomanyasını kırmak için, işçi sınıfı içindeki mücadeleye daha bir ağırlık vermek gerekirken tam tersi bir şekilde, özellikle kent küçük burjuvazisinin bulunduğu alanlara daha fazla ağırlık verilmiştir. Bir taraftan devrimcilik, devrimci örgütlenme ve sınıf kavramlarını öncelleyen tespitler yapıp, diğer yandan istiklal caddesinde kültür merkezi açmak, Alsancak' da işçi derneği kurmak, Kadıköy'ü mekan tutmak gibi yöntemlerle küçük burjuva solculuğuna alternatif olabilmek bir yana, ortaya koyulan tutarsız görüntüyle, karşı tarafın daha tutarlı görünmesi sağlanmıştır. Alternatif oluşturmaya çalışılan kesim en azından kendi içinde tutarlıdır. Küçük burjuvazinin sınıf mücadelesi içindeki ideolojik hegomanyası kırılamadığı, bunun için köklü bir ideolojik hesaplaşma ve kopuş, bu kopuşa uygun bir pratik ortaya konmadığı sürece, devrimcilerin işçi ve emekçi kitleler içinde yitirdikleri güven ve saygınlıklarını yeniden kazanmaları mümkün olmayacaktır. 12 Eylül yenilgisinin hemen ardından başlayan devrimciliğin tasfiyesi ve tasfiyeye direniş arasında süren savaşım 1980'lerin sonlarından , 1990'lı yılların ortalarına kadar olan dönemde devrimcilik lehine bir çıkış yaşamasına rağmen, 90'yılların ortasından sonra durum hızla tersine dönmeye başlamış ve devrimcilik çoklu bir tasfiye saldırısı karşısında direnemeyerek adım adım bu günkü durumuna gelmiştir. Her ne kadar son yıllarda bundan daha geriye düşemez dediğimiz zamanlar olduysa da, bu düşüşün daha da geriye gidebileceğini yaşayarak gördük. Şimdi ise devrimci mücadelenin tasfiyesini amaç edinmiş ve devrimciliğe alternatif olarak büyümeye çalışanların tarihsel bir başarı kazanacaklarını hayal ettikleri ama "seçim zaferi " hayallerinin yerle bir olduğu bir dönemde ilginç bir ilişkilendirme ile "sosyalistler neden yenildi " diye sorular sorulmaya başlandı. İçinde CHP dışında ,faşist, dinci ve yıkmak istedikleri hükumetin eski ortaklarının" oluşturduğu ittifaka "acıkça ve utanmadan" destek çağrısı yapanlar karşısında ortaya koydukları eleştirel tavır nedeniyle, neredeyse karşı devrimci ilan edilme noktasına gelen devrimcilerin gündeminde, seçim yenilgisi ile ilişkilendirilmiş böyle bir soru olması elbette mümkün değil. Devrimci sosyalistlerin yenilgisi kırk yıl önce başlamış, sınıf mücadelesinin değişik aşamalarındaki, değişik sorunlar karşısında yeterli çözümleri üretemeyip, bir dizi iniş çıkış, başarı ve başarısızlıklardan sonra, yenilgisinin dip noktaya ulaştığı bu güne gelinmiştir. Devrimci sosyalistler seçimlerle ilgili moral bozukluğu yenilgi duygusu yaşamışlardır ama bu, seçim sonrası değil, seçim öncesidir. Devrimci mücadelenin nesnel çelişkilerinin en keskinleştiği bir dönemde, reformist solun hakim anlayış haline gelmesi ve geniş bir sol kitleyi kendisine ve doğal olarak düzen politikasına yedeklemesi karşısındaki güçsüzlüğümüzü görmek, bizim için en moral bozucu durumdur. Bizim hatamız bütün çabalarımıza rağmen oligarşinin ve oligarşinin sol içindeki uzantılarının devrimciliği tasfiye saldırısına gerekli şekilde karşı koyamayıp, devrimci mücadeleyi bir türlü olması gereken düzeye çıkartmayı bunca yıldır başaramamış olmamızdır. Seçimlerin büyük bir yenilgi ve umutsuzluğa dönüşmesi bizim sorunumuz değil ama seçim öncesi,  seçimlerin büyük büyük bir zafer beklentisine ve umuda dönüşmesi  bizim  sorunumuz ve eksikliğimizdir.  Eğer küçük burjuva oportünizmi  bunca işçi ve  emekçi kitleyi burjuva politikasına bu kadar kolay eklemliyorsa  bunda  bizim güçsüzlüğümüzün ve devrimci bir alternatif yaratamayışı mızın payı büyüktür.     Bu durum karşısında yapacağımız şey eleştiri çubuğunu bir yandan en acımasız biçimde kendimize bükmek ve diğer taraftan , buruvazinin sol içindeki uzantılarına karşı mücadelenin, burjuvaziye karşı mücadeleden ayrılmadığını bilerek "Bir avuç insan, birbirimizin elini sımsıkı tutmuş halde, sarp bir yolda, uçurumun kenarında yürüyoruz. Her taraftan düşmanlarca sarılmışız ve yolumuza neredeyse devamlı düşman ateşi altında devam etmek zorundayız. Özgürce almış olduğumuz kararla, tam da düşmanlara karşı savaşmak için birleştik, ayrı bir grup olarak birleştiğimizden, uzlaşma yerine savaşmayı seçtiğimizden ötürü sakinleri baştan beri bize öfkelenen yanı başımızdaki bataklığa saplanmak için değil. Ve şimdi aramızdan bazıları bağırmaya başlıyor. Gelin bataklığa gidelim! Kendilerini utandırdığımızda ise şöyle yanıt veriyorlar: Ne geri insanlarsınız! Sizi daha iyi bir yola çağırma hakkımızı reddetmekten utanmıyor musunuz? Evet, baylar, sadece çağırmakta değil, istediğiniz yere, hatta bataklığa bile gitmekte özgürsünüz; hatta biz, sizin gerçek yerinizin tam da bataklık olduğunu düşünüyoruz ve eğer siz oraya yerleşmek istiyorsanız size bütün gücümüzle yardım etmeye hazırız. Yeter ki elimizi bırakın, bize sarılmayın ve yüce özgürlük sözcüğünü kirletmeyin, çünkü biz de istediğimiz yere gitmekte “özgür”üz, sadece bataklığa karşı değil, bataklığa yönelenlere karşı da mücadele etmekte özgürüz!" diyerek doğru bildiğimiz yolda yürümeye devam etmektir. . Değişik yazılarımızda söylediğimiz gibi "incecik de olsa devrimci damarın akması için elimizden geleni yapmaya çalışacağız. O damar kurumadı, kurumayacak ve devrimci mücadelenin can suyu olarak akmaya devam edecek. "Biz bir avuç devrimci" olarak, o damarda minicik bir damla bile olabilirsek bununla onur duyarız.
"bir su
kendi akacağı ağırlığını sertliğini bilir
ve su gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder