30 Aralık 2011 Cuma

DEVRİMCİLEŞMEK İNSANLAŞMAKTIR / BORA KARA



"yaşamak, sadece yaşamak yosun solucan harcıdır"demişti,Ahmet arif. Ve Ataol Behramoğlu "yaşadın mı büyük yaşayacaksın,ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına" diye devam eder.Ardından,Nazım ustanın "öylesine karışmalısın ki dünyanın kalabalığına sen ürpermelisin içeride,dışarıda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa" diyen dizeleri düşüverir aklımıza... Değiştiren,dönüştürendir insan bunu yapmak içinde emek harcayan,soru soran,düşünendir.Ne kayaya yapışmış yosun gibi edilgen ve asalaktır ne de, körelmiş gözleriyle toprakaltı karanlığına razı olmuş solucandır.Durmadan bulunduğu konuma karşı savaşım vererek değişir ve değiştirir.Gelişir ve geliştirir."İnsanı yaratan emektir" der Engels.

Değiştirmek için dövüşmek gerekir. Dövüştükce, değiştirdikçe kendi de değişir ve güzelleşir insan.

O,doğanın en güçsüz,korunmasız canlısı ağaçlardan meyve,topraktan yumru toplayarak kullanmaya başladığı ellerini giderek daha karmaşık işlerde kullanmayı öğrenirken, ayağa kalkmayı ve karmaşıklaşan işle birlikte beynini de geliştirmeyi başardı.İş yapan,konuşan, ayakları üzerine kalkan atalarımız maymun akrabalarıyla vedalaşarak kendi yolunda yürümeye başladı.Bir yığın başarı,zafer,felaket,acı,mutluluk ve altüst oluşlarla dolu olan homo habilis den,homo sapiens varana kadar üç buçuk milyon yıllık süreyi kapsayan bu yolculuk tüm insanlığın tarihsel serüvenidir."Tarih tekerrürden ibarettir" dese de birileri inanmayın;
Tarih, aşağıdan yukarıya,basitten karmaşığa,çelişkiler,çatışmalar ve altüst oluşlarla sürekli devinim halinde olan bir ilerleyiştir.Aslolan çelişki,çatışma ve ilerlemedir.Denge ve durağanlık görelidir.

Tarihin belli bir evresinde mülkiyet belasına bulaşınca insan, yani bizim yerine benim demeye başlayınca, insanlık çıkar çatışmalarıyla, dolayısıyla sınıf çatışmalarıyla da tanışmış oldu. Bundan sonra tüm tarih, sınıf çatışmaların tarihidir. Tüm toplumsal ilişkiler karşılığını burada bulur. İktisadi düzeydeki farklı konumlanışa   denk düşen farklı çıkarlar; ideolojik, kültürel, siyasal v.b.farklılıkları ve bunların karşılıklı çatışmasını da içerir. İktisadi düzeyde üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olan ve bu sahiplenişle mülksüzler üzerindeki egemenlik ve sömürü gücünü elde eden sınıfın tüm üstyapı etkinlikleri de var olanı korumak üzerine olacaktır.


"özel mülkiyet kutsaldır, insanlar arasındaki eşitsizlikler doğaldır, evrensel dengeler bunun üzerine kuruludur bunu değiştirme gayreti boş bir iştir. O zaman yapılacak en doğru şey var olanı kabullenmek ve var olan içinde kendine bir yer edinebilmektir. Bunun içinde sistemin kuralarına uymak "oyunu kurallarına göre oynamak" gerekir. Kurallar mı? Amaca ulaşmak için her yol mübahtır" İşyerinde ilerleyebilmek için patrona dalkavukluk mu yapıyorsun, toplumsal ilişkilerinde dostlarını mı kazıklıyorsun, her türlü üçkâğıdın adını "akıllılık" mı koyuyorsun ne halt yersen ye ama pastanın kırıntılarından pay kapmayı becer! Toplumsal ilişkiler içindeki herkes, en yakınların bile senin rakibindir! Dostluk, dayanışma, özveri...! Geç bunları, sen kendi gemini kurtarmaya bak"

Onların bütün şarkıları bunu söyler, bütün şiirleri bunu yazar, bütün filmleri bunu oynar. Yasaları, kurumları, ahlak anlayışları kısacası tüm yaşama ve insana karşı pozisyonları budur. Ya diğerleri, toplusal üretim araçlarının mülkiyetinden yoksun ama  emeği ile tüm yaşamı üreten fakat ürettiklerine sahip olamayan, gittikçe ürettiklerine ve kendisine yabacılaşan.Yaşamak için emeğini satmaktan başka çaresi olmayan, onu da her zaman satabilme şansı bulunmayan. Katmerleşen sömürüyle birlikte yoksulluğu ve yoksunluğu her geçen gün artan. İnsan doğasına aykırı, toplumsal ilişkiler içinde dağılıp parçalanan, kendisi olmaktan çıkartılan. Evde eşine, çocuğuna, dışarıda arkadaşına, dostuna, aynada kendi yüzüne yabancılaştırılan milyonlarca insanın çıkarları elbette diğerlerinden farklıdır. Yoksul halkın çıkarları var olanı korumak değil, değiştirmekten yana olacaktır. Bu yüzden tarihin lokomotifi ve gerçekleştiricisidirler. "Destanımızda hep onların macerası vardır" kuran, yıkan, yapan, yenen ve yenilen onlardır."onlar ki toprakta karınca/suda balık/havada kuş kadar /çokturlar/korkak/cesur/cahil/hâkim/ ve çocukturlar/ve kahreden/yaratan ki onlardır/destanımızda yalnız onların maceraları vardır.../


Bu lokamatif hep ileriye doğru gider.Ama bu dümdüz bir gidiş değildir,yenilgiler, duraklamalar, geri düşüşler ve sıçramalardan oluşur. Tarihte var olmuş tüm toplum biçimlerinde ilerleyişin ve değişimin öznesi halk güçleri olmuş, egemenler ise tüm güçleriyle bu değişime engel olmaya çalışmışlardır.

İlerleme dediğimiz şey ise, gelişmiş teknolojiyle günde bilmem kaç ton et üreten entegre tesisler kurmak değil, o tesislerde çalışanlar da dahil olmak üzere ne kadar insanın evine et girdiği, bırakın eti dünyada ne kadar insanın açlıktan öldüğü sorununun çözümüdür.
İlerleme salt atomu parçalayıp nükleer güç elde etmek değildir.O gücün kafamıza bomba olarak mı düşeceği yoksa,hayatımızı kolaylaştırmak için mi kullanılacağıdır.
İlerleme,mikro cerrahi,genetik,tıp teknolojisi v.b.alanlardaki gelişmeler değil ,bu gelişmelerden kimlerin nasıl yararlanabildiğidir...

Bu soruları sormaya ,yanıtları üzerine kafa yormaya, bulduğumuz yanıtlar üzerinden harekete geçmeye başladığımız andan itibaren politika yapmaya da başlamışız demektir.Ancak sınıflı bir toplumda egemen sınıf ideolojisi tarafından yönlendirilen halk kesimlerinin, bulduğu yanıtlar çoğunlukla egemen sınıfın çıkarlarına uygun yanıtlar olur. Doğru yanıtlar bizzat pratik de yaşanan ve çoğu zaman bedeli bir dizi yenilgi, kahroluş,felaket ve kıyımlardan oluşan tecrübeler sonrasında ortaya çıkmaya başlar.

 Sözlükler politika için "devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı" tanımını getirirler.Bunun anlamı,toplumun "yöneten" ve "yönetilenler diye ikiye ayrılması demektir. Siyaset yapma hakkı ,yönetenlere aittir. Geniş halk kitleleri yani yönetilenler baştan itibaren bu "sanatın" dışında tutulurlar."ayak takımı"nın aklı bu işlere ermez. Politikayı bizim dışımızda birileri, bizim için ,bize rağmen sermayenin çıkarları doğrultusunda yapar. Halk kesimlerine düşen ise egemenlerin kendilerine sunduğu politik  seçenekler içinde kendilerini yönetecekolanları seçerek sistemin işleyişini ve meşruluğunu onaylamaktan ibarettir.Bu yüzden yönetilenler aynı zamanda egemenler tarafından "yönlendirilenlerdir"

Yönetenler sadece zor yoluyla değil aynı zamanda tekelini elinde tuttukları ideolojik kurum ve araçlarla halk kitlelerini başka seçeneğin olmadığına "ikna" ederek, sistemin çıkarları doğrultusunda yönlendirerek yönetirler. Eğitim kurumları, iletişim araçları, medyası vb. Bu görevi yerine getirir.Yönetilenler, kendilerinini burjuva politik arenada söz sahibi, aktif bir özne gibi görür. Aslında şu veya bu egemen güçün kliklerinden birinin peşine takılıp, egemenler arası mücadeleye yedeklenmekten başka bir rolleri yoktur. Aktif bir özne olacakları, devrimci politikayla buluşana kadar bu hikaye böyle gider.

Evet, politika bir sanattır. Sermaye için bugünü korumanın, halk içinse geleceği kurmanın, Dünyayı değiştirmenin sanatıdır. Sözünü ettiğimiz politikanın devrimci politika olduğunu diğer anlamıyla düzen sınırlarının ötesine geçmek için tarihin ebesi olan zoru içeren bir politika  olduğunu bir kez daha not düşüp devam edelim.Yaşam ve politika birbirinden ayrılmayan iki kavramdır.Çünkü,yaşamı üzerinde söz sahibi olmayan bir toplumun yaşamı kendine ait değildir. Bir avuç sömürücüye teslim edilmiş durumdadır. Sömürülenler kendi yaşamlarını ellerine alabilmek için,yaşamı yeniden kurmak zorundadırlar.Bunu yapabilmek içinse, var olanı yıkmak gerekir.

Yıkmak ve yeniden kurmak. İşte sömürülenlerin kurtuluşunu sağlayacak politika budur ve bunun adı devrimci politikadır.

Eğer,"yosun solucan harcı" bir yaşamdan söz etmiyorsak, Sanat ve Politika arasındaki sıkı ilişkiyi de anımsatarak sözü şairimize bırakalım;

"Akrep gibisin kardeşim,/korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
/serçe gibisin kardeşim,/serçenin telaşı içindesin/...Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,/hani şu derya iç olup /deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf./Ve bu dünyada,bu zulüm senin sayende./Ve açsak,yorgunsak,alkan içindeysek eğer/ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak/kabahat senin ,/demeye dilim varmıyor/
ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim”

Ve ekleyelim; Eğer bu dünyada zulüm, açlık,yorgunluk bitecekse ve  üzüm gibi ezilmekten kurtulacaksak senin sayende olacak canım kardeşim.

Sınıfsal Perspektif


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder