1 Ocak 2012 Pazar

din-devlet ilişkisi

Din ; tersine dönmüş bir dünyada, meta ilişkilerini, sömürüyü, paylaşım savaşlarından bağımsız kavranamayacak, insanın kurtuluşunu maddi üretim güçlerini/ilişkileri yerine mistik/bilinmezci bir yaşama bağlayan, son tahlilde insan edinimini edilgenleştirmeye yarayan, “mistik aromadır”. Gerek dinlerin çıkışındaki toplumsal/tarihsel koşullar gerekse dinlerin öğütlediği ortak öğütleri irdelediğimizde önünden akıp giden hayat yerine ahiretin önemine, reel yaşamın “sınav” alanı olduğu diktesi vardır. Din sorgusuz itaat, boyun eğme, dünyasal ilişkilere biat, insanlığın bağlı bulunduğu dini gereklerini yerine getirmeyi öğütler. Egemenlerin tarih boyunca yarattığı sapkınlaşmış dünyayı meşrulaştırma araçlarından biridir.


Tanrıyı; var eden olgu insanın doğayı tanıma algılama, usa çıkarma konularındaki yetersizliği/üretimin embriyo çağında olmasıdır. Tanrı, algılayamadıklarımızdır. Halbuki olguları toplumsal süreçleri bağlamında neden-sonuç ilişkileriyle incelersek doğada toplumda ve insanda açıklanamayacak/bilinemez bir kavram/olgu yoktur. Açıklayamadıklarımız ve-veya hatalarımız nesne-özne başka bir değişle insan-doğa arasındaki ilişkisinin gelişim düzeyiyle ilintilidir. Somutlarsak; ilkçağda insanların algılayamadıkları, algılayamadıklarından dolayı da çözemedikleri toplumsal sorunlar nedeniyle zihinlerde mistik gücün yaratılmasına neden olmuştur. Yaşadığı topluma eleştirel gözle bakabilen insanlık ‘gök gürültüsünün ya da diğer ekolojik bir olayın’ tanrının insanlığa bir cezasından ziyade yarattığı mistik gücün dışında aramaya başlar oldular. İnsanın balçıktan/topraktan ilah tarafından yaratılış ve ahiret -cennet cehennem- süreci, tufanlar , kadını erkeğin kaburgasından tanrı tarafından oluşturulduğu tek tanrılı dinlerden önce “yaratılmış” / yazılmıştı. Tarihin ilerlemesi değişen toplumsal koşullar, üretim ilişkileri; yeni mistik figürlerin yaratılması ihtiyacını doğurdu. Kanımca Marks dinin toplumsal karekterine, insanı pasif bir varlığa/özneye çevirmesine payı olan dine karşı çıkar. Ana çelişkinin kaynağını dinde, ya da tinsel savruluşta, düşünüş biçiminde değil var olan toplumların sınıflara bölünmüşlüğüne, maddi üretim ilişkilerinde eğilir. Din ilgasını onu var eden somut sömürü ilişkilerinin toplumsal geçerliliğinin yitirmesine bağlar. Bu coğrafyada tekke ve zaviyelerin kapatılarak, devlete bağlanmasıyla kılıf bulan laiklik, Kemalist/ küçük burjuva odakların ve onun solda yansımalarının yeşil sermayeye karşı bir güç olarak kullanılmaya çalışılıyor. Anayasanın rahlesi tek din,mezhep, ırk mizansenine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bağlamda farklı inanışlar, mezhepler dışlanır, ya da sorunu kavranılamasından dolayı üstünkörü devlete eklemlemeye çalışırlar. 'laik' cephe tezatının siyasetinin sac ayaklarından birine dini kullanmasından rahatsızdır. Din ile devletin birbirinden ayrılmasından değil! Sistem içi laik-ılımlı İslam çekişmesi burjuva odaklarının egemenlik mücadelesidir. Bu durum karşısında din-devlet ilişkilerindeki düşünülmesi gereken nokta burjuva devriminin kazanımı olan “laiklik” değil, sekülerizmdir. Sorgulanamayan/ispatlanamayan inanç üzerine kurulu olan dinin doçent, prof. ünvanlar verilmesi abestir, din adamlarının (imam, rahip ya da haham) devlet memuru konumuna getirilerek bütçeden pay ayrılmasını reddeden( ki bu pay hiç de küçümsenecek bir oran değildir, eğitim, sağlık bakanlıklarının toplamından daha fazla bir meblağ ayrılıyor bu topraklarda ) , dinsel cemaatlerin malvarlığının kamulaştırılması,kurumsal kimliklerinin yansıması olan idari yetkilerine son verilmesi, diyanet vakfı kapatılması, zorunlu din dersinin kaldırılması, dinin kurumsal bir statü olmaktan çıkartılmalıdır.
Baran Yılmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder