16 Ocak 2012 Pazartesi

DEVRİMCİ DURUM;DEVLET,DEVRİM VE ÖRGÜTLENME ÜSTÜNE DÜŞÜNCELER VE BİR DENEYİM

DEVRİM DURUMU,DEVLETE TEORİK BAKIŞ VE PRATİK SONUÇLARI(1)
ZOZAN KARA

"Bir devrim durumu olmadan devrimin mümkün olamayacağı Marksistler için tartışma götürmez bir gerçektir. Ayrıca, her devrim durumu da devrime götürmez. Genel olarak, bir devrim durumunun belirtileri nelerdir? Şu üç önemli belirtiyi ileri sürersek, her halde yanılmış olmayız: 1) Egemen sınıflar için değişikliğe gitmeden egemenliği sürdürmek mümkün olmazsa; 'üst sınıflar' arasında şu ya da bu biçimde bir buhran, egemen sınıfın politikasında baskı altındaki sınıfların hoşnutsuzluğuna ve parlamalarına yol açacak bir çatlamaya götüren bir buhran ortaya çıkarsa. Bir devrimin olabilmesi için, genellikle 'alt sınıfların eski biçimde yaşamak istememeleri' yeterli değildir. 'Üst sınıfların eski biçimde yaşayamayacak durumda' bulunması da gereklidir. 2) Baskı altındaki sınıfların sıkıntısı ve ihtiyacı, olağandan daha öteye varmışsa. 3) Yukarıdaki nedenlerin bir sonucu olarak, 'barış' zamanında kendilerinin soyulmasına hiç ses çıkarmadan razı olan, ama sıkıntılı zamanlarda hem buhranın her türlü koşullarında, hem de bizzat 'üst sınıflar' tarafından bağımsız tarihi eyleme itilen yığınların etkinliğinde önemli bir artış varsa. İradenin dışındaki bu nesnel değişiklikler olmaksızın, yalnız tek tek gruplar ve partiler değil, tek tek sınıflar da, genel kural olarak, devrim yapamazlar. Bu nesnel değişikliklerin hepsine birden devrim durumu denir. Böyle bir durum 1905'de Rusya'da ve bütün devrim dönemlerinde Batı'da da vardı. Devrim durumu, o sıralarda devrim patlak vermemesine karşın, geçen yüzyılın altmış yıllarında Almanya'da, 1859-61 ve 1879-80'de Rusya'da da vardı. Peki niçin devrim olmadı? Çünkü her devrim durumu, bir devrime yol açmaz. Yukarda sözü edilen nesnel koşullara öznel koşullar da katılırsa, yani devrimci bir sınıf, buhran döneminde bile 'devrilmeyen' bir hükümeti devirecek kadar güçlü bir devrimci kitle eylemlerini meydana getirme yeteneğine sahip olmasını da katarsak, işte o zaman devrim olur." P. DEVRİM VE DÖNEK KAUTSKY 
Lenin yoldaş devrimci durumu oluşmasını bu üç madde altında toplamış, devrimci partinin iradesini de devrim için şart koşmuştur. Emperyalizm çağında devrimci durum koşulları olgunlaşmıştır. Buna karşın gerçek bir devrimci durum ya da kalkışma görülmüyor. Devrimci savaşlar yerine halk kurtuluş savaşları aldı ve bu savaşlar da devrimcidir ama gerçek bir Marksist örgütün yokluğunda ve ideolojisizliğinde de
değerlendirilmek zorundadır. Marksist Leninistler ulusal kurtuluş savaşlarını destekleme sınırlarını da bunu göz ardı etmeden belirlerler. Bu belirlemeler yapılırken bu gün emperyalizmin ve sömürü yeteneklerinin gelişkinliği bizi daha da kuşkucu yapmalıdır. Örneğin orta doğu ülkeleri diyebileceğimiz petrol varsılı ülkeler de yaşanan yeniden yapılandırmayı bu devrimci okuma yeteneksizliği ile birçok devrimci ml yapı değerlendirme yoksunluğu ve yanlışlığı yaşadı. Gerçekleri kendi kitlesine bile zaaflı bir duruşla okuttu. Kendi ülkesinin burjuvazisine karşı çıkarını sınıfsallıkla özdeşleştireceğine emperyalizmle ilişkilerini sağlamlaştırmakta gören bir halk yaratıldığını görmezden gelerek kendi devrimci kitlesi içinde yalancı bir umut baharı yaratmayı daha uygun buldu yada okudukları yanılgılarında samimiydiler. Ortadoğu halkları ulusal savaşlarla, emperyalist sömürülerle çokça karşılaşırken , ml devrimci bir söylemle karşılaşmadan ; feodal kültürü ve din farklılığı ve yıllardır süren özgül aşiret çekişmeleri ve iç kavgaları ile uğraşırken, bir yandan petrol nedeniyle kapitalist ekonominin kaymağından pay almaya alışkın .Devrimci bir örgüt ve onun devrimci partisinin örgütleyiciliği ile karşılaşmama durumu; Türkiye coğrafyalarından baktığımızda halklar arasında farklılıklar içeriyor. Kendi özgün yapısı ve orta doğu petrolünün olmayışının yoksullaştırdığı ,o petrole yakın olma kaygılarıyla ,ülke zenginlikleri fark edilen ve hızla talan edilerek kapitalistleştirilen bu nedenle de çarpık kapitalizm en sancılı dönemlerinden geçerek yoksullaşan bir halk yapısına sahibiz. Bu halk ve devrimcileri; bizi şimdiye kadar devrimci durumu değerlendirmeye dönük devrimci örgütlerle ve aslında birbirini tamamlayan iki dönemsel devrimci mücadele ile taçlandırdı.Böylesi deneyimler burjuva medyasında korkuyla ve terörizm olarak yer bulurken nasıl oluyor da devrimci niteliği ve neye karşın devrimcileştiği bile belli olmayan halklar övülüyor? Bu durum da devrimcilerin yanlış okumalarının nasıl yapıldığı,yada okumada terazinin şirazesinin neden burjuvazi,liberal aydınlar ve”demokratlardan”öteye gidilemediğini daha da önemle irdelenmesini gerektiriyor.Geçirdiğimiz her iki devrimci dönemde farklı koşullarda ama devrimci ve Marksist –Leninist devamcılarını oluşturarak yenilgiyle sonuçlandı. Kızıldere ve mahirlerin katledilmesi, denizlerin idamı birinci yenilgi idi. Türkiye devrimci hareketi bu yenilgiyi kazandığı birbiri için feda olabilme geleneğini içselleştirerek adeta bir kahramanlık yaratarak bu yenilginin küllerinden doğdu. Bu doğuştan da yine devam geleneği ve bunun farklı algılayışları ile faşizme karşı silahlı savunmayı da içeren duruşlar çıktı. Bu duruşlardan biri (DY)bu gün hala tartışılan ve yaratılması üzerinde ciddiyetle vurgu yapılan direniş komiteleri ve silahlı direniş birliklerini model olarak hayata geçirmesi ile Türkiye coğrafyasında önemli farklar ve nitelik, nicelik olarak ayrıcalıklar yarattı. Bu ikinci kalkışmada yenildi.80 yılında 12 Eylül faşizmi yönetime el koydu. Bu yenilgi halkta ve devrimcilerde her an devrim olabilir beklentisinin çok arttığı, bir müdahale olabileceğinin görüldüğü, buna uygun silahlı, geri çekilip mevzileri ve militanları korumayı planlayarak ya da koşullarını kendi belirleyerek ileri fırlamayı da içeren örgütsel direniş gösterilemedi. Ağır kayıplardan sonra faşizmin sürekli saldırısı altında ikinci yenilgi birincisinden farklı olarak bir kitlesellik yaratamadan cılız ama bu güne de akabilmiş bir devrimci ml damar bırakarak devam etmeyi başarabildi. Belki günümüzün yoğun saldırısı altında bu mevzinin yaratılması bile başarı olarak algılanmalıdır. Her türlü gerekçe kullanılarak devrimci mevziler ateş altında tutulmakta gelişmesi ve kendini toparlama koşulları revizyonizm ve kendi içindeki akımlarda kullanılarak bölünüp parçalanarak yok edilmek istenmektedir. Bunlar elbette düşmanın taktikleri ve her zaman ki mücadele biçimleridir ve asıl olarak onlar yapmaları gerekeni yapmaktadır. Buna karşı mücadele etme zorunda olan devrimci örgütler ve kişiler nasıl bir tutum içindedir. Burada örgüt ve kişiler vurgusu özellikle seçilmiştir, günümüzde devrimci örgütler büyük bir hızla devrimci öğütme makinesi haline gelmiştir. Kapitalizmin zaafları ve hastalıklı durumlarından hemen her yapı etkilenmekte ve hızla devrimcileşenler hızla örgütlü yapılardan uzaklaşmaktadır. Devrimci örgütlerin bir bütün içinde bu zaaflardan arınması elbette gerekli, ve şarttır. Ama bu zaafları gerekçe göstererek örgütlülükten uzaklaşan ayrılan devrimcilerin bireysel olarak ta devrimcilikten hızla uzaklaştıkları görülmektedir. Bu kişiler bir süre sonra biz bir zamanlar devrimciydik derken bu söylemin yaşı hızla düşmektedir. Bu günler her yapının 14- 15 yaşlarında eski devrimcileriyle doludur. Bu nedenle ne günümüz kuşağının Devrimcilerinin nede bir iki kuşak geride yer alan devrimcilerinde eleştirdikleri devrimci yapılardan ayrıldıktan sonra devrimcilik yapılmazmış gibi kenara çekilmelerini veya devrimciliği bırakmalarını doğru değildir. Tüm güç ve birikimler örgütlü ya da bireysel gücü oranında düşmana yönelik ve hazır tutulmalıdır. Bunu dile getirirken elbette örgütlü olmanın çok daha güzel ve gerekli olduğunu da unutmamak gerekmektedir. Örgütlülerden çok örgütsüzlüğü savunan ve dışarıda kendine yapacak hiçbir iş yokmuşçasına kendi devrimci kişiliğinin tüketilmesi ile geçirenler çoğalmaktadır. Asıl olan,tüm emperyalist çağın koşulları uygunken,devrimci durum varken devrimci örgütlerin tüm emekçileri,işçileri,halkı kucaklayacak kitleselliğe ulaşamamasıdır. Neden örgütlü çoğalma ve halk kitleselleştirilemiyor, günümüzde, Türkiye coğrafyalarındaki devrimci örgüt ve yapılar muaf olmaksızın değerlendirilmelidir?
Bu gün her devrimci ve devrimci yapının bunun nedenleri hakkında düşünmesi ve bulgularını, yapacaklarını bir program etrafında ve kısa, uzun vadeleri hedefleri ile ve ciddiyetle iktidarı hedef alarak harekete geçmesi gerekiyor. Gücünü, sınırlarını, yapabileceklerini bir potada aynı hedefe yöneltebilenler bu halkın onları yalnız bırakmadığını, memesinde emzirmeye devam ettiği devrimcilere katılabileceklerini de görecektir.İlk yapılması gereken nasıl bir ülkede yaşandığını doğru tespit etmektir. Bu tespit tüm örgüt anlayışınızı, programınızı,hedefinizi,kadrolarınızı belirleyecek temel belirlemedir.Aynı yöntemi izleyerek devam edelim,”Bugün emperyalizme bağımlı ülkemiz yarı sömürgedir. Uygulanan rejimde sömürge tipi faşizmdir.Emperyalizmin sömürgecilik ilişkileri sonucu, sömürge toplumun kapitalist gelişim süreci çarpıtılmıştır. Böylelikle yalnızca yerel egemen sınıfların değil, emperyalizmin egemenlik koşullarını da yansıtan özgül siyasal yapılar ortaya çıkartan faşizm, sömürge ülke ile emperyalist ülkeler arasında oluşan sömürgecilik ilişkilerinin bir ürünü olarak karşımıza çıkar. Sömürgecilik ilişkileri her ülkede emperyalist merkezdeki sermayenin gereksinimlerine göre kurulmuş ve söz konusu olan ülkede emperyalist sömürü ilişkilerinin gelişimine aracı olmak açısından en uygun konumdaki egemen sınıfları tercih etmiştir. Yeni sömürge ülkelerde yukarıdan aşağıya doğru kurumsallaştırılan bu uygulama, emperyalizmin dünya çapında politik bir sistem olarak örgütlenişinin yarattığı uluslararası ilişkilerden çok; sömürgecilik, yeni sömürge kapitalizmi ve bu ikisi arasındaki tarihsel bağın sonucudur. Sömürge tipi faşizm; yukarıdan aşağıya kurumsallaştırılan ve bu kurumsallaşmanın da devlet aygıtı ile gerçekleştirildiği bir mekanizmadır. Yani devlet sömürge tipi faşizmde sadece egemen sınıfın (oligarşinin) diğer sınıflar üzerinde zor kullanma tekeline dayanan şiddet ve diktatörlük aygıtı değil; emperyalist sömürü ve oligarşinin emperyalizmle bütünleşme doğrultusundaki programlarını işletebilme olanağını yaratan ve bunu bünyesindeki tüm kurumlarla içselleştiren daha doğrusu faşizmin kurumsallaşmasını doğrudan gerçekleşleştiren bir işleve de sahiptir. Devletin faşistleşme süreci ülke kapitalizminin emperyalizmle bütünleşme sürecindeki çabalarından bağımsız düşünülemez. Çünkü varolan kapitalist sistemin emperyalizm ile bağımlılığı ve çarpık gelişimi, sadece sömürge ülkesindeki ekonomiye değil buna bağlı olarak politik ve hukuksal alanlara müdahaleyi de gerektirir. 1940ların ikinci yarısından itibaren tarih sahnesine çıkan sömürge tipi faşizmin, sömürge ülkelerdeki işbirlikçileri, tekelci burjuvazi ve silahlı kuvvetler olmuştur. Emperyalistlerin ekonomik programlarının sömürge ülkelerdeki uygulayıcısı, yapısal ve iktisadi düzenlemelerin sömürgeci ülkelerin çıkarlarıyla uyumlu bir şekilde hayata geçirilmesini sağlamaya çalışan silahlı kuvvetler bu uyum bozulduğunda açık faşizmin ülkesindeki uygulayıcısı olarak düzenin devamı için koruyucu araç haline gelmektedir.
Yeni faşizmin en belirleyici özelliği ise özellikle sömürge ülkelerinde faşizmin, halka demokrasi uğruna varmış gibi gösterilmesidir. Ülke oligarşisi ile emperyalizmin bütünleşmesi sonucu; sömürgenin hukuksal politik yapısı, askeri darbeler ve kontrgerilla mekanizmalarına açık hale gelmesine rağmen, faşizm parlamentoyu ve öteki demokratik kurumları muhafaza ederek açık kanlı diktatörlüğünü sürdürme olanağı bulmuştur. Gizli faşizm döneminde egemenlerin kontrolünde işletilen temsili demokratik kurumlar (parlamento, sendikalar vb.), sermayenin açık kanlı diktatörlüğü döneminde tamamen rafa kaldırılır. Bağımlı ya da yarı bağımlı ülkelerde bu iki yol zincirleme olarak kullanılır. Savaş ve kriz ortamlarında faşizmin meşrulaşması ya da taraftar bulması genellikle dinsel gericilik veya daha çok ırkçılık-milliyetçilik akımlarının öne çıkartılmasıyla sağlanır. Gerçekte milliyetçilik burjuva sınıfının özsel ideolojisidir. Burjuva milliyetçiliğinin ırkçılıkla bütünleşmesi emperyalizmin egemen sömürü sisteminin her hangi bir tehditle (ki bu tehdit her zaman ezilen ve sömürülen halktan gelir) karşı karşıya kaldığı kriz anlarında kendini gösterir. Irkçılığın biçimi eşitsizlik ilişkisine maruz kalan insan topluluğunun sahip olduğu farklılıkların (renk, dil, din, kültür) özel bir amaçla belirginleştirilmesine ve vurgulanmasına dayanır. Ülkemizdeki faşizmin ortaya çıkış koşulları elbette kapitalizmin gelişim sürecinden bağımsız değildir
Türkiye emperyalizme bağımlı bir ülkedir. Türkiye de burjuva demokratik kurumların özellikle parlamento, genel oy hakkı, sendika ve kısıtlanmışta olsa grev gibi haklarının varolmasından, bir baskı rejimi olsa bile, bunun faşizm olmadığı gibi yanlış sonuçlar çıkarılmamalıdır. Çünkü sömürge tipi faşizmde varolan demokratik haklar temsilidir ve egemenlerin kontrolünde işletilir. Bu özelliğinden dolayı sömürge tipi faşizmi klasik faşizm katagorileriyle açıklamaya kalkıştığımızda yanlış sonuçlar çıkarmamız kaçınılmaz olur. Türkiye de güçlü ve sürekli bir devrimci hareketin yaratılamamış olması devletin yukarıdan aşağıya faşistleştirilmesi daha hızlı olgunlaştırılmasını sağlamıştır. Tekelci sermaye, derinleşen krizler karşısında kendi alternatif programlarını yeterince olgunlaştırabilmiş ve bunları hayata geçirmeye hazır bir hale getirebilmiş değilse açık faşizmin kullanır ve bu bazen reformist görünümlü bir programla ortaya çıkar. Böylece faşist kurumsallaşmanın devlette ve toplumda çok daha üst boyutlarda daha kapsamlı olarak geliştirilebilmesinin önünü açar. Sömürge tipi ülkelerdeki sistemin kendisini var edebilme koşulu olan darbeler, bu tip ülkelerdeki yapısal ve ekonomik krizlerin derinliğinin bir sonucudur. Egemenlerin politik-sosyal-ekonomik programlarını hayata geçirebilmelerinin yolu, devletin darbe yoluyla sıçramalı olarak örgütlenmesidir. Egemen sınıfların temsil krizinin derinleştiği her durumda, bozulan dengeyi emperyalizmle bütünleşme lehine yeniden kuran ordu, bu sistemin uygulayıcısı olan devletlerin, bağımlı ve yarı bağımlı ülkelerde gelişen demokratikleşme-bağımsızlık hareketlerini engellemek, geriletmek için geliştirdiği özel savaş yöntemlerinin de uygulayıcısıdır. Gizli faşizm döneminde ordu, bu özel savaş tekniklerini uygulayarak hem toplumsal muhalefet üzerinde baskı kurulmasını hem de açık faşizm döneminin toplumsal meşruluğunu sağlar. Ülkemizde bu özel savaş tekniklerinin tüm demokrasi cephesini kucaklayan devrimci hareketleri yavaşlatma, geriletme ve durdurmada kullanılır. Günümüzde büyük bir kıyamet koparılarak ordu sanki bir reformizmden yada demokratikleştirilmeden geçiyor, darbecilere hesap soruluyor gibi gösterilmektedir. Bu sadece ordunun yeni ihtiyaçlara göre yeniden yapılandırılırken kadrolaşmanın da tamamlanmasıdır. Faşizm kendi ihtiyaçları söz konusu olduğunda kendi çocuklarını yemekten çekinmez.Ve asker yada polis silahla ve zor yoluyla iktidarını korur,ayakta tutar ve halklara,devrimcilere sürekli saldırır.
Faşist darbelerden sonra hemen bir anayasa hazırlanır ve ve büyük çoğunlukla kabul edilmesi sağlanır; 80 döneminin faşist ve militarist yönetimi halka kabul ettirdiği anayasa ile kitle desteğini sağlamış, iktidarını meşrulaştırmıştır. Bu aynı zamanda Türkiye faşizminde yeni bir dönemin başlangıcı olur. 80-83 arasındaki açık faşist dönemde uğranılan yenilgi oligarşiye tarihinin en kapsamlı ve sistematik politik programını uygulama olanağını vermiştir. 82 Anayasasını arkasına alan devlet artık klasik darbe modeline ihtiyaç duymayacak, yarattığı sürekli kriz ortamlarında alacağı tüm kararlarla postalsız darbe yapacaktır. Sömürge tipi faşizmde, sömürge ülkenin politik hukuksal düzenlemeleri, egemen sınıfların emperyalizmle bütünleşme sürecine uygun olarak tamamlanır. Bu yapılanma içinden çıkılamaz bir temsil krizine dönüşmediği sürece silahlı kuvvetler klasik darbe yöntemine başvurmazlar. 5 Nisan paketi, 24 Ocak ve 28 Şubat kararları, Öcalan’ın yakalanması gibi özellikle MGK ve IMF heyetlerinin güdümünde alınmış kararların hepsinin ortak özelliği, Türkiyede yeni faşizmin ihtiyacını karşılamaya yönelik alınmış gizli darbe kararları olmuştur. Bugün ülkemiz faşizminin yeni işlevi oligarşinin tüm halka karşı açık bir savaş yürütme gereksinimidir. Bu gereksinim iki güncel etkenle ortaya çıkıyor. İlki emperyalizmle yeniden bütünleşme ve Kürtlere karşı yürütülen kirli savaştır. Oligarşi, emperyalizmle yeniden bütünleşme programının önünü tıkayan engelleri halka karşı topyekun savaş stratejisi ile aşmaya çalışıyor. Yürütülen savaş rejimi stratejilerinin emekçi ve ezilen halklara karşı saldırı biçimi bir yandan IMF in dayattığı özelleştirme programları olurken diğer yandan da Kürtlere yönelik kirli savaş politikalarıdır. Devlet ve ülke tahlilini faşizm olarak yapıyorsanız örgütlenme yönteminizde buna göre olmalıdır. Faşizmden söz edip burjuvazinin demokratik görünen kurumlarına göre örgütleniyorsanız örgütlenmeniz başkadır, burjuva demokratik haklar vardır diyorsanız elbette örgütlenme şeklinizde buna göre olacaktır. Ülkemizde devlet eliyle yukardan aşağı kurumsallaştırılan faşizm ve onun politikası olan savaş rejimine karşı mücadele, elbette tüm sömürge ülkelerde olduğu gibi Türkiyede de bir devrim mücadelesidir. “
1980 sonrasında pasiflik ve depolitizasyon ile yaratılan ideolojisizlik teorinin pratikle ilişkisini koparmış ve bu günün devrimci yapıları neredeyse bir devlet tahlili yapmadan devrimi ve devrimin nasıl gerçekleştirileceğini tartışmadan , günümüzde meşhurlaşan gelenekle ml olmayan kaynaklarla ve teorisyenlerin yeni okumalarıyla değerlendirmektedir Doğru bulursunuz yada eleştirirsiniz ama yukarıda okuduklarınız ml bir dil ve kafa ile anlatılmaktadır. Artık böyle bir dil ya da böyle bir eğitim biçimini bulmak bile potayı çok yüksekte tutmak anlamına gelmektedir. Bir ml için kaynaklar ise nettir ve buna bağlı olarak yapılmayan okumaların sonuçları da nettir. Devrimin ne olduğunun bilinmediği koşullarda, devrim adına yapıldığı iddia edilen faaliyetleri ,değerlendirmeleri ölçecek ölçütler de söz konusu olamamaktadır. Devrim, somut mücadele hedefi olarak amacı tanımlar ve bu amaca ulaşmak için yürütülecek mücadeleler, onun araçları olmak durumundadır. Amaç ile araç arasındaki ilişki ve uygunluk, ancak amacın açık ve net olarak ortaya konulabildiği koşullarda belirginleşir ve belirlenebilir. İşte bu nedenlerden dolayı, Lenin'in devrim durumuna ilişkin belirlemeleri, günümüz koşullarında bir kenara bırakılmıştır.
NOT,Bu yazı hazırlanırken üç ayrı kaynaktan yararlanılmıştır.
1-Kurtuluş cephesi “devrim nasıl yapılır”
2-faşizm ve yeni sömürgecilik ilişkileri (devrimci gençlik)
3-bir kitap,bir fenomen kişilik ve devrimci yol üzerine değinmeler (Bekir atak/turkey information)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder