19 Aralık 2011 Pazartesi

12 EYLÜL FAŞİZMİ SONRASI EMEKÇİLERİN SENDİKLAŞMA MÜCADELESİ, ZAAFLARI;663 NO'LU KARARNAME



12 Eylül 1980 den sonra başlayan dönem devrimci ve demokrat aydınlar için yenilginin ve direnmenin yaşandığı yıllardı. Devrimci demokrat gençlik, alışkın olduğu direnme yöntemlerinden uzaklaşmış, direnme geleneğini yitirmemeye çalışıyordu. Üniversitelerde yeni öğrenci kitlesi ile gizlice buluşmaya çalışılıyor döneme uygun yöntemler aranıyordu. Kocaman pankartlar açmanın, grevler yapmanın, hakkını aramanın meşru yolları kendini hapishanelerde bulmayı garantiliyordu. Her direnme yasaklanmıştı. Bu dönemin adı faşizmdi. Ve Faşizm kuşak kopmasını kesinleştirmek için sürekli saldırmaya devam ediyordu. Kimini öldürerek imha etmişti devrimcilerin kimini de hapishanelerinde tutsak almış, orada direnmelerini sadece cezaevinin sınırları içine tıkıştırmıştı. Ne orada yazılan dirençlerin toplumsallaşmasını biz duyuyorduk nede dışarıda gittikçe yerleşen pasifizmi onlara duyurmamıza izin veriliyordu. Kitle iletişim araçlarından kişisel mektuplaşmalara kadar her şeyin görülmüştür damgası yediği, denetlendiği bir dönemde diller gerçekten yaşananların keskinliğini, yarattığı tahribatı anlatmaya yetmiyordu. Yinede teslim olmamak, direnmek tek umuttu.




Yarı sömürge ülkeler de, ülkenin gerçekliğini en yakından yaşayan halkla en iç içe kesimlerden biri; devrimci öğretmenler; direnme ve örgütlenme sorunlarını gizlice tartışmaya başlamıştı.Bir yandan da üniversite gençliği ile buluşmaya onları da örgütlemeye çalışıyordu.Bu çaba yök karşısında üniversitelerde öğrenci derneklerinin gizlice kurulmasını sağladı,diğer yanda da abc dergisinde başlayan örgütlenme tartışmalarının memur sendikacılığına yönelmesini.O günler o kadar baskıcı ve ihbarcı bir kültür yerleştirmeye başlamıştı ki bu elit ve eğitimli kesimin tartışmaları da,örgütlenme girişimleri de büyük önem taşıyor,sonuçları açısından ilk yarılmayı,net karşı duruşu içeriyordu. Bu örgütlenme girişimi aynı zaman da ve giderek, gelişmiş demokrasilerinden etkileniyor, oraları model alıyor, ortak örgütlenme girişimleri kendi anayasasının da kararlarına uymak zorunda olduğu İLO gibi Uluslar arası sözleşmeleri kendine dayanak yapıyordu. Emperyalizmin yenidünya düzeni için hazırladığı görüntüyü kurtaran demokratizm modelleri kendi ülkemiz içinde bir dayanak olmuştu. Bir yanda zaafları bir yanda da kendine özgün yöntemleri ile tüm bu örgütleme çabası öğretmenlerden başlayarak, sağlıkçılara ve resmi kurumlarda çalışan tüm emekçilere yayıldı, bu durum önemli gelişme olduğu kadar tehlikeli bir sonucu da bağrında taşıyordu. Bu sadece sendikalaşma girişimiydi. Emekçiler ve tüm ezilen halk kesimlerini, onların sorunlarını hedef alarak kurulan devrimci örgüt örgütlenmesi değildi. Bu sadece belli bir kesimin mücadele alanı, sendikalaşma çalışması ve elbette devrimci tarzda bir sendika yaratılması mücadelesiydi. Bu girişim günün hem devrimciliğin devam eden damarını hem de sendikalizm ve işçicilik eğilimini başlatan ilk nüveleri oluşturarak gelişti. İçinde yer alan unsurlar gerçekten devrimcilerdi ve risk alıyordu ama bu riski en garantili alanlarda alıyordu. Dernek kurmak, gösteri yapmak, örgütlenmek yasaktı bu yasak yine de delinebilecek, riskleri yasal haklarla göğüslenebilecek bir alandı. Ve karşılığında aynı yasal sınırları kullanarak daha keskin görünmenin gerçek devrimci alan da, işçiler sendikalaşmasını sağlayarak olabileceğini savunan bir kesimi geliştirdi.Gerçek bir devrimci örgütün yerine alan örgütlenmelerini savunan ve başlangıçta devrimci bir anlayışla çalışmaya başlanılan ,gittikçe bu devrimci örgütleyicilerin de tavsiye edildiği ve dönemin ihtiyaçlarına uygun sendikacılığına yaslanan bir örgütlenmeye dönüştü.Bu çabaları en başından faşist devlet dikkatle izliyor,engel olmak istemediği bu gelişmeleri(engel olmak isteseydi,rahatça yapardı,çünkü ilk mücadele ayları ve yılları içinde bir çok emekçi sendikacı kaçırılmış,kaybedilmiş,sorgulardan geçmiş ve ihbarcı olması için tehdit edilmiştir.)yönünden çıkararak gizlice amaçsızlaştırdı. Bunu yaparken iki yöntem kullandı,1) Yasal sendika kurma hakkı verdi. Ama bu grevsiz ve toplu sözleşme hakkı olmayan bir sendika idi. İçi boşaltılmış yasal bir haktı. Meşru mücadele ederek bu hak görünen gelişme elde edilince meşru yöntemlerin devam ederek kazanımlar artacak sanıldı. Oysa bu yanılgıydı, yasalaşınca bütün pasifist mücadeleciler yasal sınırın ışığına ateş böcekleri gibi doluştular ve yönetimleri ele geçirerek tavsiyeciliğe başladılar. Devrimciler sendikalardan tavsiye edildi. 2) Devlet eliyle müdür ve bakanlık müşavirlerince kurularak memur sendikalarının adına uygun sarı sendikalaşmayı başlattı. İki yönden de bayağı yol alarak temsil haklarını da ele geçirdiler. Kürt hareketine karşı milliyetçi duyguları kaşıyorlar ve artık iyice pasifist olan, devrimcilerin kurduğu sendikalarla yasal sınırlarla aynılaşıyor hatta onlardan daha iyi tanıdıkları alanda kazanımları daha çokmuş gibi görünüyor, yaptıklarını teknik ve parasal imkânlarının çokluğu nedeniyle daha iyi kullanıp, duyuruyorlardı.Bu arada yeni yasalarla özelleştirmeler hızla başlamıştı. Devrimci emekçilerin tüm riskleri alarak savunduğu meşru haklarını geri alma girişimi yeniden yapılandırılan ülke kapitalizminin içinde sürekli yasal haklarını da kaybederek, özelleştirmelerle kan kaybederek daralmaya başladı. 657 li emekçiler, sendikaların kurulduğu bir dönemi bu gerçekle karşıladılar. Özelleştirmelerin sonucu 657 lilerin hemen yanına 4B adıyla sözleşmeli çalışanlar eklenmiş, taşeron firmalarda asgari ücretle sağlık çalışanları istihdam ederek hastanelere ucuz iş gücü kaynakları sunar olmuştu. Sendikalar çok emek verilerek kurulmuştu, işlevsizliğinin ve programsızlığının sonuçları ise gittikçe hedef kitlesi emekçilerden bile uzaklaşmasına yol açıyordu. Çalışma alanı içinde aynı işi yapan ama ücretleri farklı olan sağlık çalışanları rakipleşiyor, birbirinin amiri oluyor, angarya işler ve işçiler gibi bakış açılarıyla bölünüyor, güç ve mesafe kaybediyorlardı. Zaaflar artmış, toplumsal çöküş yavaş yavaş devrimci örgütleyicileri de etkilemeye başlamıştı. Devrimci kişilikler değişiyordu.Devrimci kişiliklerin yaratılması. Bu başka bir çalışma konusu olabilecek derinlikte özel bir inceleme gerektiriyor. Değinmeden geçmek ise bir eksiklik. Biz eskiden “bizim çocuklardık”,çalışma alanlarımız da herkesin tanıdığı ama onlara da benzemeyen bir yanımız vardı. Cesurduk ve farklı yaşıyorduk. Onların ev almak, araba sahibi olmak, düzenli bir işleri olmasını istemeleri doğaldı. Bizim ise aklımıza bile gelmiyordu, bu kapitalist kültürün argümanlarını kendimiz için istemek. Elimizde yüreğimiz, arkamız da örgütümüz hiçbir maddi mala bağlı olmayan özgür yaşamımız vardı. Şimdilerde bizlerde de aynı kaygılar var, yaşamımızın gelecek on yıllarını bile banka kredilerine ve kredi kartlarına ipotek ettirmiş durumdayız. Tüketim toplumunun bütün hastalıklarını bağrımızda içselleştirdiğimizi gösteren alışkanlıklar edindik. Üstelik beslendiğimiz kaynaklarda değiştirildi, Marksist Leninist olduğumuzu söylemekten vazgeçtik. Kaynaklarımız bilincimizi beslediğimiz kaynaklar değiştirildi ve çok tehlikeliyiz de aynı zaman da, çünkü her konuda yarım bilgiliyiz. Bu gerçek bir sorun ve somut bir durumdur. Ve çözümsüz değildir. Hatta halkın ve emekçi kesimlerin içindeki çalışmalarımızda yaralarımızı birlikte sarmamızı sağlayan önemli halkalardan biri haline gelebilir.21 Aralıkta sağlık çalışanları bir grev (görev)yapacaklar.Bunları gelen çağrı bildirisiyle düşünmeye başladım ve sağlık alanından düşünmeye devem edeceğim.
Emperyalizm bütün ülkelerin üst yapı kurumlarını yeniden yapılandırıyor. Buna yeni başladıkları ise asla söylenemez. Günün emperyalist kapitalizminim ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi kimi ülkelerde daha demokratik görünen yöntemlerle yıllardır sürdürülüyor. Ülkemiz gerçeğinde çarpık kapitalizminin sınırları içinde ise; önce değişikliği uygulamaya koymak, sonrada ona uygun kanunu yaratmak biçiminde uygulanıyor. Emekçi ve yoksul halk kesimleri, köylüler ve hatta küçük ve orta burjuvazi sağlıkta özelleştirmelere zaten işlerini kolaylaştıran, çok sıra beklemeden ve az miktarda katkı payı ile” insan gibi “hizmet aldığını sanarak inanmış durumda. Çıkarılan raporların hızı, yapılan tahlillerin çokluğu, çekilen filmlerin BT, MR düzeyinde olması ve sonunda bir sorununuza çare olması bakımından hastaların isteklerine uygun davranılıyor. Görünüşü çok lüks ve temiz yapılara sahipler. asıl olması gereken sağlık alanı temizlik hedefi hijyen koşulları ve ameliyathaneler ise göz ardı ediliyor. Buralar berbat bir halde.
Bu hastanelerde mutlaka sağaltılacaksınız. Şikâyetiniz midenizden ama kendinizi kıl dönmesi küçük operasyonu yapılırken buluyorsunuz. Önemli olan sizin getirdiğiniz gelir, sağlığınız ve gerçek sorununuz değil. Zor ve pahalı bir tedavi gerektiriyorsa sizin midenizin sağaltılmasının yerine o zamana kadar fark etmediğiniz kıl dönmesi tedavinizin güler yüzle ve lüks içinde yapıldığını anlatmak ise bizlere bırakılan tek gerçek.
Özel hastanelerde de sağlık personeli çalışıyor. Buralardaki sağlık personeli ya emeklidir, ya da ilk iş deneyimini yaşamaktadır. Her iki durumda da koşulları çok zor olan ve piyasa koşullarında çalışmanın zorlukları içindeki bu çalışanlar da mutlaka örgütlenmelidir. Şimdiye kadar SSK’ lı oldukları ya da güvencesiz çalıştıkları için 657 lilerle örgütlenmelerinin sonuçları ve yöntemleri tartışılan bu kesime, sendikalı olabilen kesimin sağlık çalışanlarının koşulları ve kayıpları değerlendirildiğinde birbirine çok yaklaştığı unutulmamalıdır. Buraya nasıl gelinmiştir, ayrı yapılardan sgk ya oradan da 663 sayılı khk ile hastane birliklerine ve satılmaya ya da bölümler halinde kiralanmaya uygun hale nasıl geldi?
Özelleştirmeler Üniversitelere hizmet alımı başlaması, taşoron çalışmalara kapı açılmasıyla başladı. Temizlik ve mutfak hizmetleri gibi sağlık alanının bir parçası gibi algılanmasının daha zor olduğu alanlar ihalelerle taşerona verildi. Bu alan gittikçe malzeme satan şirketlere dönüştürüldü, teknik donanım isteyen bt ,mr gibi alanlar özel şirketlere verildi.Sağlık çalışanları hemşire ve teknik eleman ile ,doktorlar buradan çalışmaya başladı.Hatta hastaneler kendi bünyesinde taşeron şirketler kurdular. Ucuz ve güvencesiz bir iş gücü onlar için bulunmaz bir yöntemdi. Devlet bile aynı buralar gibi Sözleşmeli personel alımı için 4B şirketi kurarak yeni bir istihdam modeli yarattı. Bu istihdam modelinde sözleşmeler yıllıktı ve işverene tek taraflı fes hakkı veriyordu. Böylece aynı işi yapan ve farklı haklara sahip, farklı ücretler alan üç kesim sağlık çalışanı yaratılmış oluyordu. İkinci özelleştirme adımı ise döner sermaye uygulamalarıydı. Bu uygulama ile bütün resmi sağlık kurumları özel hizmet veren kurumlara dönüştürülüyordu. Uzun süre maaşları aynı kalan sağlık çalışanları bu gelirden çok cüzzi pay alıyordu. Yaptıkları işlere göre ve klinik gelirlerine göre pay almaya başlanması haksızlıklara yol açıyordu. Kimi kliniklerin gelirleri çok yüksekti. Yapılan eylemlerde buna yönelik oldu. Tüketim toplumunun önemli bir parçası olan sağlık çalışanlarını döner sermeye karşıtı eylemler birleştirmedi de, döner sermayenin eşit dağıtılması eylemleri birleştirdi. Bu arada ücretlerin iyileştirilmesi, zamlar, kazanımların emekliliğe yansıması, iş koşullarının düzeltilmesi, çalışma saatlerinin kısaltılması hep ıskalandı. Anlık, kısa vadeli, adam kafalamaya yarayan formüller tercih ediliyordu. Diğer sendikaların hızlı örgütlenmesi karşısına aynılaşarak çıkıldı. Sarı sendikacılık ya da devlet eliyle kurulan sendikalar hızla yükselmeye başladı. Özellikle Kürt hareketindeki ivmelenmeyi hedef alarak milliyetçilik damarı üstünden büyüyorlardı. Bu durum belki doğuda ve Kürdistan’da sorun değildi, hatta bu ayrım olumlu sonuçlarda veriyordu. Ama Türkiye solunun örgütlü olduğu tarafta durum hiçte öyle değildir. Bir cinnet halini almıştır. Bu gün sendikaların içinde birlik ve ittifaklarında, sendikalardan istifalarında ana nedeni haline gelmiştir.Sendika kurma hakkı da, toplu sözleşme ve grev hakkı da özelleştirmelerde, Kürt hareketinin bu gün geldiği yerdeki sorunlar da sadece emekçileri ilgilendiren sorunlar değildir. Bunlar halka ve emekçilere yapılan saldırının sonuçlarıdır. Tüm bu sonuçları saldırılardan ve saldıran faşist devletten koparıp tek tek ele alındığında karşı durulması da imkânsızdır. Oysa bunlar bir devrimci demokratik programın unsurları olarak ele alındığında sorunların ortaklaştığı ve çözüm yollarının arttığı tüm halkların ana halkalarda birleşip çıkarlarını ortaklaştırabileceği görülecektir. Bu gün sendikalar ve çalışanları kendi özel çıkarlarını ve içinde oldukları kısır döngüyü kırarak ortak bir potada ve devrimci bir mücadele zeminin de buluşmak zorundadır.
Yoksa 21 Aralık eylemini de yapacak ve kaybedeceğiz. Eylem yapmak amaç olunca yapılan eylemlerde çalışanlar ve halk üzerinde sadece havalandırma bacası ya da gaz alma aracından öteye gidemiyor. Devletin de istediği budur.
Bütün bunları yeniden düşünmeme yol açan bir yoldaşın getirdiği SES eylemi için hazırlanan broşüre birlikte bakalım. Dil açısından kullandığı argümanlar popülist, yazı akılda kalmıyor, gerçekten yapılması gerekenleri içermiyor, b planı yoktu. Şimdiye kadar anlatmaya çalıştığım bütün hastalıklar içinde vardı.
Daha başlığına eleştiri ile başlıyorum.(“demokrasi var”denilen yerde böyle oyunbozanlık olmaz!)diye başlıyor.
Tırnak içinde de olsa devlet söyleminin tekrar edilmesini sıkıntılı buluyorum. Hangi demokrasi, oyunbozanlık mı, bu düpedüz faşist bir uygulama diye aklımdan geçiriyorum,
Sonra altında tarih yazılı ve onun da altında büyük renkli yazılarla “grevdeyiz”yazılmış, ama yasalcı olacaklar ya ille g ve r arasına bir ö gizlemişler ki grev olmuş görev. Durumun açık göstergelerinden biri de bu, gerçek bir grev örgütleme gücünden yoksun olan sendika ve derneklerin güçleri oranında ve gerçekleşmesi mümkün bir programla, adım adım geliştirecekleri direnme, yaparmış gibi yapılan ve gerçek bir grevin görüntüsü bile olamayan “yerine” taçlandırılıyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki o arada grevi umursamayan birçok sağlık çalışanı işlerine devam etmektedir. Sağlıkta hayatı durdurmak zordur, gerçek bir grev bu anlamda bile tartışılmalı ve sınırları belirlenmelidir ama birçok kurumda, hastanede grev yerine gerçekten görev yapılmaktadır. Bunun en büyük sebebi kimsenin greve çıkacak örgütlülük ciddiyetine ve çalışmasına, gücüne sahip olmamasıdır. Buda en kritik anlarda acı bir geçek olarak, yapmak istediğimiz şeyi yaparmış gibi yaparak bizi esir alıyor.Ve sonra “Sağlık hakkı meclislerini kuruyoruz” ilanı,663 sayılı kanun hükmünde kararnameyi oyluyoruz. Altında 11 sağlık kurumunun imzası. SES sendikası da bunlardan biri
Sağlık hakkı meclisleri sendika içinde örgütlü tüm kesimlerin temsili ve buna katılan diğer sağlık örgütlerinin temsilcileri ile oluşturuluyor. Bunların temsil yetkileri nedir, seçilmişler midir, görevlendirilmişlerimidir, taban insiyatifi gönderilmelerinde ve çekilmelerinde nasıl işleyecektir, görevlerinde ki kural ve yaptırımlar neye tabiidir? Sendikalı olmayan, örgütüde olmayan çoğunluğu oluşturan kesimler ne olacaktır? Örgütlenmesi iyice imkânsızlaştırılan taşeron çalışanları nasıl temsil edilecekler ve tüm bu gelişmelerden sağlık çalışanı kadar etkilenecek olan halk(hasta kesim olarak olsa bile)kendilerini nasıl temsil edecek belli değil. Anlaşılıyor ki bu örgütlenme biçimi de sendikalar yarışında bir adım, ivme kazanmaya kurban edilmiş girişim olmaktan öteye gidemeyecek. Kurulması kadar işlemesi de şimdiden bir işlevsizlik içermektedir.
663 KHK son adımlardan biridir. Hastanelerin satılmasının,işletmeye çevrilmesinin,sağlığın sigorta şirketlerinin insafına ve fonlarına devredilmesinin,,iş güvencesiz sağlık çalışanları ile sözleşmeli döneme geçilmesinin son adımıdır. Daha önce de sözleşmeli sağlık çalışanları olduğunu biliyoruz. Onların çalıştıkları kurumlar resmi olduğu için yarı yarıya güvenceli çalıştıkları ve ortak bir sözleşmeye imza attıkları unutulmamalıdır. Resmi kurumlar ticarethanelere, şirketlere dönüşüyor ve piyasa koşullarına uygunlaştırılıyor. Kişilerle tek ve bireysel sözleşmeler yapılacak, sık sık bunalıma giren kapitalizmin ülkemiz koşullarında ilk yaptığı uygulama ise çalışanları çıkarmak ve iş saatlerini acımasızca uzatmaktır. Bu eylem tüm olumsuzluklarına rağmen hem sendikaların hem de tüm sağlık çalışanlarının ve onların örgütlerinin yaptığı son büyük eylem olabilir. En büyük koku “işsizlik”bundan sonra tepelerinde sallanacak olan çalışanları bir daha böyle bir eylem biçimi için haraketlendirme koşulları bu çalışma tarzı ile yaratılamaz.
Eylemi başarmak ayrı bir şeydir, eylemden sonuç almak ayrı bir şey. Açık söyleyelim ki bu eylem sonuç alabilecek bir eylem değildir. Kazanımla sonuçlanacak şartlanması bir yanılgıdır. Bu günün emperyalist kapitalizmi özelleştirmeleri tamamlamak zorundadır. Bizim gibi ülkelerde sosyal devlet anlayışının bir uzantısı olarak hala kısman muhafaza elden sağlık ve eğitim alanı artık satılıktır. Bu parlamentoda, bu sistem içinde ve devrimci bir duruş yokluğunda A partisi de olsa B partisi de olsa bu yasaları geçirmek zorunda.
Bildiri şöyle bitiyor”663 sayılı KHK yi tarihin geri dönüşüm kutusuna göndermek elimizde”
Bütün bilgisayar kullanıcıları geri dönüşüm kutusunu en bilinen, kolay yöntem olarak kullanırlar. İstendiği zaman da bu kutuyu dolu tutarak geri yükleme yapabilirler. Bu bilgisayar dilinden her kez anlar mı bilinmez, ama bildiğimiz bir gerçek var ki programları silmenin geri dönüşüm kutusuna göndermekten çok daha farklı ve kesin çözümleri var.Sendikaları hiç küçümsemiyorum. Tüm bu gerçeklerin bir parçası olması bile heba olan bir örgütlenme olarak bakmamı sağlayamıyor. Her adımına katkı sunmaya, her yanlışta önünde set olmaya zaman ve emek verilmesinden yanayım. Şu anda içinde bulunduğu durumda bile örgütlenme ilişkilerini sağlayacak önemli bir alan olarak görüyorum. Eğer içinde taşıdığı dar anlayışları temizler, yasal sınırları zorlayarak meşru haklar ve ezilen çalışanlar üstünden onları işleri, evleri, eşleri ve çocukları ile yani yaşam alanında da önemli ve gerçek sorunlarıyla yakalayabilir ve çözümler sunmaya başlarsa şansı olabileceğini düşünüyorum. Bu gün hiçbir yapılanmanın sorunları bir bütün olarak ele alıp gerçekten müdahale edebilecek gücü olmadığı bir gerçektir. Öyleyse elimizde olan bütün kaynaklar da devrimcilerin çalışma alışkanlığı olan tarza dönüşerek gerçek devrimci örgütün yerine konmadan yaşama müdahale etmeye başlamalıdır. Ondan sonra devrimci örgüt kurmak bu alanın sorunu olamaz. Bu alan açık faaliyet alanıdır. Biz şu anda bu alanı devrimcileştirmek sorunu ile karşı karşıyayız.

1 yorum:

  1. Ortada bir devrimci hareket yokken devrimci bir sendika nasıl var olsun.Devrimci bir dalga yokken, kitlesel devrimci bir grev nasıl var olsun.Sendikaları devrimcileştirebilmek nasıl mümkün olacak bu koşullar altında? Olmayacak duaya amin demenin anlamı yok. Niyetlerle gerçekler başka başka...
    Sendikalarda devrimciler varolmaya çalışmalılar. Elbette etkili de olmaya çalışmalılar, ama bunun nasıl olacağına da koymak zorundayız kanımca.
    Yaprak kıpırdamazken sendikadan ne bekliyoruz; ne yapılabilir, ne kadar yapılabilir?
    sendikalardaki grupların küçük hesapları da ortada iken, ileri bir yönetim anlayışının geleceğini ummak ta zor görünüyor.
    Sendikalardaki sorunlar genel sorunlarımızın parçası, memleketimizde tükenen, dünyada tükenen devrimci hareketin yenilgiden kurtarlması mümkün olmazsa; sendikalardan da bir şey olma ihtimali yok gibi.

    YanıtlaSil