28 Kasım 2011 Pazartesi

İŞÇİ SINIFI VARMIDIR? EMEK VE MARKSİZM İLİŞKİSİ

 'Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini istemek, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına gelir' (Marx)


                     Ergani maden işletmesinden bir işçi 1957
                     Ara Güler


   Marksizm, bizi, sınıflar ilişkisinin ve tarihinin her anının somut özelliklerinin en doğru, aslına en uygun ve objektif olarak doğrulanabilir, denetlenebilir bir hesabını yapmaya zorunlu kılar. Biz bolşevikler, bu kurala, bilimsel temellere dayanan bir siyaset bakımından mutlaka zorunlu olan bu kurala her zaman sadık kalmak zorundayız.
Marx ve Engels, ezbere öğrenilen ve tekrarlanan, olsa olsa tarihî sürecin her evresinin somut, ekonomik ve politik niteliğiyle zorunlu olarak" değişen genel hedefleri gösterebilen 'formüler’le haklı olarak alay ederek, her zaman, 'bizim doktrinimiz bir dogma değildir, fakat bir eylem kılavuzudur' demişlerdir. (V.İ,L nisan tezleri)Bu doğru tanım,bu tanımla başlayan söylemlerin bile dikkatle irdelenmesi gereken bir süreçten geçiyoruz.Unutmayalım ki her sapma içinde bir doğru barındırır ve onu savunarak ve aslına uygun olmaktan çıkararak kendini gerçekleştirir.Bu gün kapitalizm,emperyalizm,işçi sınıfı üzerinde yapılan “açılımları”ve “yeni tanımları “duysa herhalde  Marksizm bir dogmalar yığını olmadığını söyleyenler bile bu kadar da değil,biz bunu demedik diyecektir..Günümüzde giderek kol emeğinin tali planda kaldığı ve işçi sınıfının kalmadığı savulmaya başlandı.Teknolojinin gelişmesi ile birlikte kafa kol emeğinin birbirine yaklaşması,iç içe geçmesinin,emekçiler diye adlandırdığımız bir şey üretmeyen hizmetlilerin gittikçe artmasının buna yol açtığının farkındayız.Marksist_leninist teoriden gittikçe uzaklaşılması,cevapları bu gün liberal,troçkişt,yada utangaç troçkist çevrelerden edinilmiş bilgilerle aranmasının,bu gün asıl ulaşılmak istenen sonuca yaklaşma da ayrı bir kolaylık sağlaması da kapitalizmin işine yarıyor.Çünkü bu bakış açısıyla giderek daralan bir işçi sınıfı,işçileşme halinin var oluşu sorgulanabilir hale geliyor.İşçi yoksa işçi sınıfı varmı dır sorusuyla başlayan kafa karışıklığı, o zaman neden mücadele edeceğiz.sosyalizm felsefi bir ütopyadır a  kadar uzanıyor.Oysa şu gerçek hiç sorgulanmıyor;Kapitalizm üretimini teknolojik olarak sürekli yenilerken araçlarından ana maddesi olan insan daha az kol emeği  harcar gibi görünüyor ,ama bu sömürünün varlığını da,biçimini de değiştirmiyor.
    Bunu daha iyi anlamak için sorularımız olmalı: Sermaye nedir, üretim araçları kimin mülkiyetindedir, artı değer üretiliyor mu, kimin malıdır, kapitalizmin bu gün aldığı biçim ve ihtiyaçları nelerdir; bunun karşısında işçinin emekçinin konumu nedir?
     Sorularımızın cevaplarını ararken de haddimizi bilmemeliyiz. Haddimizi aşarak teoriye gömülmeli, teoride ustaların söyledikleri; Marks,Engels;Lenin ve Stalin de cisimleşen teorinin bu gün emperyalist aşamaya geçmiş çürümüş kapitalizim içindeki yani pratikteki görünümleri ile okumalıyız.Hayatın içinde,devrimin işçisi olmalıyız.
    Kapitalizmin başlangıçta oraya çıktığı koşulların .doğuşu ikili özelliktedir.Bir yanda canlı emeğin aşağı biçimlerinin çözülmesi,öbür yanda nispeten daha mutlu bazı ilişkilerin çözülmesi.(bir kılana,bey’e ait olmak içinde bir aidiyet duygusu barındırarak ,en azından ölene kadar bakılma sorumluluğunu da o klan veya beye devreder.)Kapitalizm artık kölelik ve serflik ilişkisisin ortadan kalkmış olmasını gerektirir.Köleliğin burjuva üretim sistemi içinde belli noktalarda mümkün olması bununla çelişmez.Çünki kölelik burada,ancak öbür noktalarda bulunmadığı için mümkündür ve varlığı burjuva sistemin içinde ortaya çıkan bir anormalliktir.Bunu kapitalizmin gelişme döneminde feodalizmle iç içe geçmesi ve kalıntılarını bağrında taşıması ile karıştırmamak gerekir.
  Aynı ikili karakteri sermayenin oluşum süreci içinde de görürüz.Yeni sermaye bir önceki üretim sisteminde işe koşulan emeğin bir sonucudur.Değer olarak birikmiş ilk şekli yani geçmiş nesnelleşmiş emekler biçim değiştirerek ilk sermaye olma hallerinden yine emek üzerinde hakimiyet kurarak ama artık özgür ve mülksüz olmak ön koşulu ile artı değer yaratarak var olma haline geçmiştir.Emekle sermeye arasında ki dinamik ilişki, emeğin kendi kendini yabancılaştıran ve kendi ürününü sermayenin mülkü olarak anlayan emektir.Emek sermayeyi yeniden üreten değer olarak böyle bir güçle donatılmış olarak üretir.
   Emeğin sermayenin malı olarak kendini gerçekleştirme süreci, gerçekliğini yitirme sürecidir.”Başkaları için bir varlık, kendine nesnel bir biçim verir ama bu nesnel biçim kendi yokluğu yada kendi yokluğunun –Sermayenin- varlığıdır.”İşçi.üretim sürecinin sonunda sadece değer üretme potansiyeli olarak geri döner,gerçek mülkün tümü ,tüm gerçek değerler alemi,fiilen emek üretiminin (işçinin)kendini gerçekleştirme koşulları, bağımsız varlıklar olarak kendi dışında ve karşısında dururlar.
   Bu gün kapitalizmin geldiği noktada hangi emekçinin iş gücünü satmadığı halde yaşama gücü var? Demek ki sermaye karşısında “mal “halimiz değişmemiş. Emekçiler emeklerini istedikleri sermaye sahibine satacak kadar özgürler ama satmazlarsa yaşayamayacak kadar olanaksız ve bağımlılar. Ücretli emeğin sermayenin değerini, emek üzerindeki hakimiyetini ve bunların ikisini de yeniden üreten emek olma özelliği devam ediyor.
  Kapitalizm de;  Emek ve sermaye arasında  ki  özgür ilişki mübadele değeri olarak,bu ilişki üretici için ihtiyaç maddeleri üretmeyip,mübadele dolayımından geçmek zorunda olan,yabancı emeğe dolaysız olarak el koymak yerine ,işçinin kendisinden satın alır.satın aldığı bu emeği mübadele yoluyla değer üreterek çoğaltmak ise onun amacı değildir.Kaptalizm değer üretimi ile ilgilenir,ürünün(meta) niteliği bile bundan bağımsızdır.Değer üretimi,değerlenme sürecini para yapma faaliyetini nihayi amaç olarak koyar,Sermaye biçimini almış olan değer artık değerin ve zorunlu emeğin bütün gücünü almıştır.Bir önceki toplum biçiminde üretimin yabancı emeği.metanın eşdeğer haliyle değişimi süreci geçmişte mülk edinilmiş olması,şimdi yabancı emeğin mülk edinilmesinin tek koşulu olarak belirmektedir.Kapitlistin mülkiyetinde olan var olan değerler biçiminde yabancı emeğin bulunması,onun yabancı emek kapasitesini,dolayısıyla artık emeği,yani eşdeğeri olamayan emeği,yeniden kendine mal edinebilmesinin ön koşuludur.
    Emeğin birleşip bütünleşmesi, yabancı bir iradeye,yabancı bir zekaya hizmet eder.Üretim aletleri  ve ürettiği ürün ona yabancı bir haldedir artık.Kapitalist üretimin koşullarını teknolojik olarak geliştirdikçe makineler bireysel işçi için araç olmaktan çıkar,işçi makinenin canlı bir eklentisi ,hayat verilmiş bir zerreciği olarak ortaya çıkar.El aletinden ,manifaktüre manifaktürden makinelere ,makinelerden yarı otomatik,makinelere oradan da otomatik makinelere hatta bilgisayarlı programlarla dokunmatik üretime geçen işçi ne ürettiğine,neden ürettiğine,ürettiğinin  işine yabancılaşmıştır. İşçi için tek önemli şey bir iş sahibi olması iken işçinin bu gelişme düzeyinde artık daha donanımlı, daha eğitimli olması sadece artık değeri arttırır. Eskiden yüz işçi ile elde edilen kar, şimdi on işçi ile yine elde edilebilir hale gelmiştir. Buna bir de piyasaları belirleyen tekelleşme ve tekel karı eklendiğinde kapitalist zaten karlarından ve işleyiş yasalarından vaz geçmeden kazanır ve mülkiyet haklarını devam ettirir.
      Tarihsel koşular içinde kapitalizm üretim yöntemlerini değiştirecek, sabit sermayesi olan araçları makineleri ve teknolojiyi yenileyecek, kullandığı ham madde ihtiyaçları da buna paralel olarak değişecek ve zenginleşecektir.Bu onun hem daha çok kazanması hem de birbiri arasındaki tekelleşme rekabeti için zorunlu bir ihtiyaçtır.Bu koşullar içinde gelişen kapitalizmde var olan işçileşme koşullarının değişmeyeceği elbette düşünülemez.Kol gücü yoğun harcanan alanların giderek daralmasının yanında varlığını sürdürmesi bu gerçeği değiştirmez.Kapitalizmin ilk dönemlerinde çalışan bir maden işçisi ile bu günki maden işçisi arasında bile farklar vardır.Bu dönemde koşullar daha çok üretime  daha çok kazanmaya uygun hale getirilmiştir.Yinede hepimiz biliriz ki burada da en az önem verilen şey var olan işçinin kaybıdır.Bu gün üretim olan her madende otamatik kırıcılar,asansörler,taşıyıcı paneller,özel aydınlatmalar ve bir çok maden donanımı makineler varken en çok grüzi patlamasıyla karşı karşıya kalınması teknolojik yetersizlikten değildir.Hala en kolay yerine konulabilen ,en ucuz nesne işçi olduğu içindir.Bu işçinin niteliği giderek mühendisleşmeyi gerektirse bile onu karı ilgilendirir.Bunu aşağıda ki işçiyi yerine koyabildiği koşullarda hiçbir şey değiştirmez.
 Bu gelişme düzeyinde kafa ve kol emeği iç içe geçmiştir ve bir birine hükmeder hale gelmiştir. Kim için.? Kapitalist ve sermaye sahibi için. Şimdi giderek daha çok iş daha az işçi ile yapılır hale gelmiş, ama mülkiyetin sahibi değişmemiştir. Ortada giderek eski işçi niteliklerini yitirmiş gibi görünen daha az sayıda işçi  kalmış bu kadar emekçi ile de dünyanın zenginliklerini,  bölüşümü mülk edinmiş kapitalist  aslında artı değer sömürüsünden de ,tekel karından da vaz geçmemiştir.Ama hala ortalıkta binlerce emek gücü vardır ve bunları tüketime yöneltmek,tüketimi daha çok arttırmak gerekmektedir.
    Kapitalizm geliştikçe iş bölümü de gelişmektedir. Dolayısıyla bireysel tüketim gibi görünen hizmetlerin satın alınması, kullanılması ve karşılığında değer ödenmesi de toplumsallaşmaktadır.İşte burada karşımıza giderek sayıları artan ve işçi profilini eski tanımlarından uzaklaştırıyor gibi görünen hizmet sektörleri ve emekçileri çıkıyor.Burjuva öncesi ilişkilerde de hizmetlerin satın alındığı görülmüştür.Azat edilmiş özel yetenekleri olan terziler,dokumacılar hatta dr lar bu örnekler arasında sayılabilir. Bu gün ile arasında yinede  farklar vardır.birincisi üretilen büyük çaptada olsa dolaysız kullanım değeridir,değerler değil,ikincisi özgür işçi gibi görünenler,sadece lüks tüketime hizmet eder,temelde yabancı emeğin dolaysız tüketim aracı olarak satın alınmasından,yani bir kullanım değeri olarak satın alınmasından başka bir şey değildir.Kaptalizm geliştikçe ürettiği nesneler için sadece kullanım değeri olması gerçeğini de değiştirmiştir.Artık nesnenin niteliği değil tüketimi arttırıyor  olması en önemli özelliği gibi görünmektedir”özgür”tanımına uyan tükemi artırarak dolaylı değer üreten alanlar kaptalizmin ayrı bir “ yapı” kurumlaşması gibi görünmektedir.Sonuçta onun artı ürün yaratmasına yarayan kurumsallaşmış üst yapı araçlarını ve ürettiği sermayeyi paraya çeviren yapılar,gereksinim duyduğu için vardır.Ve burada emekçiler bir nesne üretmeden sadece emek gücünü satar görünürler. Kapitalizmin kara ve pazara doymuş  halinin yeniden üretim sürecinin ana unsurları haline gelirler.Bu öyle bir ihtiyaç haline dönüşmüştür ki Bu alan çalışanlarını mülksüzleştirerek,tek başına hizmet üretme,toplumsal ihtiyaçtan bireysel karlar edinebilme yeteneklerini de elinden almıştır.Bu gün drlar özel hastalerin,gazetelerde çalışan haber üretiçileri,entelektüeller basın tekellerinin,hastane ve belediye hizmetleri görenler tekele dönüşen taşeronların malıdır.    Modern mülkiyetin kökeni bir başka biçimde ama her zaman “bir ekonomi biçiminde”üretim tarzında olduğu ve mülkiyetin her dönemde o dönemin ekonomik yasaları tarafından yeniden üretildiği unutulmamalır.Kapitalizde yeni sömürü biçimleri ne olursa olsun emekçinin bu biçimler karşısında ki konumlaşını değiştirmez.Emeğine yabancılığı devam ediyor,üretim araçlarına sahip değilse ve artı değerin üstünde söz hakkı olamıyorsa   bu üretim biçimin de işçi vardır.
 Son  söz olarak ustaların ağzından,
   ; " “Sınıflar, tarihsel olarak belirlenmiş ve toplumsal üretim sisteminde tutmuş oldukları yerde, üretim araçlarıyla olan (çoğu durumda sabit ve yasayla formüle edilmiş) ilişkileriyle, emeğin toplumsal zenginlik payının boyutları ve bunu elde etme biçimleriyle birbirleriyle ayrılan geniş insan gruplarıdır.” ( Lenin, “Marx-Engels-Marksizm)
   
  "“... bütün sınıflar ve bütün ülkeler, statik olarak değil de, dinamik olarak, yani bir hareketsizlik durumu içinde değilde, (yasaları her sınıfın varlığının ekonomik koşullarıyla belirlenen) hareket hali içinde ele alınmaktadır. Hareket de, yalnızca geçmiş açısından değil, aynı zamanda gelecek açısından, ve gene yalnız yavaş değişimleri gören “evrimcilerin” anladığı kaba anlamında değil, ama diyalektik olarak ele alınmaktadır:...” (Lenin; M.E.Marksism
 45)
 
   
      "“...Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler.”

1 yorum:

  1. Burjuvazinin egemenliğindeki üretim araçlarının gelişmesi işçi sınıfını, üretimde emeğin rolünü önemsizleştirmez , gelişen; metadaki yoğunlaşan canlı emeğin “azalmasıdır”. Eğer üretimi birbirinden bağıntısız, parçalı, tek yönlü bir çaba olarak algılarsak gelişimi tek yönlü bir “kol” emeği önemsizleşmesi olarak algılayabilinir. Kapitalizmdeki İlişkilerin gelişmesi sermayenin daha fazla kâr etme arzusundan bağımsız kavranamaz. Üretim safhasında canlı emeğe gereksinim azalması bir yönelimde olduğu görülmesi kadar gelişen üretim araçlarının üretimi için harcanan emeğin arttığı unutulmamalıdır.
    Somutlarsak bir üretim sektöründe bir ürünün üretilmesi bir asır önceki kadar canlı emeğe gereksinim yoktur fakat şu anki bir makineyi üretmek kadar bir asır önceki canlı/nitelikli emeğe ihtiyaç duymayız.Zozan'ın işaret ettiği gibi "Günümüzde giderek kol emeğinin tali planda kaldığı ve işçi sınıfının kalmadığı savunulmaya başlandı" Kaybolan ya da yitirilen sermayenin emek üzerindeki hegomanyası değil aksine derinleşen budur, irdelenmesi gereken sınıfsal değil emeğin geçirdiği içsel ilerlemeler sürecidir.


    İşçi sınıfı ve üretim ilişkisinin açılan konu bağrında bir çok ayrıntıyı barındırıyor.

    Not: Bloga katkı bulunmak isteyen arkadaşlar yorumlama biçiminden anonimi seçerek eleştiri ve yorumlarıyla katkıda bulunabilirler.


    Mücadele ve dayanışmayla
    Baran

    YanıtlaSil