17 Kasım 2011 Perşembe

Emperyalizm Arap Baharı Ve Devrimci Okuma

 Emperyalizm çıkarlarını sürekli yeniliyor.Ülkelerin yönetimlerini,ucuz iş gücü kaynaklarını,tarım yapılabilir toprakları,enerji kaynaklarını en kolay ulaşılabilir,ele geçirilebilir hale getiriyor.Kapalı diktatörlükleri;İslami gerici demokratik!işleyişe sahip ülkelere,anayasaları ve yasalarını iş anlaşmalarına,Amerika ve Avrupa’nın iş kanunlarına ve onun araçlarının(IMF,DB)hesap sorabileceği,bütün birimleri ile etkileyip yönetebilir olarak düzenliyor,uyumlaştırıyor.Halkları ve emekçileri metalaştırıyor.Bunun bir adı da var;”Arap baharı”.Bu isim yinede okuyanının ,söyleyeninin bilincine göre anlaşılabilir bir isim.Ya “devrim” diyenler,ya “kansız devrim” diyenler ya da “internet devriminden” söz edenler.
    Biz bildiklerimizi ne zaman unuttuk?
Unuttuklarımızı ne zaman yanlış bilgilerle ve onların dilindeki aşma, yeni sözcüklerinin anlamlarıyla anlamaya, ne zaman artık zora dayalı silahlı devrimler olamazlarla okumaya başladık? Biz ne zaman emperyalizmin gizli işgallerini açıklamak zorunda kalarak attığı bombalara, öldürdüğü halklara “insan hakları ve demokrasi mücadelesine destek” demeye başladık? Her devrimci ML mücadele biçimleri ne olursa olsun zaman ve mekan içinde okunduğunda anlamlıdır, bilirdi. Biz okumayı ve düşünmeyi ne zaman unuttuk?
    Biz derdik ki;”kapitalizm tarihte ilk kez genel zenginliği, sınırsızca dinamik ve bütünsel üretimi, zenginliğin başlı başına amaç olarak kavranmasını getirmiştir. Ama bütün bunların ”tepesi üstü durduğu” kapitalizm de , bu zenginliğin koşulu,geniş toplumsal kesimlerin bu çabanın, bu imkanın, bu yeteneğin dışında tutulmasıdır.”Emeğin özgül kullanım değerine,sınırlı hedeflere yönelik olmaktan çıktığı bir üretim yapısında,emekçinin kendisi emeğin bu büyük tarihi misyonuna yabancılaşır.Bu çok “eski”tanım bile açıklamıyor mu;devrimimizi neden emperyalist,kapitalistler yapamayacağını.
    Bırakalım halklar ve emekçiler olarak zenginleşmeyi,sıradan yaşamsal haklarımız bile elimizden alınmaya başladığı bir dönemde hatırlamak,hatırlatmak zorunda değilmiyiz?Kapitalizm emperyalist aşamaya geçmesiyle birlikte burjuvazinin ve burjuva demokrasilerinin demokratik,ilerici olma özelliklerini yitirtir.Artık bırjuva demokrasileri için tam demokratik faaliyetler ancak düşünsel bazda ve sermayenin yeniden üretim,bölüşüm ,genişleme döngüsünde insan dahil her şeyi şeyleştirmesine fiilen müdahale edilmediği sürece vardır demez miydik?Ve eklerdik,bu gün sosyalist olmayan hiçbir ülkede eğer çıkarlarına uygun zemin bulunuyorsa emperyalist sermayenin olmadığından söz edilemez.Ancak bu var oluş öyle dolayımlar la gizlenmiştir ki  yaptığı ekonomik müdahaleleri(paylaşımı,sömürüyü)ideolojik  politik yönlendirmelerle,basit çıkar işbirlikleri ile ülkelerin devletlerine hatta ilerici” demokrat” güçlerine yaptırabilir hale gelmiştir.
   Biz kendimizi çok geliştiremedikse de bir düşünme yöntemimiz vardı. Sermaye dolaşım süreci olmadan kendini yenileyemez derdik. Ancak dolaşım kendi kendini yenileme,genişletme  gücünü kendi içinde taşımaz.Metaların sürekli olarak bir ”ateşi harlar” gibi dolaşıma taşınması,getirilmesi gerekir.Kendi başına bir amaç olan para bu ilişkiyi kaybederse ekonomik varlığını yitirip donar kalır.Burjuva toplumun yüzeyinde dolayımsız gibi görünen dolaşım ancak sürekli olarak dolayımlandığında var olabir.Ve eklerdi K:MARKS bizim için” dolaşım perde arkasında süren bir sürecin görüntüsünden ibarettir”    Sermaye için bir metanın değeri tüketmek değil yeniden paraya çevirmektir derdik. Dolayısıyla satın aldığı metanın kendi açısından tek kullanım değeri “mübadele değeri üretir” olmaktır.Özgül kullanım değeri bu olan tek metaysa  emek daha doğrusu emek gücüdür derdik.Ülke sınırlarının  emek gücü kullanımı için bir anlamı kalmadığını,işçi ve sermaye güçlerini,iş bölümünün anlatırdık.Bunun hangi sınıfsal yapılar için ne anlama geldiğini sorgulardık.Ve gittikçe üretim yapılış mantığının belli ihtiyaçlarımızı karşılamak(kullanım değeri)mantığından uzaklaşarak sürekli yeni ihtiyaçlar yaratılmasına yöneldiğini.yeni ihtiyaçlar üretmenin üretimin en önemli dinamiği haline geldiğini ve bu yapı içinde yapılan üretimin ,artık , ihtiyaç karşılama işi olarak görülemeyeceğini;çünki,sermayenin üretime salt biçimsel olarak getirdiği gibi görünenin bir sonuç olduğunu söylerdik.Üretime getirilen salt biçimsel  gibi duran görüntü zorunlu ve aldatıcıdır.Sermayenin emeğe el attığı halde eski üretim tarzı çerçevesinde yaşantısını devam ettirmesi mümkün değildir.Ve hemen manifaktürü anımsardık.
    Derdik ki bu gün Libyada çok petrol çıkabilir.Libya nın olanaklarıyla ve onun milli sermayesinin emperyalizmle yaptığı iş birliği çerçevesinde emperyalistlerin işine yarayacaktır.Bu günün teknolojisiyle kıyaslandığında eskimiş teknolojinin olanaklarıyla.Üstelik vermemeyi düşünebilir hatta kafası kopasıca “Kaddafi” nin dik kafalılığı,inadı tutabilir.Oysa emperyalizmin Libya’nın olanaklarıyla ve çıkarlarıyla ortaklaşmaya,üretimi geçici ve konjektürel bir takım olanaklar dışında,onu da ele geçirerek durmaksızın ve sınırsızca arttırarak kendi sermayesi için,  dünyayı egemenlik alanı haline getirme gücüne ihtiyacı vardır.
     Ve biz en iyi bildiğimiz şeyi asla unutmazdık.Devrim için  zorunluluk,devrimci bir parti ve devrimci bir programdır.Devrimci teorinin eyleme klavuzluk etmesi gereklidir.
     Bildiklerimizi hatırlamanın tam zamanıdır,şimdi.
   

1 yorum:

  1. Konuya bir kaç alıntı ile derinlik katmak isterim: "Tunus, Mısır ve Libya rejimleri, soğuk savaş yıllarında kurulmuş ve yine aynı şekilde soğuk savaş yıllarının dengelerine dayanarak varlıklarını sürdürmüş kendine özgü orijinalliklere sahip bonapartist karakterde rejimlerdi. Üstelik bu karakterdeki rejimler, hemen neredeyse, sadece bahsi geçen bu üç ülkedeki devlet yönetimlerinin karakteri olarak değil, birini diğerinden görece ayıran kendine ait kimi özgünlükleri ile birlikte tüm Ortadoğu da hüküm süren devletlerin rejimlerinin ortak karakteri olarak şekillendirilmişti. Ortadoğu’daki bu rejimlerin bir diğer ortak özelliği de, kendinden menkul rejimler olmayıp, emperyalist devletlere olan bağımlılıkları ile birer uydu devlet olmaları ve onların ihtiyaçlarına cevap verebildikleri ölçüde onlardan destek görüyor olmalarıydı.

    Soğuk savaş sürecinin bitmesiyle birlikte bu rejimlerin de ya varlıklarının sona ermiş olması ya da yeniden yapılandırılması gerekiyordu, ama bu ülkelerin özel durumları ve emperyalist ülkelerin onlara bu zaman dilimi içinde duydukları ihtiyaç nedeniyle, bu mümkün olmadı.

    Bu ülkelerde hüküm süren rejimler, her ne kadar İslami motifler taşıyor olsalar da, esasen bölgede kurulması kuvvetle muhtemel İslami, dolayısıyla da anti Amerikancı ve anti Siyonist rejimlerin kurulmamasının da garantisi durumundaydılar.

    Özcesi; Emperyalist güçler bu rejimleri birebir benimsemeseler bile, ehvenişer olarak kabul etmişlerdi.

    Bir başka nokta ise, emperyalist devletlerin de kuzey Afrika ülkelerinde yaşanmakta olan bu sürece ilişkin yekpare bir anlayışa ve stratejiye sahip olmadıkları gerçeğidir.

    Örneğin Libya’daki çatışmalarda ABD, Fransa, İtalya ve İngiltere eksenli güçlerin taraf olduklarını söylemek mümkün ise de, Rusya ve Çin’in yanı sıra, AB eksenli güçlerin bir kısmının, örneğin Almanya’nın Libya’daki çatışmalardan memnun olduğu söylenemez.

    Tunus örneğinde ise Fransa, Zeynel Abidin Bin Ali’nin Tunus’u terk etmek zorunda kalmasından memnun kalmazken, ABD bu durumdan oldukça memnun kalmıştır.

    Nihayetinde soğuk savaş yıllarının dengelerinin sonucu olarak kurulmuş bu rejimler, bir bakıma sıkışmış ve patlamaya yol açması kaçınılmaz rejimlerdi ve patladılar.

    Ama bu sonuçtan yola çıkarak, bu ülkelerdeki patlamaların nedenlerini ve doğuracağı sonuçları tek bir açıdan ele alarak bir değerlendirme yapmak hem mümkün değildir, hem de doğru değildir.
    Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanmakta olan bu süreci, ne ‘devrim’, ne ‘yasemin devrimi’, ne ‘Facebook devrimi‘ ya da ‘Twitter devrimi’, ne ‘demokrasi hareketi’, ne de ‘Yoksulların hareketi’ olarak okumak mümkündür.

    Bu tür değerlendirmeler, eldeki elbiseyi giydirecek manken aramaktan başka bir şey değildir.

    Bu ülkelerde cereyan eden olaylar, bir yeniden yapılanma talebidir hepsi bu. Daha doğrusu, sistemin yeniden yapılandırılması talebidir.

    Libya olayını Mısır ve Tunus’tan ayrı düşünmek gerekiyor, çünkü Libya’da olan, Mısır ve Tunus’ta olandan oldukça farklıdır. Ama Mısır ve Tunus sürecinin, bir ve aynı olmasa da, aslında AKP’nin dayandığı dinamikler ve üstlendiği misyon ile Mısır ve Tunus süreci arasında büyük benzerlikler vardır.

    Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Mısır ve Tunus’ta da kendine özgü Bonapartist rejimler söz konusudur. Bu Bonapartist rejimler, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Mısır ve Tunus’ta da artık sürecin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktırlar

    Ve bu duruma itirazı olan geniş topluluklar söz konusudur." Komünist Zemin

    YanıtlaSil