2 Kasım 2011 Çarşamba

HAYAT SOLLAYIP GEÇMEDEN

Uzun yıllardan beri devam eden amorf bir “sol” görüntünün kitlelerde yarattığı bilinç bulanıklığı bir halk deyimiyle “it iziyle at izinin birbirine karıştığı” bir görüntüyü ortaya koydu. Bu genel manzaradaki olumsuz pratikler, devrimci sosyalistlerin hanesine sürekli olarak olumsuz karşılıklar olarak yansıdı. Bu, beraberinde, kitlelerin sosyalistlere olan güven ilişkilerini de zedeledi. Çünkü uzun yıllar “solun bütün renkleri” içinde kızıl renk diğer açık kırmızıların, turuncuların gölgesiyle flu bir görüntüye denk düştü. Emekçi kitlelerin bilinçlerin de yaratılan bu bulanıklık, sadece kitlelerin “geri” bilinç düzeyinde kalmayıp sosyalistlerde de uzun süren bir kafa karışıklığının nedeni oldu.


Bir yandan kapitalizmin genel iktisadi ve politik bunalımlarının ülke özgülündeki yansımalarıyla keskinleşen sınıf çelişkileri ve ne kadar daralırsa daralsın tıkanmayan sosyalist damarın ısrarlı mücadelesiyle bu ideolojik bulanıklık bir ayrışmaya doğru dönüştü.”Utangaçlar”, utançlarını bırakarak(yada bırakmak zorunda kalarak) kendilerini gizleyen jargonu da bir kenara bırakıp, marksizmin gayrı resmi inkarından resmi inkarına hızla geçmeye başladılar ve saflarını belirlediler. Keskinleşen sınıf mücadelesi pratiği, devrimci yapılar arasında da ideolojik ve pratik yakınlaşmanın sınırlı düzeyde de olsa ilk belirtilerini vermeye başladı. Genel bir “sol” tanım yerini artık kendini, sivil toplumcu, reformist, sosyal demokrat ve komünist tanımlarının netleştiği bir yere doğru evriliyor.
Bu evrilişin pratikteki görüngüsü başlangıçta sosyalist bir daralma gibi görünecek. Niceliksel olarak bu başlangıçta böyle de olacak.Çünkü uzun zamandır, aslında sosyalistlere ait olmayan bir nicelik sosyalistlere aitmiş gibi göründü. Bu niceliksel görüntü nitelik olarak berbat bir yıkıma neden oldu. Ama şimdi nicelik ve görüngüsel olarak yaşanacak olan daralma ,devrimcilerin daha net ve tutarlı çabalarıyla birleşince devrimci tarzda yeni bir nitelik sıçramasının öncüllerini de içinde taşıyor.

Devrimci yapılar, aralarındaki bir çok ideolojik farklılığa rağmen bir çokta ortak kesişene sahipler. Bunların başta geleni devrimciliktir, devrimci bir iktidar perspektifine sahip olmalarıdır. Her siyasi yapının kendi içinden geldiği özgül gelenekleri dışında, mücadele tarihimizin ortaklaştığı önemli bir olgu da devrimcilik geleneğidir. Bu ortak kesişen ortak refleksleri de beraberinde getiriyor. Aramızdaki tüm farklılıklara rağmen ve bu farklılıklar üzerinden sürecek olan ideolojik mücadelemizi de sürdürerek ortaklaştığımız değerler üzerinden pratik yakınlaşmayı beraberinde getirecek adımları atmak için bu her zamankinden daha geçerli nedenlere sahibiz.
Her birimiz kendimize özgü devrim anlayışlarımızdan kaynaklı farklı çalışma alanlarına ağırlık veren farklı tarzlara sahip olsakta , bu farklılık devrimcilikle reformizm arasındaki farklılık kadar keskin bir farklılık değildir. Dolayısıyla her birimizin kendi özgüllüğümüz içinden koyacağımız katkıyla, bu ülke insanlarının uzun zamandan ciddi bir biçimde göremediği devrimci tarzı ve devrimci sosyalist insan örneğini de ilmek ilmek örebiliriz. Bu son cümlelerimi önemsiyorum, çünkü sosyalist saflardaki sapmaların yarattığı erozyon emekçi kitlelerin gözünde gerçek devrimcilerin karşılığını yıprattı. İnsanlarımızın bir çoğu “devrimcilik bu mu?” diye başlayan eleştirilerini aslında 12 Eylül sonrası hızla artmış olan dejenere kimliklerin kendi bilinçlerindeki iz düşümü üzerinden yapıyorlar. Bu iz düşümünün emekçi kitlelerin bilinçlerindeki karşılığı sosyalistlere karşı bir güvensizlik oluyor. “sosyalistlerin” yaptıkları sosyalistlere de yansıyor. Devrimci sosyalistler arasında yaratılacak her ortak çaba aynı zamanda uzun yıllardır unutturulmaya çalışılan ve gitgide flulaşan sosyalist tarzın emekçi kitleler içinde yeniden güçlenmesini sağlayacaktır.

Kapitalizmin içinde bulunduğu ekonomik krizin emekçi kitleler üzerindeki yıkıcı etkileri her geçen gün artarken(ve daha da artacak) sınıf çelişkilerinin keskinleşmesiyle düzene karşı hoşnutsuzlukta yükselmeye başladı.Ancak bu hoşnutsuzluğu düzene karşı örgütleyemediğimiz takdirde kaçınılmaz olarak bir biçimde düzenin kanallarından birine yedeklenecektir.Eğer bizler çok yönlü bir mücadele pratiğini hayatın her alanında örgütlemek için güçlerimizi ortak kesişenler içinde harekete geçiremezsek, aramızdaki farklılığın ayrıntılarına boğulup yaşamın dayattığı zorunlulukları ıskalarsak hayatta bizi sollayıp geçer.İşimiz kolay değil.Var olan nesnel ve öznel koşullar açısından bir yığın sıkıntılarımız olsa da aslında aynı koşullar, içinde bir dizi sıkıntıları aşma dinamiklerini de taşıyor.Bunları harekete geçirmek biraz da bizim becerilerimize bağlı olacak.
Bora Kara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder