Haziran
direnişi olarak nitelendirdiğimiz toplumsal hareket üzerine birçok
değerlendirme yapıldı ve daha da yapılacak. Uzun zamandır ileri düzeyde bir
toplumsal pratiğin açlığını çeken ve yüzden de üretkenliği sınırlanan ve
gerileyen teori somutun/pratiğin zengin uyaranlarıyla canlanıp kendini yeniden
üretme şansını da yakaladı. Genel bir doğrudur; sınıf mücadelesi pratiğinin
gerilediği dönemler devrimci teoride de bir gerilemeye denk düşer. Teoride bir
tür donma ve kendini tekrarlama hali başlar. Yükselen mücadele pratiği somutun
zenginliği içinde bilinçleri de uyarır ve zenginleştirir. Aynı zamanda o zamana
kadar üretilmiş olanın gelişen pratiğin sınırlarıyla orantılı olarak
sınanmasını sağlar. Yanlışlar, doğrular mücadelenin pratik turnusolu içinde ayırt
edilmeye başlanır.
Haziran
direnişi kendi sınırlarıyla orantılı olarak böyle bir olanak sundu. Şimdi sorun
bu pratiği algılayan bilinçlerin algıdan kavrama, somuttan soyuta, pratikten teoriye
geçerken yöntemlerinin ve perspektiflerinin ne olacağı. Çünkü farklı yöntemler
ve perspektifler farklı sonuçlara çıkar. Bizler açısından yöntem sorunun yanıtı net
gibidir. Yöntemimiz; diyalektik materyalizm, perspektifimiz; sınıfsaldır. Ama
durum ne yazık ki bu kadar basit değildir. En büyük sorunumuz yukarıdaki “net
yanıtta” ortaklaşıyor olsak da pratiği kendi öznel teorimizi haklı
çıkartacak,doğrulayacak biçimde bir kanıt olarak kullanmak alışkanlığıdır. Dolayısıyla, pratiği
kitabımıza uydurmak gibi bir zaafımız ortak tarihimizde küçümsenmeyecek kadar
yaygındır. Umarız objektif davranmayı becerebilenlerimiz daha fazla olur. Aksi takdirde hayat bir kere daha bizi
sollayıp geçer…