21 Ağustos 2012 Salı

İNSAN ÖLDÜRMEYİ BİLMELİ KENDİNİ/Bora Kara

İnsan öldürmeyi bilmeli kendini.
Evet, gerektiğinde öldürmeyi bilmeli insan kendini.Yaşam sadece anılara dönüşmüşse ve güzel olan, onurlu olan,dik olan herşey anılarda kalmışsa ve sıcak bir akdeniz akşamında turistik olmayan bir kasaba da anlatılan 
"yorgunum,Yorgun ve mutsuz. Çıktığımda herşey dağılmıştı.Önümde bir sürü sorun vardı ben çoğunun acemisiydim ve bizim dostların bir çoğu ortada yoktu var olanlarda kendi yaşam dertlerine düşmüşlerdi.Kimileri ise, selam vermeye bile çekiniyorlardı. Sonra evlendim...Sonra iki çocuk...Bu gördüğün küçük dükkan ve gördüğün gibi ben... Akşamları iki şişe bira alıyor ve tek başıma şu sahile iniyor dünümü düşünüp bu günüme kahrediyorum"Türünden bir öyküye dönüşmüşse yaşam insan o yaşamı sonlandırmasını yani kendini öldürmesini bilmeli...
O gecede bir sürü şeyler konuştum onunla. Sonra "öldür kendini" diye tamamladım cümlelerimi.

Yüzüme öylesine baktı ve "onuda düşünmedim  değil diye" mırıldandı. Sonra sustuk havadan sudan bir şeyler konuştuk.Aramızda bir şeyler kopmuş, sıkıntılı bir hava oluşmuştu. Ona bakarken düşünüyordum "bu adam bir zamanlar benim yoldaşımdı, nice zor geçitlerde sınanmıştı yoldaşlığımız.Yiğit ve kabına sığmaz bir delikanlıydı... Şimdi yorgun bezgin, mutsuz bir adam. Ve gerçekten açı çekiyordu..."
Gecenin ilerleyen saatlerinde ayrıldık.Ayrılırken bir daha mırıldandım. "öldür kendini" Yüzüme şaşkınlıkla baktı,, ben devam ettim." Bu ilk defa yaptığın bir şey olmayacak. İlk defa devrimciliğe başlarken öldürdün kendini. Sonra defalarca yaptın.Beyninden mi başlayacaksın yüreğinden mi ama başla.Kendini öldür ve yeniden dirilt..."
İnsan öldürmeyi bilmeli kendini. Ve gerekirse bunu defalarca yapabilmeli. Ben çok öldürdüm kendimi... Önce içimdeki  feodali ve küçük burjuvayı sonra mülkiyet tutkusunu, bencilliğimin "ben"ini kararsızlığımı, küçük hesaplarımı, korkularımı, küçük burjuvalığımın küçük çıkarlarını,büyük egolarını... Her kendimi öldürdüğümde yeni bir kendime yaşam verdim. Ben öldürdükçe yeni kendim yeni ve daha güçlü bir yaşamla çıktı ortaya.Ve her dirimden sonra yeniden öldürmem gereken yanlarımın olduğunu keşfettim.
Böyle sürüp gidiyor bu ve sürüp gidecek. Devrimciliğe başladığım andan itibaren öldürmeye başladım kendimi. Ustalar "sınıfsal intihar" diyor buna. Eğer bir devrimci sürekli olarak kendini öldürmeyi başaramazsa kendini diriltmeyi de beceremez. Tam bu anlamda bir devrimci kendinin hem katili hem can vereni olabilmelidir.
Yani insan öldürmeyi bilmeli kendini
Ve insan durmadan doğurmayı bilmeli kendini...

"Hadi kalbine bir kurşun daha sık, yekin
Bir yanda dürülü dururken mektupların
Ihlamurlar altına kan düşülü suretler
Eline al kan fışkıran yüreğini, iri bir bomba olsun
Umutsuzluğu tahrib eden, yılgınlığı tarümar
Kan basan gazeteleri unutma
Böyle hazin akşam vakitlerinde bir başına
Bir kıyıda münzevi kalma
Göğsünü acılara bastır. Alanlardan geçir yüreğini"


Biliyorum, hiç bir şey söylendiği kadar kolay değil. Biliyorum,yara ağır,kuşatma her zamankinden daha zorlu.
 Kuşatma sadece işkence,zindan,tank tüfek, baskı, zulum değil. İhanetin iki yüzlü hançeri paslı bir sızıdır hala sırtımızda.Tükenişin kaypak, puşt gülüşleriyle sarılıdır etrafımız.Tohuma durduğumuz tüm topraklar zehirlenmiş, yaralarımızı sağaltığımız pınarlara mikroplar salınmış, denize ulaştığımız nehirler kurutulmuştur.
Biliyorum; ters yüz edilmiş gerçeklerle büyük bir illüzyon halinde yaşanırken her şey, çürüme kokusunun gül kokusu diye yutturulduğu, kan ve kıyımın, demokrasi, bencilliğin, işini bilmek, kısacası çirkin, kötü, yanlış,pis olan her şeyin güzel,iyi,doğru,temiz olduğuna inandırıldığı günlerdeyiz...
İşimiz zor, işimiz çok zor, işimiz çok çok zor biliyorum.

Nehirler kurutuldu biliyorum. Ama yeraltı nehirlerini unutma. Bir yerlerde incecik de olsa akan bir bir su bulunabilir...Damla damla kanla,terle,emekle çoğaltılabilir o su. Yeraltı saklar, korur seni. Bir gün bir yerlerden toprağın bağrından fışkıracak güce ulaşıncaya kadar...

Dağların zirvelerini unutma, asminin yaşadığı zirveleri,kartalların yurt tuttuğu herkesin çıkamayacağı yerleri unutma.O zorlu, dolambaçlı, engebeli,sarp dağ yollarını. Sadece yüreği ateş,yüreği,cehennem, yüreği sevda olanların çıkmayı göze aldığı yolları. O yollarda öl, o yollarda diril yeniden.

O kavruk, köylü yanını unutma. O köylü yanının toprağa yakınlığını,sıcağa,ayaza,dona dayanıklılığını, toprakla savaşırken ona sevdalanışını."sabır taşlarının çatladığı ama çatlamayan yüreği" unutma. O, kalın kaba ellerinle taşları,kayaları temizlemeni, ayrık otlarını, çakır dikenleri ayıklayışını, bir avuç işlenebilir toprak için verdiğin savaşı ve savaşçı yönünü... Sonra o toprağa o kocaman ellerinle herkesin beceremeyeceği bir ahenkle tohumu atışını... Ama illede ille filizlenirken tohum, sevdayla,onurla,keyifle bakışını  toprağa unutma. Toprağı zehirlediler tamam. Ama küçücükte olsa tohumun filizlenip boy verebileceği bir toprak yaratılabilir...

Yedi kat binanın tepesine sırtında bilmem kaç kilo ağırlıkla çıkan, yerin yedi dibinde kazma sallayan, demiri büken, bilmem kaç bin santigrat sıcaklıkta cehenneme kafa tutan, proleter yanını unutma.Bu üreten, yaratan, kuran,yıkan,yapan yanını. Paris'de barikatları kuran ve binlerce ölen, ama Sovyetler'de kışlık saraya milyonlar olarak yürüyen. Her kıyım ve yenilgiden sonra bir başka yerde diyelim ki 15-16 haziranda, diyelim ki Şili'de, veya biraz önce afrikada siyah teni bembeyaz dişleriyle silahların üzerine yürürken ortaya çıkan yanını unutma.  Bütün bunlar bu gün ne kadar gerilemiş olsa da senin şu veya bu şekilde var olan tarihsel yeteneklerin. Sadece köreldiler o kadar. Hele bir tut işin ucundan bak nasılda canlanmaya başlayacaklar yeniden...
Evet biliyorum kuşatma zorlu, yaralarımız ağır bu sefer. Dört bir yandan ateş altındayız ama yinede diyorum ki;

"Çepeçevre taranıyoruz ve söylüyorum yine de
Bizim ateş hattına sokulabilecek bir yüreğimiz vardır
Çapraz taransa, bombalanmış olsa dahi
Dinamitlense, kundak da sokulsa bir gece yangınında
Diri bir yürek ve asla imha olmayan
Kitapla, yürekle beslenen, dölgücüyle
alınteri ve bakır tellerle beslenen
eski takvim yapraklarıyla beslenen, attığımız çentiklerle -
Burdan biliriz ki her şafak bizden yanadır
Tabiî bir cephe daha alınmışsa, kundaklanmışsa zulmün kal'ası
Gece boş durulmamış, salınmışsa fitiller düşmanın otağına
O zaman söylenir rahatça:
Şafak bizden yanadır, gün bizim olacaktır."


Ve kitapları unutma. Hani o sabahlara kadar okuduğumuz tartıştığımız ve yeniden okuduğumuz kitaplar. Bizim,bizden öncekilerin, daha öncekilerin yani tüm zamanlarda bizim hikayemizi anlatan kitapları. Bizim zaferlerimizi,yenilgilerimizi, doğrularımızı ve yanlışlarımızı. Tarih boyunca bizim sorularımızı;( "ne yapmalı" "nasıl yapmalı" nereden başlamalı") soran ve bizim yanıtlarımızı veren kitaplar.Her biri kan ve ateşle sınanarak doğrulanmış ve her yanılgıdan sonra yeni sorular ve yanıtlarla yaşamın rahminde sınamaya devam etmiş kitaplar. Teori ve pratiğin o görkemli doğurganlığı,yüreğin ve beynin o muhteşem buluşması...

"Hadi öyleyse verilsin künyen hayatın balçığına
Beynin kitaplarda meşgulken yüreğin yaşayadursun.
Sonra aynı örste çekiçlenmeli bunlar kıvılcımlarla
Birkıvam olmalı güne ve kavgaya hazır.

Hadi öyleyse kendini hayata sal
Kan içinde yüreğin zaten
Gözlerin dağlarda kaldı gitti
Gövdenin yarısı kırlarda
Vaktidir buraya dönmenin
Umutsuzluğu umuda
Zaferlere verip yılgınlığı
Dumanlı şantiye meydanları tornacılar arasından
Her solgun yüze bir ırmak boşaltmanın vaktidir."


Evet vaktidir şimdi saç diplerimize, göz bebeklerimize kadar. Tepeden tırnağa her şeyimizle öfke ve kin kesilmenin. Öfke dedim, kin dedim, evet tam böyle söyledim. Barışseverliğin çoğaldığı ve öyle bir çoğaldığı ki barış adına bombalar yağdırıldığı insanların tepesine, çocukların boğazlandığı barış adına ve sapsarı bir sendikacının "iş ekmek yoksa barışta yok" diye karın tokluğuna razı olduğu barışçılığın ortalıkta kol gezdiği günümüzde.Kin ve öfke dedim.Dilim sürçmedi, yanlış söylemedim tam böyle dedim.
Birilerinin işkencecilerini bile affettiği kocaman hümanizmalarıyla, ev köpeklerinin sokak köpeklerinden, sokak köpeklerinin, sokak çocuklarından çok sevildiği, korunduğu hümanizmalarıyla. Herkesin oldukça hoşgörülü, oldukça insancıl, barışçıl vs. olduğu günlerde yanlış duymadınız öfke ve kin dedim. Her şeyin unutulduğu/unutturulduğu belleksizlik günlerinde,sadece iki şeyi hatırlatmak istedim;  Sınıf kini ve devrimci öfke.
Bu yüzden vaktidir şimdi yüreğimizi bir yangın yerine çeviren sınıf kinimizi ve öfkemizi bilincin öz suyuyla harmanlayıp yollara düşmenin,
"Vaktidir artık, duvardan insin sazımız
Ufku tutsun türküler, oyun havaları
Falçatan su gibi aksın kuşağından
Dağlı havaların oyduğu pütürlü avcun
Buzlu sularla yıkansın
Bir çentik daha atılsın zulmün faturasına
Silâhın
Kaçaktır
Katıdır, soğuktur kül mavi çeliği
Nakışlıdır
Kinimiz oyuludur
Kan vurmuştur
Hıncımız, öfkemiz kaydolmuştur ceviz kabzasına
Zıpkın gibi
Dal gibi
Eğik bir fidan gibi
Hadi,
Yakanda bir karanfil gibi dursun kavgan
Ama göğsünü tokmaklamayı unutma sakın
Varsın kara güller patlasın terli alnında
Dağyanığı yüzüne vurup acılar serpsin
Kurt havasıdır -
Yağan kar altında usulca beklesin silâhın."



Şiir: Alesta-Erol Çankaya

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder