“Gezi direnişi” “gezi ayaklanması” “Haziran
direnişi” vb. diye adlandırılan halk hareketi sürecinin başlamasından bu yana
geçen süre neredeyse 5 ay olacak. Biz yazımız da yukarıdaki tanımlardan Haziran
Direnişi tanımını kullanmayı tercih edeceğiz.
Süreç, başlangıcından bu yana değişik aşamalardan geçti. İlerlemeler,
geri çekilmeler, güç biriktirme, tıkanmalar ve tıkanıklıkların yeni araç ve
yöntemlere eşlik eden örgütlenme modelleriyle aşılmaya çalışılması… Bu gün
gelinen aşamayı göreceli bir durgunluk ve aşılması gereken sorunların kendini
ortaya koyduğu bir dönem olarak niteleyebiliriz. Hareketin ateşi sönümlenmiş
gibi görünse de bir köz olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bundan sonra
atılacak doğru adımlar bu közün daha düzenli, programlı ve “bilinçli” bir halk
ateşi olarak yeniden canlanmasını sağlayabilir. Yanlış adımlar ise, közün
küllenmesine, daha da kötüsü sistemin kendini yeniden yenilemesini sağlayacak
liberal ve reformist bir inisiyatifin elinde, egemenleri ısıtan bir şömine ateşine
dönüştürebilir.
Sürecin çoklu ve kendiliğinden karakteri bu tür
tehlikeleri de içinde barındırıyor. Kesin olan şu ki; başlangıçtaki çoklu
siyasal ve sınıfsal karakter ilerideki ayrışma, saflaşma çelişkilerini de
içinde barındırıyordu. Şimdi haziran hareketi içinde yer alan değişik
kesimlerin değişen koşullar içinde yeniden harmanlanmasını da yaşayacağız.
(kısmen yaşamaya başladıkta) Egemenler de dâhil olmak üzere değişik kesimler
haziran direnişi üzerinden kendi politik ve sınıfsal çıkarlarına uygun olarak süreci
maniple etmeye, yönlendirmeye ve nemalanmaya çalışacak. Geçici yol
arkadaşlıklarının bir kısmı sona erecek. Devrimciler bu süreçte en geniş
kesimlerle değil, sınıfsal olarak emekçi halk tanımına en yakın olan kesimlerle
en geniş biçimde buluşup bütünleşmenin yolunu, yöntemini bulmak zorunda.
Politikaları, taktikleri ve örgütlenme modelleri bu amaca uygun olarak
belirlenmeli. Kendiliğinden bir hareketin yarı kendiliğinden hareket eden,
artçıları, destekleyicileri olmaktan çıkıp güçleri oranında iradi müdahalelerle
kendi inisiyatif alanlarını yaratmak zorunda. Ve bu alanlardan mücadelenin orta
ve uzun erimli gelişmelerini de öngören bir hazırlığa sahip olmalı.
Güçleri oranında dedik, çünkü bu gücün ne kadar yetersiz
olduğunun da farkındayız. Bu yüzden devrimcilerin bu süreçteki kısa ve orta
erimli hesapları süreci örgütlerken kendilerini, kendilerini örgütlerken süreci
örgütlemeyi becererek her alanda göreceli de olsa bir toparlanma ve güçlenmeyi
sağlamak olmalıdır. Ancak o zaman sürecin daha ileriki aşamalarında ortaya
çıkacak yeni hareketlenmeler karşısında, hareketi daha ileri taşıyacak
inisiyatifi daha baskın bir biçimde koyma şansı bulabilirler.
Aksi takdirde sınıflar mücadelesi içinde ortaya
çıkacak olan her kendiliğinden hareket karşısında hazırlıksız ve aşılmış
olmaktan kurtulamayacağız.
Buradan yola çıkarak ekleyecek olursak, devrimcilerin
mücadelesi kendiliğinden hareketlerin gelişmesine de bağlanamaz. Devrimciler
kendiliğinden ortaya çıkabilecek ve ortaya çıkma olasılığı her zaman mümkün
olan toplumsal hareketlere karşı hazırlıklı olmalıdırlar. Ama örgütlenmelerini,
strateji ve taktiklerini bunun üzerinden yapmazlar. Onlar belli bir devrim
anlayışı, buna denk düşen bir devrim stratejisi ve örgütlenme modeli üzerinden
devrimi hazırlar ve örgütlerler. Bunu yaparken ortaya çıkabilecek kendiliğinden
hareketlere karşıda hazırlıklı olmuş olurlar. Aksi takdirde “hiç kimse böyle bir hareket beklemiyordu”(1)
şaşkınlığı ile hazırlıksız yakalanmalardan kurtulamazlar. Dediğimiz gibi
kendiliğinden hareketlerin ortaya çıkma olasılığı her zaman yüksektir fakat
“Son
olarak, olası bir yanlış anlamayı önlemek için bir kaç söz. Tüm zaman boyunca
hep sadece sistematik ve planlı bir hazırlıktan söz ettik, fakat bununla kesinlikle,
otokrasinin ancak ve yalnız kurala uygun bir kuşatmayla ya da örgütlü bir
taarruzla yıkılabileceğini söylemek istemiyoruz. Böyle bir anlayış saçma bir
doktirincilik olurdu. Tam tersine; otokrasinin onun her yandan tehdit eden
herhangi bir kendiliğinden patlamanın ya da önceden görülemeyen politik
komplikasyonların baskısı altına düşmesi tamamen olanaklı ve tarihsel olarak
kesinlikle daha büyük olasılıktır. Fakat hiçbir politik parti, eğer
maceracılığa düşmek istemiyorsa, faaliyetlerini bu tür patlamalar ve
komplikasyonlar beklentisi üzerine kuramaz. Kendi yolumuzda yürümek, yolumuzdan
şaşmadan sistemli çalışmamızı inşa etmek zorundayız ve beklenmedik olaylara ne
kadar az güvenirsek, hiçbir “tarihsel dönüm noktası”nın bizi gafil avlamaması o
kadar büyük ihtimaldir.” Lenin (S. Eserler sf: 34) Nereden Başlamalı
Haziran direnişi birçok eksik ve zaafımızı ortaya koyarken
en büyük sıkıntımızın güçlü bir devrimci örgütün yani partinin yokluğu olduğunu
bir kez daha ortaya koydu. Ve bir kez daha hatırlattı ki öncüyüz demekle öncü,
partiyiz demekle parti olunmuyor. Partiyi şimdilik bir kenara bırakalım ortaya
çıkan hareket içinde ağırlığını koyabilecek ve bu sayede hem kendini, hem
ortaya çıkan mücadeleyi ileri bir noktaya sıçratabilecek güçlü bir devrimci örgüt
bile yoktu. İçinde bulunduğumuz aşamada temel politik sorunun partiyi yaratmak
olduğu hayati bir görev olarak önümüzde duruyor. Haziran direnişi günlerinde şu
sözler beynimizin içinde yankılanıp durdu; “Örgütlenmiş
güçlü bir partimiz olsaydı bir tek grev, politik bir gösteriye, rejime karşı
politik bir zafere dönüşebilirdi; örgütlenmiş güçlü bir parti olsaydı bir tek
yerdeki ayaklanma, başarılı bir devrime yol açabilirdi.” Lenin
1) “hiç kimse böyle bir hareket beklemiyordu”
gibisinden sözler gerçekten tam bir şaşkınlık halidir. Ya da sözde ne denirse
densin, kafaların içinde devrimin fi tarihine ertelendiğinin ifadesidir. Bu
konuya ileriki yazılarımızda değineceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder