20 Ekim 2013 Pazar

HAZİRAN DİRENİŞİ ÜZERİNE/ Bora Kara

“Gezi direnişi” “gezi ayaklanması” “Haziran direnişi” vb. diye adlandırılan halk hareketi sürecinin başlamasından bu yana geçen süre neredeyse 5 ay olacak. Biz yazımız da yukarıdaki tanımlardan Haziran Direnişi tanımını kullanmayı tercih edeceğiz. 
Süreç, başlangıcından bu yana değişik aşamalardan geçti. İlerlemeler, geri çekilmeler, güç biriktirme, tıkanmalar ve tıkanıklıkların yeni araç ve yöntemlere eşlik eden örgütlenme modelleriyle aşılmaya çalışılması… Bu gün gelinen aşamayı göreceli bir durgunluk ve aşılması gereken sorunların kendini ortaya koyduğu bir dönem olarak niteleyebiliriz. Hareketin ateşi sönümlenmiş gibi görünse de bir köz olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bundan sonra atılacak doğru adımlar bu közün daha düzenli, programlı ve “bilinçli” bir halk ateşi olarak yeniden canlanmasını sağlayabilir. Yanlış adımlar ise, közün küllenmesine, daha da kötüsü sistemin kendini yeniden yenilemesini sağlayacak liberal ve reformist  bir inisiyatifin elinde, egemenleri ısıtan bir şömine ateşine dönüştürebilir.
Sürecin çoklu ve kendiliğinden karakteri bu tür tehlikeleri de içinde barındırıyor. Kesin olan şu ki; başlangıçtaki çoklu siyasal ve sınıfsal karakter ilerideki ayrışma, saflaşma çelişkilerini de içinde barındırıyordu. Şimdi haziran hareketi içinde yer alan değişik kesimlerin değişen koşullar içinde yeniden harmanlanmasını da yaşayacağız. (kısmen yaşamaya başladıkta) Egemenler de dâhil olmak üzere değişik kesimler haziran direnişi üzerinden kendi politik ve sınıfsal çıkarlarına uygun olarak süreci maniple etmeye, yönlendirmeye ve nemalanmaya çalışacak. Geçici yol arkadaşlıklarının bir kısmı sona erecek. Devrimciler bu süreçte en geniş kesimlerle değil, sınıfsal olarak emekçi halk tanımına en yakın olan kesimlerle en geniş biçimde buluşup bütünleşmenin yolunu, yöntemini bulmak zorunda. Politikaları, taktikleri ve örgütlenme modelleri bu amaca uygun olarak belirlenmeli. Kendiliğinden bir hareketin yarı kendiliğinden hareket eden, artçıları, destekleyicileri olmaktan çıkıp güçleri oranında iradi müdahalelerle kendi inisiyatif alanlarını yaratmak zorunda. Ve bu alanlardan mücadelenin orta ve uzun erimli gelişmelerini de öngören bir hazırlığa sahip olmalı.
Güçleri oranında dedik, çünkü bu gücün ne kadar yetersiz olduğunun da farkındayız. Bu yüzden devrimcilerin bu süreçteki kısa ve orta erimli hesapları süreci örgütlerken kendilerini, kendilerini örgütlerken süreci örgütlemeyi becererek her alanda göreceli de olsa bir toparlanma ve güçlenmeyi sağlamak olmalıdır. Ancak o zaman sürecin daha ileriki aşamalarında ortaya çıkacak yeni hareketlenmeler karşısında, hareketi daha ileri taşıyacak inisiyatifi daha baskın bir biçimde koyma şansı bulabilirler.
Aksi takdirde sınıflar mücadelesi içinde ortaya çıkacak olan her kendiliğinden hareket karşısında hazırlıksız ve aşılmış olmaktan kurtulamayacağız.
Buradan yola çıkarak ekleyecek olursak, devrimcilerin mücadelesi kendiliğinden hareketlerin gelişmesine de bağlanamaz. Devrimciler kendiliğinden ortaya çıkabilecek ve ortaya çıkma olasılığı her zaman mümkün olan toplumsal hareketlere karşı hazırlıklı olmalıdırlar. Ama örgütlenmelerini, strateji ve taktiklerini bunun üzerinden yapmazlar. Onlar belli bir devrim anlayışı, buna denk düşen bir devrim stratejisi ve örgütlenme modeli üzerinden devrimi hazırlar ve örgütlerler. Bunu yaparken ortaya çıkabilecek kendiliğinden hareketlere karşıda hazırlıklı olmuş olurlar. Aksi takdirde “hiç kimse böyle bir hareket beklemiyordu”(1) şaşkınlığı ile hazırlıksız yakalanmalardan kurtulamazlar. Dediğimiz gibi kendiliğinden hareketlerin ortaya çıkma olasılığı her zaman yüksektir fakat
“Son olarak, olası bir yanlış anlamayı önlemek için bir kaç söz. Tüm zaman boyunca hep sadece sistematik ve planlı bir hazırlıktan söz ettik, fakat bununla kesinlikle, otokrasinin ancak ve yalnız kurala uygun bir kuşatmayla ya da örgütlü bir taarruzla yıkılabileceğini söylemek istemiyoruz. Böyle bir anlayış saçma bir doktirincilik olurdu. Tam tersine; otokrasinin onun her yandan tehdit eden herhangi bir kendiliğinden patlamanın ya da önceden görülemeyen politik komplikasyonların baskısı altına düşmesi tamamen olanaklı ve tarihsel olarak kesinlikle daha büyük olasılıktır. Fakat hiçbir politik parti, eğer maceracılığa düşmek istemiyorsa, faaliyetlerini bu tür patlamalar ve komplikasyonlar beklentisi üzerine kuramaz. Kendi yolumuzda yürümek, yolumuzdan şaşmadan sistemli çalışmamızı inşa etmek zorundayız ve beklenmedik olaylara ne kadar az güvenirsek, hiçbir “tarihsel dönüm noktası”nın bizi gafil avlamaması o kadar büyük ihtimaldir.” Lenin (S. Eserler sf: 34) Nereden Başlamalı

Haziran direnişi birçok eksik ve zaafımızı ortaya koyarken en büyük sıkıntımızın güçlü bir devrimci örgütün yani partinin yokluğu olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Ve bir kez daha hatırlattı ki öncüyüz demekle öncü, partiyiz demekle parti olunmuyor. Partiyi şimdilik bir kenara bırakalım ortaya çıkan hareket içinde ağırlığını koyabilecek ve bu sayede hem kendini, hem ortaya çıkan mücadeleyi ileri bir noktaya sıçratabilecek güçlü bir devrimci örgüt bile yoktu. İçinde bulunduğumuz aşamada temel politik sorunun partiyi yaratmak olduğu hayati bir görev olarak önümüzde duruyor. Haziran direnişi günlerinde şu sözler beynimizin içinde yankılanıp durdu; “Örgütlenmiş güçlü bir partimiz olsaydı bir tek grev, politik bir gösteriye, rejime karşı politik bir zafere dönüşebilirdi; örgütlenmiş güçlü bir parti olsaydı bir tek yerdeki ayaklanma, başarılı bir devrime yol açabilirdi.” Lenin


1)  “hiç kimse böyle bir hareket beklemiyordu” gibisinden sözler gerçekten tam bir şaşkınlık halidir. Ya da sözde ne denirse densin, kafaların içinde devrimin fi tarihine ertelendiğinin ifadesidir. Bu konuya ileriki yazılarımızda değineceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder