Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir.
Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır
kesin yüzde 20, iştahını kabartır, yüzde 50 küstahlaştınr;
yüzde 100,bütün insanal yasaları ayaklar altın aldırır;
yüzde 300 kâr ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işleyemeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur.
Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler.’ Kapital I s 724
Kapitalizm; emek-sermaye karşıtlığının temelini oluşturduğu, çelişkiler bütünüdür. Sistemin mantığı minimum maliyetle üretim, kapitalistler arası rekabetin temelini oluşturur. Kârın temeli artı-değer olduğundan, artı-değer oranını arttırma yarışına girerler. Bu durumda mutlak ve/veya nispi artı-değeri arttırılması, düşük işgücü ücretleri politikası-mücadelesi, ileri teknolojilerin üretim sürecine dahil edilmeleri gibi olguları kapsar.
‘Çelişki, genel bir deyişle, kapitalist üretim tarzını, değer ve bu değerin içerdiği artı-değer hesaba katılmaksızın, kapitalist üretimin yer aldığı toplumsal koşullar dikkate alınmaksızın, üretici güçlerde mutlak bir gelişmeye doğru bir eğilim taşımasından ileri gelir, öte yandan ise, bu üretim tarzının amacı, mevcut sermayenin değerini korumak ve kendisini genişletmesini en üst sınıra ulaştırmaktır (yani, bu değerin gitgide artan bir hızla büyümesini sağlamaktır). Bu üretim tarzının kendine özgü niteliği, sermayenin mevcut değerini, bu değeri en yüksek noktaya ulaştırmada bir araç olarak kullanmasıdır. Bu amaca ulaşmak için kullandığı yöntemler, kar oranında düşmeyi, mevcut sermayenin değer kaybını ve emeğin üretkenlik gücünü, zaten yaratılmış bulunan üretici güçler aleyhine geliştirmektir. Mevcut sermayenin devresel değer kaybı -kår oranındaki düşmeyi durdurmak ve yeni sermaye oluşturma yoluyla sermaye-değer birikimini hızlandırmak için, kapitalist üretim tarzına özgü araçlardan birisi-sermayenin dolaşımı ve yeniden-üretim süreçlerinin yer aldıkları belirli koşulları bozar ve bu yüzden, üretim sürecinde ani duraklamalara ve bunalımlara yolaçar. Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür’ Kapital cilt III, s.221
Sermayenin merkezileşmesi, yoğunlaşması , burjuvazinin aralarındaki rekabetinin sonucu olarak tekellerin oluşumunu diğer yandan da krizi yaratan ana etkenleri ortaya çıkarmaktadır. Marx’ın sermayenin önündeki engel bizzat kendisidir cümlesi bize krizin özetin özetini verir. Krizler kapitalizmin üretim ilişkilerinin yasalarının, eğilimlerinin sonucudur. Kapitalist üretim biçimi bir bütündür. Bilindiği gibi ‘artı-değer üretim alanında oluştur, dolaşımda* gerçekleşir’. Ve her yeni-üretim uzun vadede kâr oranının düşmesini beraberinde getirir. Kapitalist üretimin itkisi kâr, kâr oranıda burjuvazinin sermayesini hangi sektöre yatıracağına dair ölçütü ve aynı zamanda sermayenin ‘başarı’ derecesidir. Kâr oranı; artı değerin yatılırılan toplam (değişen+değişmeyen) sermayeye oranı olduğundan, yeniden üretimde sermayenin organik birleşiminde; değişmeyen sermayenin (üretim araçları, hammadde..) oranı değişen sermayeye göre artacağından kâr oranları düşme olgusu kapitalizmin uzun süreçli, genel yasasıdır. Bununla beraber Marx Kapital’in III. Cildinde; emeğin sömürü yoğunluğundaki artış ( işgünü süresinin arttırılması ya da emeğin üretkenliğinin arttırılması), işgücü ücretlerinin daha düşmesi, değişmeyen sermaye unsurlarınının ucuzlaması gibi etkenlerin bu yasaya zıt etki edeceğini/kâr oranlarının kısa vadede yükselteceğini ve zıt etkenlerin orta ve uzun vadede kâr oranının düşme eğilimi hızının yavaşlatıcı bir etkiye sahip olması gibi kısıtlı bir etkiye sahip olacağını belirtir. Krizin, sistemin işleyiş mekanizmalarında, özellikle düşen kâr oranlarına bağlı olarak sermayenin değersizleşmesinden bağımsız kavrayamayız. Eksik tüketimin kriz üzerindeki etkisi yadsınamaz lakin krizin temel nedeni olarak görme ya da o yöne doğru çubuğu bükme; Keynesçiliğin efektif talebi arttırılması ile krizlerin aşılabileceği yanılgısını besler. Eksik tüketimin kapitalizmden önceki üretim biçimlerinde de tarihsel bir gerçeklik iken (sınıflı toplumların genel yapısı olarak, toplumun çoğunu oluşturanlar, ancak hayatta kalabilecek besin ihtiyaçları kadar tüketebilirler) , aşırı üretim (üretimde aletten makineye geçiş) kapitalizm ile özgülleşmiştir.Üretim ilişkileri ki bu ilişkiler aynı zamanda bağrında çelişkileri de taşır, kriz bu çoklu sarmalın sonucudur. Krizin ortaya çıkış sürecindeki, buz dağının görünen yüzündeki olay/durum (Mortage krizi,faiz, hükümet politikaları,,..) ancak bu sarmal bağlamında anlaşılabilir. Burjuva ekonomistleri, ekonomistleri sınıfsal ve politik çıkarları gereği, sistemin genel yasalarını, işleyişini göz ardı ederek, krizleri; kapitalizmin yasalarından bağımsız olarak iklim değişikleri, ‘yüksek’ maaşlara, enerji sorunu, gıda ‘sorununu’ nüfus artışını krizin ana-bağlantısız nedeni olarak lanse ederler.
Marx'ın Alman İdeolojisinde belirttiği gibi işçiler kendisi için sınıf, politik bir sınıf olamadıkları sürece, genel eğilimlerin ve yasaların oluştuğu kaotik bir ortamda birbirleriyle rekabet halindedir. İşçi sınıfının özgürleşmesi ancak onun iktidara gelmesiyle mümkündür. Tarih bize siyasal devrimlerin; ancak krizlerden sonra gerçekleşebileceğini bir çok kere gösterdi.Burjuva ekonomi politikçiler; kapitalizmin nesnel yasalarının dayattığı krizi ‘aşabilmek’ için reformlara, yasa değişikliklerine, pazarı görece canlandırabilecek talebi artıcı politikalara yönelimini desteklerler. Kapitalizmin krizleri yarattığını, devrimci durumun önemli unsurlarından biri olduğu ve toplumsal sınıfların önüne devrim-karşı devrim seçeneğinin çıkardığından, sınıflar mücadelesinin önemli bir evreleridir. Devrimci politik tutum ve müdahale krizleri daha ileri mücadele alanlarına-evrelerine ulaşmada bir kaldıraça çevirebilir. Çarlık Rusya’sındaki Çarlık-Japon savaşı yenilgisi, I. Paylaşım Savaşı nedeniyle artan siyasi, ekonomik kriz ve Paris Komününde Fransa-Prusya savaşından yenik çıkan Fransızların güç kaybetmesiyle, komünarların iktidarı ele alışı devrimci durumun objektif şartlarını yaratan etkenlerdir.
İşçi sınıfı ve sınıfın içine kök salan devrimciler; kapitalizmin bu genel eğilimlerin ve yasaların -durumun politik anlamında-soyut birer taşıyıcısı değillerdir. Sınıfın üretimden gelen gücü temelinde; örülebilecek mücadele (fabrika işgalleri, genel grev, işgücü ücretleri için mücadele - bunu kâr oranlarındaki azalışının hızlandırıcı bir etkeni olarak da okuyabiliriz.- ) krizin gelişini hızlandıracak dinamiklerdir.
Parlamento
Parlamentolar; burjuvazinin toplumsal gücünü arttırdığı, monarşiye sınıfsal taleplerini diretmenin, mutlak monarşiden, meşruti monarşiye geçişin siyasal kürsüsü olmasıyla tarihteki yerini alır. İngiltere’de Magna Carta ile krallığa vergi tahsilatı gibi kısıtlı yetkilerle donanmış olsa da, tarihsel koşulları itibariyle, Kralın yetkilerinin azalması bağlamında –ezilen sınıfları da ardına alan- burjuvazinin tarihsel bir kazanımıydı. Sınıflarası güç dengelerinin yansıması olarak, kral parlamentoyu dağıtsa da, güç kazanan burjuvazi 16. yüzyılda parlamentoda yasa yapma yetkisini de elde etti. Osmanlı’da da benzer süreçler yaşandı. Burjuva sınıfın aristokrasiyle olan savaşımının kazanımıyla, Parlamentolar burjuvazinin çeşitli katmanlarının temsil edildiği siyasal platformlar haline geldi.
‘Gerçeklere gözünü kapamak gülünçtür. Tam da şimdi, devrimci sosyal-demokratların boykotçuluğu bir yana bırakmak zorunda olduklan bir zaman gelmiştir. Toplantıya çağrıldığında (ya da "eğer" çağnlırsa) İkinci Duma'ya girmeyi reddetmeyeceğiz. Bu mü cadele arenasından yararlanmayı reddetmeyeceğiz, onun mütevazı önemini abartmak aklımızdan geçmiyor, bilakis tam tersine, tarihsel deneyi me dayanarak. onu bambaşka bir mücadeleye, grevler, ayaklanmalar ve benzeri şeylerle yürütülen mücadeleye tabi kılacağız. 5. Parti Kongre si'ni toplayacağız; seçim olması halinde , Trudoviklerle birkaç haftalık bir seçim anlaşması yapmanın gerekli olduğu kararını alacağız’ Lenin Seçme eserler 4
Parlamentonun stratejik bir hedefte taktiksel bir araç olarak kullanılabilir olması ile onu her koşulda ilkesiz, hedefe gidilecek tek yöntem olarak kullanılmaya çalışılması farklı mücadele yöntemleridir. İlki devrimci tarzı ikincisi ise reformist/parlamenter bataklığı temsil eder. Tarihte bu iki ekolün,iki farklı mücadele anlayışının bir çok kere karşı karşıya geldiğini görürüz. Bolşevikler burjuvazinin seçimlerine katılma, en gerici sendikalarda dahi faaliyet yürütmek gibi legalitenin çeşitli çalışma alanınlarındaki tavrı; ne ekonomistler, pasifistler gibi bu alanları amaçlaştırmamış diğer yandan Rusya’da otzovistler, Almanya’da Spartakistler grubu gibi genelde legal alan çalışmasını özelde parlamentoyu reddetmemiştir. Engels parlamento ve seçimlere, işçi sınıfının bilinç seviyesi, politik eğilimlerinin görülebileceği araçlardır der. Devrimciler parlamentoya daha fazla sandalyeye sahip olmak, günlük dar çıkarlar için ilkelerini çiğnemek/oportünizm için değil, burjuvazinin ahırını teşhir,parlamentonun devrimci tarzda kullanılması, işçi sınıfının politik özgürlüğünün sandıkta, parlamentoda değil devrimde olduğu propagandasını kitlelere ulaşmanın bir aracı olarak kullanabilirler. Onu amaçlandırmazlar, aksine etkin, doğru kullanımında amaca giden yolda etki edebileceğini kullanırlar. Sınıf mücadelesinin özü politik bir mücadele olduğu yani iktidarın kazanılması üzerine kurulduğundan, ekonomik ve ideolojik mücadeleyi, politik alana tabi kılarlar.
Bolşeviklerin siyasal öncülüğüyle Rusya’da işçi sınıfı kendini iktidara taşımıştır. Azınlığın elindeki üretim araçları üzerindeki mülkiyeti kaldırarak ( fabrikalar, işletmeler, bankalar, madenler, vs) devletleştirilmesi, en yüksek devlet görevlisinin maaşı, nitelikli işçinin maaşından fazla olmaması, doğrudan demokrasinin gereği olarak; seçilenlerin işçilerin talebi ile geri çağırma hakkının bulunması,işsizliğin ortadan kalkması, kadının çifte sömürülüşünden kopartılarak toplumsal üretimin unsuru haline gelmeleri, barınma, eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçların devlet güvencesinde ücretsiz olması, işçilerin her yıl ücretsiz tatil hakkının olması, 8 saat işgünün ve ağır işlerde çalışanların daha az çalışması gibi işçi sınıfının gerçek kazanımlarını, devrimin sınıfsal niteliğini gözler önüne serer.
Sermaye-Devlet ilişkisine dair notlar
I- Diyalektik sadece ve sadece doğayı, felsefeyi doğru kavrama yöntemi değildir. Aynı zamanda diyalektik bize; karşıt sınıfların oluştuğu toplumda, insanın gelişimindeki süreçlerin/şeylerin/olguların temelini oluşturduğu iç içe geçmiş dinamik bir gelişim sürecinin yöntemini verir. İnsan vucüdundaki kanserli hücrelerin sağlıklı hücrelerle savaşımı gibi, kapitalizmde işçi sınıfının, emekçi halkların üzerindeki ekonomi üzerinden temellenen politik otorite gibi etkenler diyalektiğin temeli olan karşıtların birliğinin çeşitli biçimleridir. (Matrix filmindeki bilgisayar yazılımındaki kodlarının, görünümle iç içe geçmesi gibi, diyalektikte bize insan-doğa-toplum ekseninde algımıza bilimsel bir yöntem verir.) . iktidar sadece zor aygıtıyla yönetemez, bilindiği gibi iktidar zor ve ‘rıza’nın birliğidir. Hukuk sistemi, yazılı-görsel basını, burjuva aile yapısı, eğitim sistemi, parlamentosu gibi aygıtlar; toplumsal gerçekçiliğin üzerini örtmek, halkın temel sorunlarını ‘unutturmaya çalışılan’ araçlara-kurumlara sahiptir. Uyuşturucu, kumar,alkolizm, endüstriyel futbol fanatizmi, çeşitli bahis oyunları, sınıf 'atlama'cılığın unsurları (bitcoin, borsa, sosyal medyada beğeni/takip/izlenme üzerinden para kazanılması ...vs.) , diziler aracılığıyla mafya-çete özendiriciliği, bireysel/apolitik şiddet, pavyonların gece kluplerinin egemen olduğu gece hayatıyla karşı yaşam biçimini her alanında dayatır. Toplumsal sorunların tespiti, sorunun çözülmesi için mücadele yerini, egemen kültürün dayattığı yaşam biçiminin çeşitli görüngüleri ve tarzı yer alır. Bu girdaptan sadece uzak durmak yetmez, aynı zamanda yaşam içinde ilmik ilmik örülen bu karşı kültürün yansımalarının teşhiri ve çok yönlü karşı müdahale, örgütlü mücadele gerektirir. Ne yapmalı sorusunun ilk adımı ne yapmamalının acımasızca eleştirisinden, devrimci tarzın oluşturduğu müdahalenin-mücadelenin kendini yaşam biçimi düzeyinde oluşturabilmesinden geçer.
II- Günümüz kapitalizmini anlaşılmasında, Lenin’in ‘serbest rekabeti burjuva demokrasiyle, tekelciliği siyasi gericilikle’ betimlemesi anahtar rolü vardır. Bu kanı bize sermaye devlet arasındaki karşılıklı ilişkiyi, devlet aygıtlarının rolü, işleyişinin burjuva-ekonomisine tabii olduğunu ve burjuvazi toplumsal iktidarını perçinledikçe, devlet aygıtının da buna bağlı olarak daha da gaddarlaşacağı anlatıyor. Sekiz ultra-kapitalistin dünya nüfusunun yarısından fazlasından daha fazla geliri olduğu, yeryüzünün en zengininin malvarlığının ufak bir kısmının dünyadaki açlık sorununu ortadan kaldırabileceği bir egemenler dünyasından, işsizliğin, ekolojik yıkımın, yüzmilyonlarca çocuk işçinin, milyarlarca insanın yeterli beslenme ve temiz su ihtiyacı olduğu, her yıl önlenebilir hastalıklardan ve yetersiz beslenmeden 14 milyon çocuğun katledildiği günümüz ezilen sınıfların dünyası olmak üzere iki ayrı ,ideoloji,sınıf gerçekliliğin belirlediği iki ayrı dünya vardır. Fikirlerimiz, eylemlerimiz dolaylı ya da dolaysız bir sınıfın ideolojisine hizmet ediyor.
Sonuç;
Kapitalizm toplumsal, siyasi ve ekonomik krizleriyle, emperyalist paylaşım savaşlarıyla, artan emek sömürüsüyle, önlebilir hastalıkların getirdiği ölümlerle, iş cinayetleriyle, emekçi kadınların çifte sömürülüşüyle, ekolojik yıkımıyla bir bütündür. Patron; fiziksel, zihinsel enerjimizin,zamanımızın çoğunu sömürerek servetini arttırır. Kirli havayı soluruz, olumsuz çalışma koşullarında, sefalet ücretleriyle, GDO’lu besinlerle yaşamımızı ‘idame’ ettirmeye çalışırız. Bu modern-barbarlık koşulları da zihinsel, fiziksel hastalıkların yaratıcısıdır.
Yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi temel-yakıcı sorunlarımızın kaynağı bu sistemin kendisidir. Kapitalizmin ideologları, siyasal ve sınıfsal konumları gereği, kapitalizmin insanlığa aykırı olan düzenini görmezden gelerek, toplumun çoğunluğunun oluşturanlarının sorunlarını sistem-dışı/soyut etkenlere bağlamaktadırlar. Gerek dünyada gerek ülkede, düzen muhalefetinin eleştirileri ise sistemin işleyişine, mantığına değil hükümetlerin kendilerince yanlış politikalarını eleştirmekle sınırlı kalır. Diğer bir deyişle kurtuluşu düzen içinde çıkarabilekleri yasalara endekslerler.
Rosa Luxemburg’un ‘Ya Sosyalizm Ya Barbarlık’ öngörüsü, çağımızın temel ikilemidir. Sınıf mücadelesinin tarihindeki kazanımlar, ve devrimler; yaşananla-umudun, gerçekle-‘gerçeküstülüğün’ arasındaki o ince çizgide; devrimci yöntemlerle umudu ilmik ilmik ören, ezilen sınıfları örgütleyen, devrimcilerin mücadelesiyle gerçekleşmiştir. Karanlığı aydınlığa, düşümüzü toplumsal gerçekliğe dönüştürecek olanlar; düzen muhalefeti değil, devrimci dayanışmayı, siper yoldaşlığını, yol engebeli-sarp da olsa ilkeli bir yürüyüşü bilinçlerimize kazıyan devrimcilerdir. ON’lar Spartaküs’ten bu yana tarihin dönüştürücü, ezilen sınıfların umut veren gücü oldular ve olmaya da devam ediyorlar.
* Dış ticaret; burjuvazi için yeni sömürü alanları açılması, kâr oranlarında –kısa süreli de olsa- artış eğilimi yaratması, sermayenin üretim gücünün yansıması olarak ulusal çitlerini aşması gibi olgular dış ticaretin önemini ve dolaşım ilişkilerinin önemini arttırdı. Diğer bir deyişle; finans, bankacılık, sigortacılık, lojistik, uluslarlarası taşımacılık gibi sektörleri geliştirdi, üretim dışı/dolaşım ve finans sektörlerinde çalışan emek gücünün oranı toplam çalışanlar içindeki oranını arttı. Sermayenin üretim alanı dışı sektörlere yönelmesinin en önemli nedeni kâr oranıdır. Bununla beraber üretim ilişkilerini bir bütün, üretim-dolaşım ve yeniden üretimi dinamik sürecinde algılamayan liberal sol görüş, işçi sınıfının öncülüğünü yitirdiği savundu. Emek içi katmanlaşmasının artması, işlevsel dağılımının gelişmesi, onlara göre işçi sınıfının tek devrimci sınıf olduğu olgusunu yitirmesine yol açtı. bu muğlak sosyo-ekonomik yapı tahlili temelinde, devrim anlayışlarına, Lenin’in öncü parti reddi temelinde, muğlak politik birliktelikleri -teorileri domino taşı etkisiyle beraberinde getirdi. Onlara göre iktidar heryerdedir (aynı zamanda her yerde olan, hiçbir yerde değildir.) Rejimin kendini ürettiği alanlar bellidir, bu tarz bir bakış açısı bataklığı görmeyip, sineklerle uğraşmamıza neden olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder