25 Mayıs 2012 Cuma

KAPİTALİZMİN KENDİNİ YAŞAMDA GELENEKLEKLEŞTİRMESİ VEYA KIRMIZI TÜLLÜ SEPET/ZOZAN KARA


    Bir dostumun hastalığı nedeniyle hastane kapısındayım. Kapının önünde çiçekçi camekânın da kırmızı tüller içinde bir sepet var.  Çocuğumuzu doğurmayı bize pazarlayan “gelişmiş kapitalizm”bu sepetleri doğum kutlaması için moda yaptı. Bize satıyor. Burası ise sıradan bir devlet hastanesi ve son zamlardan sonra “müşterisi” oldukça artmış. Özel hastanelere gidemeyeceği kesin olan halkıma hizmet veriyor. Biliyorumki bu sepetler çok pahalı, halkım bunları nasıl alacak diye dikkat kesiliyorum. Bu konuda bilgimi arttırmak için duramam, dar bir anda çiçekçi ile konuşken buluyorum kendimi. 10 lira abla diyor, verelim mi? Çok ucuz nasıl olur? Sepeti incelerken bir gülmedir tuttu beni.Halkım her şeyin” kendine göresine “alışmışken bununda çakmasını yada kendi parasına göresine uydurulmasına ses çıkarmamış..Ne modadan geri kalacak nede çok parası var. O zaman kendine göresi. Hemde üç dört kalitede sepet yapmışlar. Satıcı beni pek halsiz bulmuş olacak ki en ucuzunu söylüyor.10-20-30-50 liralıkları var. Ben bana uygun görülenden pek hoşlandım, gözlerimi ayıramıyorum. İki balon şişirilip tavşan kulağı yapılmış, ortasında eskiden elimizden düşmeyen naylon bir bebek pullu giydirilmiş, sağına soluna sokaklarda bile çıkan başaklı otlar yerleştirilmiş, altında hasır seyrek bir sepet, üstünde malumunuz bizim kırmızı tül tüm haşmeti ile duruyor. Bir den ekonomiye, emperyalizme gittim ben ve karmakarırışık düşünerek yürümeye başladım.
     Kapitalizm geliştikçe sosyalizmin argümanlarını sağlamlaştıramadığı ve karşı cevapları vererek burjuvazinin ideologlarına karşı sıkı bir hat oluşturamadıkları Marksist devrimciler tarafından da kabul ediliyor. Bunun en önemli nedeni marksın ideolojisinin yeterli olmadığı düşünülerek aşma girişimlerinin mark öğretisini bir yana bırakmasıdır. Oysa Marksizm diyalektik düşünme tarzını içererek sürekli yenilenen, eskimeyen bir yol göstericidir. Öğretisini yitiren yönünü şaşırır. Bu şaşırmanın bize yansıyan biçimdeki nedenleri arasında ekonomi ile teknolojinin birbirine karıştırılması, kapitalizmin kriz sürecinde kullandığı teorik yaklaşımı sadece kendi yararına değiştirmesini toplumsal yarar kisvesi içinde sunabilme gücünü arttırması en önemli iki nedendir. Gelişen iletişim araçlarının,olanaklarının sahipliği ile algı kaynaklarını ele geçirerek kendini yenilmez ilan etmiştir.  Bunun karşılığında cevapları üretecek sosyalist teorisyenlerin ilk yanılgıda seslerini yeniden yükseltecek düşünme diyalektiğinden, politik destek ve bilgiden yoksun oluşları, kapitalizmin çevrimsel krizlerinin yükseliş periyoduna tamda bu dönemde girmesi, özellikle revizyonist sapmaların pratik  eylem dönemlerindeki yükselişte ki boşluklarını ekonomik indirgemecilikle geleceği yeniden örmeleri üzerinde yoğunlaşarak dikkat çeken yapıtlar üretmeleri pekiştirdi.  Tekelleşmenin sonuçlarından biri olan ekonomik sınır tanınamazlık ulusal sınırların aşılması için dünya hukukunu ele geçirdikten sonra ulusal sınırlara yöneldi. Ulusal sınırlar aşılınca işgücü ve üretimin hareketi için gerekli en ucuz malzemenin(sabit ve değişen sermaye) temini de olanaklı hale geldi. Gelişmiş kapitalist ülkeler kendi aristokrat proletaryalarının kapitalizme yedeklenmiş halini bile yük kabul ederek ilk önce kendi sınırları arasında sonrada olanakları uygun ülkeler arasında ucuz üretim yaratmaya başladılar. Tekelleşmenin en üst sınırlara varması,tekel karını arttırmanın kaynaklarının genişlemesi ve tekellerin rekabetinin inanılmaz boyutlara varması ucuz üretimi tetikledi, ülkelerin ekonomilerini ele geçirerek emperyalizmin pazarına dönüşmelerini sağladı. Dünya üzerinde her şeyin metalaşmasının tamamlanması da böyle başladı. Ulaşılabilen genişledi, biçimlendirdi.Ülkelerin tekelleri arasındaki rekabet,tekeller arasına dönüşürken yeni sömürgelerin sınırlarını tanımamayı sürdürdürdü. Özellikle tekellerin en irileri arsında rekabet mali oligarşiye dek daralırken kendi ülkelerinin artan politik gücünün desteklemeye özen gösterdi. Mali politikalar üzerinde yükselirken devletin zor gücüne ihtiyaçları var,olmaya da devam edecek. Emperyalizm sadece dünya ekonomik düzenini,sosyal yaşamı ele geçirerek çürütmüyor,politik gücünüde düzenleyerek kendine en uygun hale getiriyor.   ABD emperyalizmi AB ile dengelenmeye çalışılırken, çekik gözlü emperyalizm Japon ve Çin,ve teknolojisi yenilenmiş,kapitalizme entegrasyonu tamamlanmış kapitalist Rusya arenaya çıktı. Emperyalizm ülkeleri hızla yeni sömürgeleştiriyor. Dayattığı yeni iş bölümü çerçevesinde yerlerini almasını sağlıyor.  
Yapılan müdahaleler bir zor aygıtı olarak devletin daha da yetkinleştilmesini zorunlu kılıyor. Kar oranlarında ki düşüşü engellemenin en temel yöntemi pazar alanlarının derinlemesine ve çok daha yoğun olarak sömürülmesini hedefine koymasıdır. Bunun olanaklarını açacak ülke dengelerinin üzerinde bir güce,kendi halkını ve burjuvazisini denetleyecek zora,ordusu ile güçlenen bir zora ama kendi denetiminde  bütünsel bir zora ihtiyaç duyuyor.
  Yıllarca yaşanan soğuk savaşında etkisiyle emperyalist devletlerin ekonomileri büyük oranda askerileşmiştir. Bu emperyalizmin üzerinde  bir yandan kapitalizmin dönemsel bunalımlarının etkisini azaltırken ,bir yanda da  ellerindeki eski teknolojik silahları da  hızla tüketmelerini  zorunlu kılıyor.Yeni sömürge ülkelere sıkça kendileri için eski teknoloji  silahlarını sattıklarına tanık oluyoruz.Bu teknoloji ve silahlar  onlar tarafından çoktan denenmiş ve eskitilmiş oluyor.Orta doğu,Suriye ve sırada görünen İran emperyalizm için bu anlamda da önemlidir. Bu ülkelerin “özürlük” adına emperyalizm tarafından yeniden düzenlemeleri, askeri yardımlar ve teknolojik yenilenme ihtiyaçlarını zorunlu kılıyor.Yeni sömürge ülkelerin halklarının emperyalizmin çıkarları,daha iyi yerleşmesi,sorunsuz yaşayabilmesi için  birbirine kırdırılmasının en önemli nedenlerinden biri de budur. Ülkeleri borç batağına düşürüyor,petrol kaynaklarına rağmen emperyalizme bağımlılığı arttırıyor,burjuvaziyi kopmaz bağlarla bağlıyor.
   Emperyalizm ülkelerin ürün çeşitliliğine,ister sanayide   ister tarımda kendi kendine yeter haline son vererek tek yada bir iki ürünle sınırlı kalan bir üretme potansiyeline sahip olması isteniyor. Böylece dünya pazarı istedikleri gibi organize olabilecek, tek üründe sınırlı ülke ekonomileri emperyalizmin pazarı olma niteliğini hiç yitirmeyecek.
   Emperyalizm ya da tekeller ülkelere girerken orada ne olduğunu ve hangi alanlarda sömürüleceğini çok önceden saptamış oluyorlar. Ülkelerdeki  burjuvazi ayakta kalmak için önemli şans gördüğü tekelleşmenin gereklerine gönüllü ortak oluyor ve kendi çıkarından başka bir şeyi gözü görmediği için ülkedeki egemenlik sembolü devletini, olanaklarını bu ihtiyaca göre şekillendiriyor. Duble yollar yapıyor, şehirleri yeniden yapılandırıyor, en sağlıklı olanaklarla emperyalizmi çağırıyor. Emperyalizm o kadar çok ülkeyi yeni sömürgeleştirdi ki aralarından sıyrılıp kendini yatırım için uyun göstermek bir yarışa dönüştü. Yarı sömürge ülkelerin burjuvazisi bu yarışta devletlerini içerden zorluyor, işbirliğine gönüllü olduğu emperyalizmi çağırmanın tüm yükününüde halkımın sırtına yıkarak servetini, mülklerini,üretim araçlarını çoğaltmanın peşinde koşuyor. Bu sömürü üretim alanına çok farklı yöntemlerle yansıyor. Bu yansıma o kadar çok dolayımla gizleniyor ki biz sadece görünen yüzünü görüyoruz.
     Ülkenin burjuvazisi  taşeron artık,taşeronla emperyalist tekellerin büyük fabrikaları,gelişmiş makinaları,orada çalıştırdıkları çalıştırdıklarının yüzde biri bile olmayan işçileri var. Bu işçilerin sigortaları yapılıyor, iyi para alıyor,sosyal haklarını kullanıyor,tatilleride zorunlu olarak tatil. Üstelik nasıl daha verimli  olurlar diye fikirleri soruluyor,daha iyi nasıl üreteceklerini birlikte karar veriyorlar.Buralarda işçi daha çok üretmeyi  planlarken ,sömürülme koşullarına katkıda bulunuyor. Aynı fabrikanın içinde eskiler bunlar ya da ülkemizin aristokrat işçileri, ayna vazifesi görüyor, sayıları gittikçe daha sınırlı tutuluyor. Aynı işe yeni alınanların koşulları eskilerden kötü,  diğer işçilere göre çok daha az, fakat düzenli maaş alıyor olmakla memnunlar, sarı sendikaya razı oldukları sürece sosyal hakları da var. İşçiye gittikçe daha az ihtiyaç duyuyor burjuvazi, gelişen teknolojiyi buna neden gösteriyor. Nedense çok farklı, insan sömürülmeden makineler çalışmaz, gittikçe merdiven altına yöneliyorlar. Hemen hepsinin görünen yüzünün arkasında işlerini yaptırdıkları daha alt grupta şirketler, atelyeler var. Buralarda sayıları 10-50 arası çalışan işçiler bulunuyor. Bunlar görülmüyor, kayıtlı değiller. Kimi plastik bebekten binlerce yapıyor, kimi sadece gözünü üretip takıyor, kimi bu bebekleri giydiriyor, kimi sepet üretiyor yalnızca, kimi tül çeşit çeşit, kimi renk renk balon. Hepsi toplaşıp bizim gariban sepetin için de kapitalizmin halka yansıyan toplumsal alışkanlığı oluyor. Ne işçisinin ürettiği üründen haberi var, ne de tek tek yaptığı, ürettiğinden başka parçasını bilmediği bütününden. Sonrasında  hastane kapısında karşılaştığında emeğinin ürününü satın alırken buluyor kendini. Almamak ayıp hanım doğurmuş, her kes alıyor şimdi, bu kadarcık değeride yok mu yani doğanın. Oysa merdiven altında patron 6 aydır maaşları ödememektedir, halini arz edip aldığı parasının bir kısmı borçlara yetmemektedir. Kimsede bunun farkında değildir, borç gırtlağı geçmiş, ama tüllü sepet alınacak, mutluluk buna bağlı. Yarın işe gidince ne olacak bilmiyor, hep çok seçenekli o,ya işe devam edecek içeriye çalışacak, ya bu gün iş yok yarın gel denecek yada işsiz kalacak ama tüllü sepet alınacak. Bizim kaçırdığımızı fark etmediğimiz öz biçim ilişkisi trenine burjuvazi biniyor artık. Biz biçimin peşine düştükçe o öze iniyor. Her kesimin ekonomik özünü yakalıyor, onun üstüne kendi biçimini dikiyor.Hayat bizi sollayıp sollayıp geçiyor. Burjuvazinin kendine özgü kimliksizleştiren özü Amerika’nın özgürlük anıtı sanki tepemizde, nerede olduğunu biliyoruz, şeklindende haberimiz var ama bir türlü sahip olamıyor, mutlu olamıyoruz. Halkımın halinden anlıyor burjuvazi onun için dört seçenekli üretiyor ürettiğini. arçelik markası aristonu üretiyor, ariston bilmem hangi markayı. Hepsi kırmızı tüllerin içinde, hangisine gücün yeterse o alınacak. İlla alınacak Halkımın değeri bunlarla ölçülüyor artık, alabildiği sürece ekonomi iyi gidiyor, fakir aileler yıkılmakta oysa, boşanma oranı yüzyılın rekorunu kırıyor, çocuklar en ucuzundan uyuşturucuya 7 yaşında başlıyor. Biz usulca yaklaşıyoruz camekâna, soruyoruz bu kaça... Neden soruyoruz? İşimize gerçekten yarayacak mı? Yaşam alanlarımızı aldıklarımızla dolduruyoruz da ya biz! Neden bu kadar mutsuz, bu kadar güvensiz, değersiz yaşıyoruz? Neden öz gücümüzü kullanamıyoruz?
      Cevapları arayanlar; üretenleri ürettikleri yerlerde bulmalı,örgütlemelidir. Bunca makine tek başına çalışamaz, onlar; fabrikalarda, atölyelerde, merdiven altlarında, özelleştirilen madenlerde, limanlarda, atık toplayan güvencesizler .Onlar,hizmet sektöründe,hastanelerde,mahallelerinde…
    İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür diyor, usta. Biz kapitalizmin kanımızı emerek canavarlaşmasına izin verenler kapitalizm koşullarında canavarlaşıyoruz. Bu döngüyü kırmak gerek, ama nasıl? Teslim olmayarak, direnerek, savaşarak, öğrenerek ve öğreterek, yenilgilerden korkmayarak, sürekli karşı saldırı altında olacağımızdan emin olarak, süreklilikle, zorla.

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder