Uzun zamandır
İstanbul’da iki 1 Mayıs oluyor. İki bir mayıs, iki ayrı mücadele anlayışına
denk düşüyor. Ara sokaklardan çatışarak Taksim meydanına yüklenenler ve izinli
meydanlarda sendika bürokratlarının hamasi nutuklarını dinleyenler.
Görünen o ki bu 1
Mayıs aynı durum yine yaşanacak.
İki gün önce
yazdığımız bir yazıda ( 1Mayıs Sadece 1 Mayıs Değildir) bu 1 Mayıs'ın özgünlüğünden söz etmiştik. Daha sonra başka
açıklamalarda da bu "özgün" duruma vurgu yapıldığını gördük. Şu
farkla; biz bu "özgünlüğü" meşru ve militan bir sıçramayı zorunlu
kılan koşuların nedeni olarak ortaya koyarak Taksim'i işaret ettik.
Bazı arkadaşlar ise bu özgünlüğü, sokaktan çekilmiş kitleleri yeniden bir araya toplama amacına vurgu yaparak, Bakırköy'ü
işaret etmenin gerekçesi olarak ortaya koymuşlar.
Bizim için sorun
sadece kitlelerin bir araya gelmesi değil, nasıl bir mücadele tarzıyla bir
araya gelecekleri sorunu çok daha fazla önem taşıyor.
Militan, dövüşken ve
kavganın risklerini göze almış bir mücadele ruhuyla.
Ya da çekingen,
ürkek ve risksizliği göze almış bir anlayışla.
Biz bu günkü özgün
koşullarda mücadelenin birinci tarz üzerinde birleşerek gelişmesinin hayati
öneme sahip olduğuna inanıyoruz.
Emekçi halk
kitleleri sadece faşizmin saldırılarından yorgun düşmedi. Aynı zamanda sürekli
olarak geri çekilmekten yoruldu. Halk kitlelerinin, en azından küçümsenmeyecek
bir kısmının öfkesi, kızgınlığı ve sınıf kini sönümlenmiş değil. Tam tersine
her geçen gün artıyor. Ama bunu pratik olarak ortaya koyamamanın, düşmana bir
adım bile geri adım attıramamanın, sürekli geri çekilmek zorunda kalmanın
kahreden çaresizliğini yaşıyorlar. Bunun bir adım gerisi yılgınlık, bir adım
ilerisi açığa çıkan birikmiş enerjidir...