23 Şubat 2012 Perşembe

DEVRİMCİ DURUM VE POLEMİKLER /ZOZAN KARA

Devrimci durum, devlet, devrim ve örgütlenme üstüne düşünceler ve bir deneyim yazısı üstüne iki arkadaşımız yazılarıyla katkı koydular ve polemik başlattılar. Doğrusu polemikleri bu düzeyde yaşamayan “sol”a oranla kendimi çok şanslı hissettim. Her iki dostumuza da tek yazı ile cevap vermenin zorluğuna rağmen bunu yapmaya çalışacağım. Zor, çünkü nüanslar Türkiye solunun farklı yapılarının ve onun yetiştirdiği devrimcilerin teori ve pratiklerinde ortaya çıkan ortaklaşma ve ayrışmaları içeriyor. Bu aynı zamanda devrimci tarihimizin ve devrimcilerin zenginliğidir.

Türkiye tarihinde iki devrimci kalkışma aktüel uğrak olarak önemlidir.1980 den 1996 sonlarına kadar yaşanan süreçte çok önemlidir. Bu süreçte devrimci yapılar öznel konumlarından bağımsız olarak bünyede devrimci damarlar ve devamlılığı sağlamışlardır. Ancak bu süreç bütünsel bakıldığında bir çeşit örgütsel devamlılık ve devrimci geleneğin tasfiye süreci ile iç içe girmiştir.1980 e kadar biriktirdiklerimiz yalan yanlış şeyler değildi. Ancak 1980 yenilgisiyle bir geri çekiliş ve dağılma yaşandı daha sonra hızla jakobenizm, blankizim ve yalçın küçükçülük keşfedildi, toplumsal kurtuluş, saçak dergileri, aydın üzerine tezler ve sivil toplumcu yanı taşınarak öne çıkartılan Gramsci yi bilmemek ayıp sayılmaya başlandı. Gelecek örgütleyiciliğinden tasfiyeciliği de içeren bir döneme geçişle birlikte süreç “geçmiş değerlendirmesi” adı altında da olsa çokça alt üst etmeyi, yeniden üretmeyi durdurma, örgütsel yaşamı ve gereklerini bir çeşit askıya almayı gerektirmiyordu, devrimci yapılar hızla buna başladı. Karşılaşılan sorunları örgütlü mücadele içinde yanıtlarken örgütsel bütünlüğü gözetmek doğru bir tarz olmalıydı, dünle kurulan bağlar yarını biçimlemek için yüklendiği işlev oranında anlamlıdır, bu ıskalandı.
Cam kırığı dostumuz “kıpırtısız devrimci durum ve çözünen devrimci yapılar “ yazısında mahircilik, devrimci yol yazısına dönüşmek tehdidine vurgu yapmış, bundan rahatsızlığı yazının bütününde belirleyici bir konumlanmaya dönüşmüş. Biz elbette devrimciyiz, Mahir Çayan da, İbrahim Kaypakkaya da devrimci önderlerdir, bunları böyle biliriz. Gerçekte bu yazıyı planlarken seçtiğim üç yazıyı üç ayrı bölümde güne iz düşürerek, bu günün sorularını sorarak, verilebilecek yanıtlar arayarak yazmak planı yapmış ve ilk yazının sonuna not olarak eklemiştim. Yazıların seçimi konusunda öznel davrandım,ama bu yazıların seçiminde hangi ideolojik perspektife uygun olduğu değil bu güne en iyi soruları sordurabilecek ve cevaplar verdirebilecek yazılar olması tercihi idi. Bu gerçek, elbette bir devrimci olarak beslendiğim köklerimden koptuğumu,bu anlamda taraf olmadığımı söylemem anlamında değil.Sorun bu köklerde dahil olmak üzere günün değişen koşulları içinde bir bütün olarak devrimcilerin ve devrimci yapıların durumları ve Türkiye coğrafyaları içindeki ekonomik,demokratik ve politik önermelerimizi genişletmekti.Önemli bir vurgu bütünü ile eleştiri yapılan” ilişkisizlik”, deneyim bölümünde Fatsa üzerinden yazılacak yazı için bir geçiş cümlesi olarak eklenmişti. Daha sonra bunu çıkarmıştım, yeni düzenlenen yazıda bu kısım bir iki gün dışında bulunmuyor. Bölüm henüz yazılmadığı için eleştiri nedenleri de, eleştiri getirilen yerlerde zorlama olmuştur. Fatsa ve direniş komiteleri, birlikleri nin tercih edilmesi; dönemin özelliği nedeniyle, devrimci dalganın en yüksek zamanında ve sosyalizmin sorunlarına cevap olabilecek doğrudan demokrasi örneği, bir volan kayışı olmasıdır. Bu süreç, partileşme sürecindeki bir hareketin bu boyutlara gelmesi açısından da özeldir. Ayrıca Fatsa ve DY birbirini beslediği halde bir ve aynı şeyler değildir. DY kadroları da sadece bu gün ismi ÖDP ile gündemleşmiş isimlerle sınırlı ve dar değildir. ÖDP devrimci yol değildir. Aslında biraz devrimci yol geleneğini tanıyan tüm dost yapılar bunu bilir. ÖDP bir dönemin eylemine ve dolayısıyla fikri külliyatına iptal damgası vurup yeniyi aramak üzere programlanmıştır. Dünyadaki liberal rüzgarlarla eş zamanlı sahneye konan ve bir değer erozyonu olarak da yansıyan arayışların en örgütlü ve iradi olanlarından ÖDP bu gün hayli parçalanmaya uğramışta olsa etrafında oluşan çevre halkaları ile birlikte zararlı liberal, revizyonist eğilimin odağıdır. Bu gün ÖDP ile adı geçenlerde devrimci yolun gerçek kadrolarının kolektif ürünlerini kaleme almakla gerçek önderler olunamayacağının en iyi göstergeleridir ve eğer gerçek önderler bunlar diye ısrar edilecekse açıkça kabul ederiz ki ihanet içindedirler. Devrimci yolun karşı devrimi sekiz ay önceden görmesi, cephe önerisinde bulunması, tek bir yapının karşılayamayacağı uyarısında bulunması sanıldığı gibi yenilgiyi görüp önlemsiz kalmak değildir. Tam tersine bir devrimci yapının öngörüsü, gücünü ve sınırlarını tanıma yeteneği olarak okunmalıdır. Bu paragrafta ki ikinci yanlış” devrimci yol” ailesi görünümü çizmektir. Devrimci yol sonrasında bazı yapılar bu hareketin belli yönlerini alarak devamcısı olduğunu iddia etmiş ise de her yapı farklı karakterler çizmiştir. Bunlardan devrimci hareket, devrimciler ödp ile asla yan yana düşürülemez, onlar devrimci yapılardır. Devrimci yol bir aile değildir, bu gün devamcılığını iddia edilen yapılar olsa da kendisinin örgütsel olarak varlığı yoktur.
Sevgili Cam kırığı, gerçekten silahlı mücadele veren yapı varda biz mi gitmedik? Diyesi geliyor insanın. İroni bir yana sorun sadece silahlı mücadeleye indirgenmeyecek kadar önemli ancak bu gün devrimcilerle ortaklaşmak için en azından benim koyacağım ilk şart devrimin silahlı mücadele olmaksızın olmayacağıdır, devrim zor yoluyla olacaktır. Ancak silahlı mücadeleyi savunmak ve temel almak konusunda bile bir değerler bütünleşmesi yaşanmak zorundadır. Mahir Çayan kesintisiz 2 ve 3 te “ Silahlı propaganda, askeri değil politik mücadeledir. Ferdi değil, kitlevi mücadele biçimidir. Yani silahlı propaganda, pasifistlerin iddia ettiği gibi kesin olarak terörizm değildir. Bireysel terörizmden amaç ve biçim olarak farklıdır. Silahlı propaganda, belli bir devrimci stratejiden hareketle, emekçi kitlelere elle tutulur, gözle görülür maddi ve somut eylemlerden hareketle, soyuta gider. Maddi olaylar etrafında siyasi gerçekleri açıklayarak, kitleleri bilinçlendirir, onlara politik hedef gösterir. Silahlı propaganda, halkın düzene karşı olan memnuniyetsizliğini ajite eder, onları emperyalist beyin yıkamanın giderek etkisinden kurtarır. Önce kitleleri sarsar, giderek de, bilinçlendirir. Merkezi otoritenin görüldüğü gibi güçlü olmadığını, onun kuvvetinin her şeyden önce yaygara, gözdağı ve demagojiye dayandığını gösterir. Silahlı propaganda, her şeyden önce, günlük maişet derdi, vs. içinde kaybolan, emperyalist yayınla şartlanmış, düzenin şu veya bu partisine "umudunu" bağlamış kitlelerin dikkatini devrim hareketine çeker, uyuşturulmuş, pasifize edilmiş kitlelerde kıpırdanma yaratır diyor. Bu dönemde dağda gerillası olan devrimci hareketler var, bunlara da bir çeşit maya gözüyle bakıyorum. Kaç kişi oldukları, kaç örgütün varlık gösterdiği, bu gün için halkla ne denli bütünleşmiş oldukları değil; neyin habercisi olduklarını önemsiyorum. Tüm bu belirlemelere rağmen silahlı propaganda ile dağda gerillası olmak aynı anlama gelmiyor. Silahlı propaganda verilme koşullarının uygunluğu, partinin kadrolaşmasının tamamlanması, biçimleri, tabii olduğu aşamalar ve başlatılması ayrı bir şey. Ve sanırım sorunun temelide bu konuda ki varlık yokluk sorununun aşılması, kitle parti ilişkilerin de araçlar sorunlar ve çözümler, fikri ve pratik üretkenliğin artması, kadrolar, partinin yaratılması ve daha birçokları sıralanabilir. Ancak arayışlarda ki tıkanıklık, kolektif üretmenin önündeki engeller (bir Marks, bir Lenin dünyaya kolay gelmiyor)pek çok sorunda ve çözümlerde ciddiyetsizlik zorluyor.
Türkiye coğrafyalarında köken bulmuş devrimci hareketlerin Kemalizm değerlendirmeleri tarihsel farklılıklar içeriyor. Kemalizm tasfiye olmuştur ve tarihselliği içinde ele alınması gerekir. Kemalizm kendi içinde bütünlüklü bir ideoloji değil, politik bir tavır alıştır. Burjuva ideolojisi ile büyük oranda örtüşmekle birlikte, faşist ideoloji olarak tanımlanmasıda yanlıştır. Kemalizm’in milliyetçi niteliğinin en katı biçiminin Kürtlere karşı tavir alışta ortaya çıktığı ise doğrudur. Kurtuluş savaşının sonrasında başlangıçta tanınan Kürt kimlikleri giderek yadsınmıştır, Kürt feodallerinin başlattıkları hareketler genellikle katliamlarla sonuçlanmıştır. Mahir çayanın ise Kemalizm değerlendirmesi o tarihsel koşullar içinde ittifaklar sorunu olarak ele alınmalıdır. Mahir çayan hiçbir zaman Kemalist olmamıştır, Kemalizmi, en açık olarak yine kesintisizlerde “ Kemalizm, emperyalizmin işgali altındaki bir ülkenin devrimci-milliyetçilerinin bir milli kurtuluş bayrağıdır. Kemalizmin özü, emperyalizme karşı tavır alıştır. Kemalizmi bir burjuva ideolojisi veya bütün küçük-burjuvazinin ve yahut asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yanlıştır. Kemalizm, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında anti-emperyalist bir tavır alışıdır. Bu yüzden, Kemalizm soldur; milli kurtuluşçuluktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur. Ülkede, kendi solunda, emperyalizme karşı hiçbir devrimci, ulusal-radikal sınıf hareketi olmadığı, dünyada, bugünkü gibi milli kurtuluş savaşlarının destekçisi bir dünya sosyalist bloğunun olmadığı bir evrede, emperyalizme karşı, dünyada ilk muzaffer olmuş bir halk savaşını veren radikal-milliyetçiler, bu bakımdan, ülkemizin -kökeni Osmanlı alt bürokrasisinin ilericiliğine dayanan- bir orjinalitesidir. Kemalistler için ülkemizdeki, asker-sivil aydın zümrenin jakobenleri diyebiliriz. “ diyerek Kemalizmin o dönemdeki sınıfsal özünü de, o gün bu özün nasıl değerlendirilmesi gerektiğini de açıklamıştır. Bu gün milliyetçilik, özellikle tekelci burjuvazinin en gerici kesimlerinini elinde bir araç olmuştur. Katı milliyetçi ve devletçi gelenek, Kemalistlerin toplumdaki devrimci dinamiklerden çok faşist geleneğe daha yakın tavır almalarına neden olmuştur. Bu tavır alış her geçen gün daha belirginleşmiştir. bu gün toplum yapısında milliyetçi talepler en geri taleplerdir.

Bora kara “ bizde ona soralım; neden acaba? Ve sorumuzun ardından devam edelim, Lenin’in tarif ettiği anlamda devrimin objektif şartları dünya çapında tüm ülkeler açısından yeterli olgunlukta mıdır?... Ve ekleyelim içinde yaşadığımız ülke bakımından durum nasıldır, Yani olgunlaşmış bir milli krizden, devrimci durumdan söz edebilirmiyiz?.. Yani biz şimdi devrim aşamasındamıyız?... “diye haklı olarak soruyor. Tüm yazısının öğretici niteliği ötesinde sanırım bizden bir onay ve geliştirme bekliyor. Hayır sevgili bora,biz şu anda olgunlaşmamış devrimci durum olmasına rahmen devrim aşamasında değiliz. Kendiliğindenciliğe bırakırsak da asla gelemeyeceğiz. Emperyalizmle birlikte devrimin maddi şartları tüm dünya için olgunlaşmıştır, ülkeler ise kendi özgünlükleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Devrimci durum ve devrim ilişkisi bir an gibi anlaşılır, tüm değerlendirmeler buna göre yapılır oldu. Devrimci durum ve devrim bir çeşit neden sonuç ilişkisi olarak görülse de devrimci durumda genellik ama devrim anında öznellik vardır. Lenin de de görüldüğü gibi devrimci partinin, kadroların, programın hazır olmaması o anın ertelenebilir olmasını ve hazırlıklar tamamlanana kadar göze alınmamasını da içerir. Önemli olan bunu bir bilinmezliğe, kendiliğindenliğe bırakmamaktır, daha doğrusu aktüel uğrak anı bir ayaklanmaysa eğer bu ayaklanmada belirleyici, yönetebilir ve sonuç alıcı olup, bu sonucu sürdürebilme yeteneğini de kazanmak gerekir. Bizde ise bu bir çeşit tam dünyayı değiştirecektik, devir değişti hali olarak yaşanmaya başlandı. Bizim gibi yarı sömürge ülkelerde emperyalist hegemonya altındaki bütün geri-bıraktırılmış ülkelerde kriz, tam anlamı ile olgunlaşmış olmasa bile mevcuttur.Devrimci durum ile devrimin maddi koşullarının olması bir ve aynı şeyler değildir. Emperyalizm sürecinde yeni sömürge ülkelerde üretim ilişkileri emperyalist kapitalistlerin kendi ilişkilerine uygun olarak geri üretim ilişkileri zorunlu olarak çözülür. Ülkenin burjuvazisi “siyasal zoru”nu üretici güçlerin gelişmesi üzerine değil “mevcut üretim ilişkilerini “yaşatmak üzere kullanmaya yönelir. Böyle bir toplumda toplumsal dengeden söz edilemez. Toplumda hakim olan dengesizlik(yada suni denge)ve kaçınılmaz sonuç bunalımdır. Bu gün emperyalist kapitalist güçlerin üretim ilişkilerinde kendini kabul ettirmesi ve kendine tabii kılması “zorlamak”aynı zamanda bir uzlaşıdır. İktisai plandaki bu çelişme mutlaka sosyal ve siyasal plana yansır. Ülkemiz ekonomisi temelde dengesini sistemde bulmasına karşılık, ülkenin iktisadi evriminin zorlamanın dengesini üretici güçlerin gelişmesinde bulamaması, buna karşılık dışa bağımlı yapının getirdiği emperyalist kapitalist üretim ilişkilerinin zorlaması ile karşılaşması toplumsal dengeyi sunileştirir. Ülkemizde emperyalizmin ülkenin iç dinamiğini bozması, toplumu dengesizleştirmiş ve kendine uygun düşen bir suni dengeyi oluşturmuştur. Ekonomik buhranların siyasal buhranlara dönüşmemesindeki en büyük engel emperyalizmin vazgeçilemez bir olgu ve değiştirilemez bir kader gibi algılanmasıdır. Emperyalizm kendini ve verdiği zararları, ülkelerin içinde olduğu buhranları çok iyi gizlemektedir. Somut hiçbir zaman bizim keyfi niyetlerimize göre belirlenmez. Biz istesekte istemesekte olaylar kendi objektif gelişmesini(özellikle karşı devrimin taktikleriyle)sürdürür. Devrimci mücadelenin sorumluluğunu duyan her devrimci gelişen son olayları ve ülkeyi doğru olarak tahlil etmek ve ona uygun düşen taktik tavrını belirlemek zorundadır. Maddi yaşam koşullarının belirleyici olduğu düşünülürse yeni bir devrimci dalganın uzakta olmadığı da anlaşılır. Ancak devrimler ve yapıcıları için uzaklık ya da kısalık ölçüsü bildiğimiz zaman ölçüleri değildir; an ile 5-10 yıllar, 100 yıllar bazen çok kısa bazende çok uzun zaman dilimidir. Bu dilimde gerçek örgütlülüğün yaratılması asıl görevimizdir.
Emperyalizm dünya ölçeğinde sola yönelik tasfiye operasyonunu tamamlar, tamamlamaya hizmet eder bir nitelik taşıyor. Sadece düdük öttüğü zaman alanlara gelen ama düdük olmadığı zamanlarda keyfiyet hali sürdüren esnek, yumuşak, gevşek hatta şekilsiz ilişkiler üzerine oturmuş bir örgütlülük gerçekte örgütsüzlük savunuluyor. Sisteme şu ya da bu yönde dönme eğilimi belirdiği zaman bu durumlarda sistemin, solun sübjektif konumu üzerinde belirleyiciliği artar. Devrimci coşku, niyet ve program yitirildiği ölçüde onun yerini sisteme dair beklentiler alır. Ve bu subjectif konuma denk düşen örgütlenme başlar. Devrimin değil, öznelliğin gereklerine göre hareket tarzı oluşturulmaya başlar.
Bu gün ml örgütler gerçek misyonlarının kendine yüklediği sorumlulukları göğüsleyemeyecek, onun altından kalkamayacak duruma düşmüşlerse birinci görevleri potansiyel olarak sistemi tehdit eder boyutlara gelmek, bununla içi içe geçirmeleri gereken ve asıl çubuğun bükülmesi gereken yer sistemi tehdit edebilecek bir nitelik kazanmaktır.
Demiri tersine bükecek önderliksizlik yerine çaresizlikten söz etmek doğru değildir. Bu günler sınıflar çatışması yerine sınıflar uzlaşmasını öne çıkaran bu bağlamda tarihsel devrimci dönemle bağını kesen, çözümü emperyalizminde görmese de emperyalizmin küresel hamleleri karşısında çaresizlik tanımı yapan “devrimci yapılar”arttı. Emperyalizm kabul edebileceği bir “sol”u hiç eleştirmedi. Kendi kendine gelişecek olan bir demokratikleşme sürecinde “baskı grubu “olarak demokratik kitle örgütlenmesine başlamayı önerdi. Rejimin demokrasi dekoru sivil toplum kuruluşları, sendikalar, yasalar ve parlamentoda kendi sınırları ve gereksinmesi ölçüsünde temsil edilmesine ya da temsil hakkı bulunmasına izin verdi Demokratik kitle örgütlerinin siyasal yapılanmalar gibi algılanmasını, siyasal görevlerin bu yapının yasal sınırları içine terk edilmesini içeren bir görünüm kazandı. Bu yapılarda ileri talepler öne sürülse de uzun vadede reformizm gelişmektedir. Emeğin ekonomik demokratik mücadelesi örgütlenmesi ile siyasal iradenin, kadroların ve son tahlilde Leninist örgütlenmenin yaratılması birlikte ele alınmalıdır. Ama her koşulda Leninist örgütlenme ve siyasi iradenin yaratılması birincil ve öncelikli görevdir. Kapitalizmin-emperyalizmin kendi iç şekillenmesinden, ilişkilerinden, yapısal niteliğinden kaynaklanan sorunlara, kendi tarihsel dönemlerinde ve ülke özgüllüklerinde toplumsal muhalefet dinamiklerinin devrimci öncü ile buluşması, günü karekterize eden sosyal, ekonomik, siyasal sonuçlara müdahale etmeye başlaması bir zorunluluktur. Sisteme, emperyalizmin talepleri doğrultusunda yapılanma yenileyen devlete, onun araçlarına karşı oldukça güçlü bir potansiyel ve olanak biriktirmesi sebebiyle müdahale edemediğimizi yadsıyacak değilim. Ancak ekonomik ve politik baskının ve sonuçların yaşama yansıması hemen ve birebir olmaz. Biz bunun sonuçlarına müdahale edip her yönden sindirilmiş ve refleksizleştirilmiş toplumun önüne geçebiliriz. Devrimci önderlik, bilim çevrelerinden, mahallelere; çevreci ve sanatçılarla fabrikalara uzanabilme yaratıcılığını gösterebilen, yaşamın her alanına müdahale yeteneği kazanmış olan; bu canlı, dinamik ilişkilerin beslediği, karşılıklı ilişkilenme içinde olduğu bir olgudur. Doğru zaman, doğru yöntem, doğru araç ve doğru devrimcilik ilişkisi bunu besler.
Günümüz de aynı teorik perspektifle beslendiği halde ayrılan bir sürü devrimci yapının teorideki aynılığının pratikteki yansıyışları farklı olmakta, hayatla kitap arasındaki ilişki kesilmektedir. Bu gün devrimci durum, devrim, devrimci örgütlenme ve kitle ilişkileri açısından kitaptan hayata hayattan kitaba bir beslenme şekli, marksist teori ve pratik birlikte geliştirilerek başarılabilir.
Halkların kendi yaşamlarına irade koyma konusundaki eksiklerine vurgu yapmak için “her halk hak ettiği şekilde yaşar”denir. Gerçekte bu eksik ve halklara karşı haksızlık içeren bir nitelemedir. Ezilen halkların bilinçlenerek kaderini ellerine alması kendiliğinden bir gelişim izlemez. Bu nedenle işçi, köylü, siyah, Kürt, alevi… Vb olmak başlı başına bir değer olamadığı gibi değiştirici ve dönüştürücü rol içinde yeterli değildir. İşçi sınıfı ideolojisi olarak bilinen marksizmin işçi sınıfına dışarıdan taşınmasının nedeni budur. Ve yine bu nedenle Leninist bir partinin önderliğinin şart olması evrensel bir tezdir. Bu durum devrimcilere halkın geleceği açısından tayin edici bir rol yükler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder