|
Ayhan GÖKVELİOĞLU |
Tarih, 1979'un 1 Mayıs'ı. Tutsaklığımın ilk yılları ve cezaevi sürgünlerim yeni başlıyor.
Ayaklarından sevk zinciriyle birbirine bağlanmış, elleri kelepçeli dört genç
adam. Nereye gittikleri ve nelerle karşılaşacaklarını bilememenin
tedirginliğine rağmen bir sürgün yolculuğunda da olsa, mahpushane duvarlarının
dışına çıkıp şehirlerarası bir yolculuk yapmanın hüzün ve
"keyif" karışımı duygularıyla, sigaralarından derin nefesler çekerek
bundan sonrasının durum tahlillerini yapmaya çalışıyorlar. Gidecekleri cezaevleriyle
ilgili bildiklerini gözden geçiriyor, daha sonra kendi aralarında nasıl
haberleşeceklerini, mektuplarda kullanacakları şifreli sözcükleri, dışarıyla
ilk kim bağlantı kurarsa diğerlerinin de nerelerde olduklarını haber
vermelerini filan... Üstlerinde var olan para ve sigaralar paylaşılıyor. Belki de
uzun süre bir arada olamayacaklarını bilerek dostluğun sohbetini çıkarmayı,
bileklerini acıtmaya başlayan zincirlere rağmen başarıyorlar.
Cezaevi
ringinden ilk ben iniyorum. Son bir defa daha kucaklaşıyor ve vedalaşıyoruz.
Ring gecenin karanlığında uzaklaşırken ben gardiyanların pek de dostça olmayan
refakatleri eşliğinde Bolvadin Cezaevinin
kapısından içeri giriyorum...
Sonra bildiğimiz
rutin; sadece iç çamaşırı ile kaldığın arama, sürgün dosyanın incelenmesi, itip
kakmalar, tehdit ve hakaretler. Senin karşı koyuşun, karşılıklı bağrışmalar,
attığın sloganlar, bir anda üstüne çullanan gardiyanlar, tekmeler, yumruklar
ağzında alışkın olduğun kendi kanının tadı. Sürüklenerek geçirildiğin
koridorlar, açılan demir bir kapı, beton zemin üzerine fırlatılışın, kapanan
demir bir kapı ve Bolvadin'de ilk gece başlıyor...
İşkenceden sonra
duyulan o garip uyuma hissi ve bir sigara yakmaya duyulan dayanılmaz istek.
Sigara yok, uyumak ta mümkün değil, en iyisi kalkıp volta atmak. Üç adım volta
menzilinde geçen zaman. Gecenin ağır sessizliği ve birden sessizliğin işkence gören bir insanın çığlığıyla
bozuluşu. Ardından açılan kapı ve yaklaşan ayak sesleri "kimi
getiriyorlar" diye merak edişin. Hücre kapının açılışı tekmelerle,
yumruklarla yeniden dışarı çıkarılış, bir saat kadar önce işkence gördüğün yer,
çember sakallı bir gardiyanın "seni daha falaka faslından geçirmedik"
diyen sesi. Çıplak ayaklarına inen sopa darbeleri, tabanlarından omurlarına ve
oradan beynine doğru yüklenen acı. Acıya karşı bağırma hissi. Ama ah! Demek
karşılarında küçülmek yok.. Fakat acı ancak ciğerlerden bir sesin çıkmasıyla
hafifleyecek sanki. Ve sesini bırakıyorsun; " faşist köpekler bunun
hesabını vereceksiniz, devrimcilere işkence yapmanın ne demek olduğunu
öğreneceksiniz..” Ayağa kaldırılışın, yerde ki ıslak tuzun üzerinde yürümeye
zorlanışın, sırtına çıkmaya çalışan bir gardiyan. İtişler kakışlar, açılan
kapılar, kapanan kapılar, beton zemin üzerinde boylu boyunca yatan bedeninin
ayağa kalkmak istemeyişi. Sonra zorla doğruluşun, hücrede yalnız olmadığını
görüşün. Karşında biraz önce senle beraber işkence gören adamın kaygılı
ve biraz da şaşkın bakışı.