7 Kasım 2011 Pazartesi

MARKSİZM VE TEORİ PRATİK İLİŞKİSİ (2)/ Bora Kara

"komünist için sorun, mevcut dünyayı devrimci bir biçimde değiştirmek,
bulmuş olduğu duruma hücum etmek ve onu pratik olarak değiştirmektir"
(Marx ve Engels, 1987: 49). A. İdeolojisi. Dünyayı yorumlamak, anlamak çabası ancak pratikle boş bir gevezelik olmaktan çıkar. Ama sözü edilen pratiğin devrimci pratik olduğunu unutmadan. Evet, “teori olmadan pratik olmaz” Pratik olmadan teori ise, içi boşaltılmış, ölü doğmalar yığını olmaktan öteye geçemez.”



Böyle bitmişti bir önceki yazımız. “içi boşaltılmış, ölü doğmalar yığını” Siyasal yaşamımız boyunca ne kadar çok duyduk bu sözleri, Tartışmanın her hangi bir yerinde kocaman harflerle çıkıverirdi karşımıza. Tartışmadaki muhatabımız, bir başka yerde soruverirdi; “siz bu savunduğunuz devrim anlayışını Marks’ta ya da Lenin’de gösterebilirmisiniz?” Gösteremezdik (?) Devrim anlayışımız “kitaba uymadığı” için sınıfta kalırdı. Sonra sınıf mücadelesinin pratik gelişimi içinde hayatın bir yerinden mevcut pratiğin ihtiyaçlarına denk düşen bir örgütlenme biçimi çıkardı ve birileri yine sorardı, “ bu savunduğunuz anlayış ML şu ilkelerine uymuyor” Ama derdik yaşama uyuyor, yaşam kitaplara uymuyorsa bu bizim suçumuz değil. Ya da siz yaşamı kitaplara uydurmaya çalışıyorsanız bu sizin suçunuz. Oysa sorun kitaplar değildi. Sorun kitapla yaşam, diğer bir anlamıyla teori ile pratik arasındaki bağın koparılmasıydı. Bunaldığımızda Lenin’le birlikte kitabın\ teorinin ta içinden bağırırdık. “ isa aşkına bir kez olsun bütün şablonları bir kenara bırakın” Böyle sürüp giderdi bu tartışmalar en dogmatikler bile bir başkasını dogmatik olmakla eleştirebilirdi, en oportünistler diğerini oportünist olmakla. Bereket sınıf mücadelesinin yükselen dinamikleri içinde öne çıkan pratik turnusol özelliği ile kimin ne olduğunu iyi kötü ortaya çıkarırdı…

Bir süre sonra temel kavramlar hayattan kopuk bir biçimde teorik lafazanlıklarla tekrarlana tekrarlana içi boşalır, büzüşür ve ölür. Teorik soyutlama ve tarihsel birikim var olan güncel somutluk içinde kendini yeniden üretip bir üst düzeydeki teorik soyutlamaya yükselip daha gelişkin bir düzeyde somuta dönmesi gerekirken tam tersine tek kanatlı bir kuşa döner. Ya somutun tahlili ihmal edilir ve zamansız mekânsız bir soyutlamayla boşlukta dolaşılıp durulur. Ya da, somutun tahlili adına sadece çıplak olguların ortaya konduğu, Marksizm’in pozitivizmle tahkim edilmiş haliyle yetinilir.
Böyle bir girizgâhtan sonra ayrıntılara gömülmeden sözü Lenin’e bırakalım.



“Engels, kendisi ve ünlü dostu hakkında şöyle derdi; Bizim doktrinimiz bir doğma değil, bir eylem kılavuzudur. Bu klasik formül marksizmin sık sık gözden uzak tutulan bir yönünü etkili ve çarpıcı bir biçimde vurgular. Engels’in sözüne kulak asmadığımız takdirde, marksizmi şekilsiz ve kırık dökük bir mumya haline sokmuş, canlı ruhunu boşaltmış, teorik temellerini yıkmış oluruz. Oysa marksizmin teorik temelleri diyalektik ve her şeyi kapsamına alan çelişkilerle dolu bir hareket anlamında tarih teorisidir. Bunu gözden uzak tuttuğumuz taktirde, marksizmin çağın pratik sorunlarıyla, o her yeni dönemeçte değişebilen güncel sorunlarıyla ilişkilerini koparmış, hiç değilse gevşetmiş oluruz.” Lenin- Karl Marks ve doktrini

Gerçek yaşam yani pratik, sürekli hareket halindedir, durmadan değişir “değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” (bir zamanlar bu sözcüğü olur olmaz insanın ağzından duymaktan öyle bir sıkılmıştım ki!) irili ufaklı binlerce çelişkiden, iç bağlantılardan, alt üst oluşlar, duraklamalardan, sıçramalardan oluşan bir yaşam. Ve Marksist yöntem, aslında öz olarak, “tek ölçütünün gerçek toplumsal ve ekonomik gelişme sürecine uygunluğu” çümlesinin anlattığıdır. “ gerçek toplumsal ve ekonomik gelişme sürecini” dikkate almayan bir düşünce idealizmin her biçimiyle adlandırılabilir ama Marksizm’le asla. Bu yüzden Marksizm aradığımız her şeyin ayrıntılı özetini bulduğumuz, bütün soruların kalıp yanıtlarının olduğu ve her karşılaştığımız\karşılaşacağımızın hazır bir reçetesini bize veren “hazırlop” bitmiş tamamlanmış bir düşünce değildir. O bize temel önermeleri verir. Örneğin, zora dayalı devrim temel bir önermedir. Biz bunla yetinmezde bu zorun hangi biçimde ( devrim stratejisi\ devrim anlayışı) uygulanacağının ayrıntılarını ararsak birden bire Marksizmin yetersizliği(?) ile karşı karşıya kalırız. Marks bize sermaye birikiminin, sömürünün kaynağı olarak artı- değeri temel bir önerme olarak ortaya koyar. Biz yine bununla yetinmez, bu artı değerin elde ediliş biçimindeki çeşitli teknik yöntemsel farklılıkların ( Taylor sistemi, parça başı, esnek üretim vb) birebir karşılıklarını marks’ta arayıp bulamaz hele ki artı değer dışında “tekel karı” diye bir olguya doyurucu bir biçimde onda rastlayamazsak yine marksizmin “yetersizliğiyle” karşı karşıya kalıveririz. Bu “yetersiz” marksizmi “geride bırakmaktan” “ aşmaktan” başka çaremiz yoktur. Ne var ki “aşmacıların” çoğunun yaptığı ortaya ya marksizmin dogmatizmle malul halini “kaba marksizmi” ya da 2 enternasyonal damgasını taşıyan ekonomik indirgemeci halini ortaya koyarak aşmaktan öte bir şey değildir. Aştıkları nedir bilmeyiz ama Marksizm değildir. Biz ekonomist yorumu şimdilik bir kenara bırakıp dogmatizmle devam ediyoruz. Ama önce niçin dogmatizmle devam ettiğimizi, yazımızın ikinci bölümünde bu konuya ağırlık vermemizin nedenin açıklayalım.

12 Eylül yenilgisinin ardından her yenilgide olduğu gibi yenilgi nedenleri üzerine kafa yorulmaya başlandı. Bu sorgulama iki biçimde yapıldı. Bir kısmı bizim yapamadıklarımız, yanlışlarımız, ML yöntemi kavrayıştaki sorunlarımız vb. üzerine yoğunlaştı. Bir diğer kesim ise doğrudan teorik kaynağın kendisini yani ML.i sorgulama adına revizyonunun ilk adımlarına başladı. İkinci kesim bunu pat diye yapmadı, başta utangaç ve temkinli bir biçimde deyim yerinde ise ortamı yoklaya yoklaya, alıştıra alıştıra başladı. Bir süre sonra bu kısmın, bir kısmı “marksizmin gayrı resmi inkârından resmi inkarına” geçti. Gayrı resmi inkârcılardan ise ortalıkta hala bol miktarda var. ML. Lerin gerek ülke özgülünde gerekse hemen bunu üstüne binen uluslararası yenilgi ve gerileme ortamı içinde adeta abondane duruma düştükleri bu süreçte burjuva ideolojisi açık bir biçimde üstünlüğü ele geçirdi. Bu üstünlüğü ele geçirişteki altı çizilmesi gereken önemli nokta bu işte en önemli görevi sol içinden çıkartılan devşirmelerin yerine getirmesiydi. Yine belli başlı siyasi yapılar bizzat barutu tükenmiş ve teoriyi ve politikayı kendi öznel ihtiyaçlarına göre yorumlayan eski önderler tarafından tasfiye edildi. Bu dönemin jargonuna hâkim olan kavramlar; "değişim", "aşma", "yeni", "çoğulculuk", "demokrasi", vb. idi. Bazı arkadaşlarımızın çok sevdiği gök kuşağı benzetmesi o dönemler ML. Örgüt anlayışının Mevlana tekkesine dönüştürülmesinin popüler kullanımıydı.

Bu sağ savruluşun dışında kalan devrimci kesim bir tür refleks biçiminde var olan teorik ve pratik birikimlerine sıkı sıkıya sarılırken, tersi bir tepkiyle de yukarıda yazdığım kavramlardan da uzak durdular. Bunda çokta haksız sayılmazlardı, nerede birileri yeni, değişim diye başlasa ardından bir tasfiye, revizyon ya da inkar kendini ortaya koyuveriyordu. Bu satırların yazarı da dâhil olmak üzere ne zaman benzeri sözlerle başlayan bir şeyler duysak tüylerimiz diken diken “ dur bakalım altından ne çapanoğlu çıkacak" diye beklerdik. Ne yazık ki çoğu zaman da yanılmadık.

Oysaki bu kavramların birçoğu Marksizmin temelini, omurgasını oluşturan diyalektik ve tarihsel materyalist yöntemin en önemli kavramlarıydı. Durum karmakarışıktı. Tasfiyeciler, inkârcılar bu işi bizzat Marksizmin kendisini kullanarak yapıyorlar ve devrimci kesim gittikçe bu kavramlardan ürküyor, uzaklaşıyordu. Kendi içlerine kapandıkça, kendilerini sorgulamaktan korktukça “somut şartların somut tahlili” “değişen koşulların” ML. Yorumu üzerinden yükselen bir teorik ve politik çıkışı yakalayamıyor, savunma pozisyonundan çıkamıyorlardı. Bir anlamda gerçekten dogmatikleşiyorlardı. Sağ savruluş kadar dogmatik gelişime karşı da iyi kötü direnenler ise maalesef çok azdılar ve genel hava içinde dogmatik etiketinden onlarında kurtulmaları mümkün olmuyordu. Bu son saydıklarımın durumu daha ilginçti sağa savrulanlar tarafından dogmatik, gerçekten dogmatik olanlar tarafından ise, en azından sağ savruluşa yönelmiş olarak görünüyorlardı.
Burada altını çizmeye çalıştığımız ve önemli gördüğümüz nokta şurasıdır. Devrimciler sağ saldırının etkisiyle kendi ilkelerine sıkı sıkıya sarılırken gittikçe kendi içlerine kapanıp, büzüşerek var olanda “donmaya” başladılar. Bu donma hali, hem karşı tarafın ML düşüncenin temel birçok ilkesini bozarak kendilerine mal etmelerine neden oldu. Hem de donma, durma halinin kaçınılmaz sonucu olarak “ hayatın bizleri sollayıp geçmesiyle” sonuçlandı. Bütün bunlardan ötürü sağdan kopuşu sağlayacak, safları belli edecek ciddi bir kopuşun gerçekleşmesi de mümkün olmadı. Dememiz odur ki, bu gün yaşanan teorik keşmekeş ortamı içinde devrimci sosyalist düşüncenin, ML. Teorinin Bu kadar kolay ve rahat bir biçimde tahrif edilip itibarsızlaştırılmasında devrimci sosyalist kesimin teorik savunma pozisyonundan kurtulamayıp dogmatik bir görüntü ortaya koymalarının da rolü büyüktür. Oysaki devrimciler geçmişte bu kadar tutuk ve çekingen değildiler.

“dogmacılık bu anlamda marksizmin reddettiği bir akımdır. Marksizmin teorisini dondurmaya yönelir. Marksizmin lafızlarına sıkı sıkıya sarılır, gelişen ve ortaya çıkan her yeni durumu incelemeye gerek görmeden büyük ustaların yazılarına atıflarla yetinir. O, marksizmi bir dogmalar yığını olarak görür. Dogmacının kafasında hareket mekanik bir anlam kazanır. Bu haliyle tarihi de tekrarlardan ibaret bir oluşum olarak, değerlendirir. Dogmatik düşünce olayları büyük tarihsel paralelliklerle açıklar. Bugün olmakta olanları dün olanlara benzetir. Dün olanlar için söylenen ve yazılanları bugün olanlara uydurmakla yetinir (…)Olaylar arasındaki kaba benzerlikler onun için büyük bir anlam ifade eder ve herşeyi de bu kaba benzetmelerin üzerine kurar. Marksizme göre "eski" "yeni"nin içinde vardır ama "yeni" olan "eski" den farklı bir şeydir, İşte dogmacının mekanist bakışı, yenideki eskiyi görür. Yeniyi eskinin bir tekrarı sanır.”Devrimci Yol -sayı1- 1977

Marksizmin lafızlarına sıkı sıkıya sarılmak ama bu “lafızların” hangi tarihsel dönemde, hangi koşulda, kısacası hangi somutta söylendiğini göz ardı etmek…
Dün, bu gün, yarın arasında diyalektik bir süreklilik ilişkisi olduğunu, bu günün dünün içinden geldiğini bilmek ama aynı zamanda dün ile bu günün aynı şeyler olmadığını anlayamamak…
Paris komününden Ekim Devrimine, Asya’dan Afrika’ya, oradan Latin Amerika’ya kadar tüm devrimci mücadele tarihinin bu güne taşınması gereken evrensel değere sahip temel ilkeler içerdiğini bilmek. Ama aynı zamanda her birinin kendi özgül şartları olduğunu yani sadece o özgüllük içinde önemli olanları bu güne, bu mekâna taşırken orada bırakmak, ayıklamak gerektiğini unutmak… Örneğin; Ekim devriminin Tarihteki bütün görkemiyle, teorik, pratik olarak evrensel ilkeler diyebileceğimiz katkılarına bunların dün olduğu kadar bu günde geçerli olduğunu ve bunlara ısrarla sarılmak gerektiğini bilmek. Ama Ekim Devriminin aynı zamanda özgül nitelikleri olduğunu bunların başka bir ülke devriminde normatif bir değeri olmadığını unutmak. Yani şablonculuk, kopyacılık denilen yanılgıya düşmek.
Dogmatizm üzerine daha bir sürü şey yazılabilir ancak biz yazımızın özel nedenlerine bağlı olarak vurgulamak istediğimiz şu olabilir ML. Düşüncenin dogmatik yorumu doğrudan marksizmin aşıcılarını yani her türden revizyonizmin elini güçlendirici bir özellik taşır. Bu yüzden dogmatizm ve revizyonizm karşılıklı olarak birbirini besler. Revizyona karşı mücadelede mümin ve münkir mantığı içinde iman gücüyle başarılı olunamaz. Aynı zamanda teorik bir cesaret gerekir. Bu ise aslında ML. Yöntemi kavramaktan başka bir şey değildir. Bu yöntemin adı ML. Literatürde diyalektik materyalizmdir. Marksizm, “birinci olarak, tarihin materyalist anlayışına, ikinci olarak da, diyalektik yönteme dayanır.” Bunu diyen Lenin bu yöntemin nasıl anlaşılması konusunda bir başka yerde devam eder. “Ölü bir dogma, tamamlanmış, hazır, değişmez bir doktrin olmayıp canlı bir eylem kılavuzu olduğu içindir ki, marksizm sosyal yaşam koşullarında meydana gelen ani değişiklikleri yansıtmazlık edemez.” Bizde ekliyoruz, devrimcilerde bu “sosyal yaşam koşullarında” ortaya çıkan değişiklikleri görmemezlikten gelemez. Ne var ki bunu yaparken doğru olanı, tarihsel birikimlerimiz içinde temel olanı ısrarla sahiplenmekten ve savunmaktan vazgeçmeyi vaaz edenlere karşı amansız bir mücadeleyi elden bırakmadan. Elden bırakmadan, ama bunu iman gücüyle değil bilimsel bir yöntem ve ille de ille “sosyal yaşam koşullarındaki değişikliliklere” denk düşen teorimizin yeniden o “sosyal yaşam koşulları” içinde sınanmasını sağlayarak. Yani teori ve pratiğin birliği... Bilgi\teori mutlak ve göreli olmak üzere ikili bir gelişim gösterir. Bu
yüzden bilgi hem tamdır, hem de eksik. ML. Bize tüm bilgilerin bir toplamını, özetini vermez. O bize temel önermeleri ve yöntemi verir. Ondan sonrası bize düşer eğer biz kendi üzerimize düşen misyonu yerine getiremiyor ve gelişen yaşamın değişen sorunları karşısında bildiklerimiz ve yaptıklarımız üzerine bir şey eklemeden sadece şu ana kadar üretilmiş olanları tekrarlayıp duruyorsak ( bu üretilmiş olanların yanlış olduğu anlamına gelmiyor) Revizyonizmin revizyon için çokta fazla çaba harcamasına gerek kalmaz. Hatta işin trajik yanı ML.in Kendine ait kavramlarla ML. Delik deşik edilmesine tanık olurken ML.’lerin “marjinal” “çağdışı” “tutucu”
Her türlü sağ savruluşun ise ne kadar yaşama denk düşen bir anlayışmış gibi görünmesine algılanmasına neden oluruz.
Bir kez daha tekrarlıyoruz; dogmatizm ve revizyonizm birbirlerinden beslenen iki sapmadır. ML ise bunların ikisi de değildir.






“. Revizyonizm temel çizginin değişmesine yol açmayacak taktik gelişmelerden kalkarak, yeni şartlara uymadığı gerekçesi ile marksizmin temel kuramlarının geçersizliğini ileri sürerken, dogmatizm gelişen yeni durumlara uygun tavırlar alınmasını başka şartlar için geçerli ilkelere dayanarak reddeder veya genel doğrulara dayanarak özel şartlara uygun görevleri engeller. Her iki akım da neticede şomut şartlarda uygulanması gereken devrimci mücadele taktiklerine karşı çıkarlar. "Ya zaman ve mekan şartlarını dikkate almadan marksizmin ustalarının başka tarihi şartlar için ileri sürdükleri ve yaşanılan dönemde eskimiş olan tezlere dört elle sarılır ve bu tezleri kendi sapmasına dayanak yapmaya çalışır. Veya Marksizm-Leninizmin her şart altında geçerli tezlerini zaman ve mekan değişmiştir, o yüzden geçerli değildir diyerek marksizmi revize eder."Devrimci Yol- İtalik yazılar Mahir Çayana aittir-

Bu yazımızda çubuğu birazda kendimize yani devrimcilerin revizyonizme karşı mücadeledeki eksiklerine ve yöntem hatalarına çekmeye çalıştık. Gerçekten bir çıkışı, parçalanmayı yaratacak olan bu ülkenin devrimci damarıdır. Ancak bu damarın, ML. Yöntemin hayat içinde karşılığını bulan canlı ve yaşayan özellikleriyle beslenmesi gerekiyor. Bu ise gerek teorik, gerekse pratik bir cesarete ihtiyaç gösteriyor. Bu cesaret belki bir süre daralmayı, hatta anlaşılmamayı beraberinde getirebilir. Ama niteliksel sıçramanın bir yolu da bazı şeyleri göze almaktan geçiyor. Unutmadan ekleyelim, bazı kafalar pratik cesaret denilince gayrı ihtiyari hemen silaha sarılmak ya da daha çok silaha sarılmak türünden bir şeyler anlıyor. Silahta bu tanımın içine giren bir öğe olmasına rağmen pratik cesaretten kastımız daha geniş ve çok bileşenli bir tanımdır. Bir anlamda bir “davranış” , tarz farklılığıdır. Bu coğrafya insanlarının çoktandır unuttuğu devrimci tarzın pratik olarak ortaya konmasıdır. Devrimci tarz ise silahı iyi kullanan değil, birçok şeyin yanında silahı da iyi kullanandır.
__Bora Kara________________

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder