"Ancak kendi özgücümüze güvenerek bu ölüm kalım
mücadelesinin altından alnımızın akıyla çıkabiliriz. (Elbette bu, ittifaklardan
yararlanmamak demek değildir. Mücadelemizin bütün aşamalarına “mümkün olan en
geniş cepheyi kurmak politikası” hakim olmalıdır) Mahir Çayan, Toplu Yazılar, sayfa 84
12 Eylül’ün ön günlerinde bu
ülkede yaşayan herkes tarafından şu veya bu şekilde öngörülen şey, askeri bir
darbeyle faşizmin açık icrasına geçileceğiydi. Yani 12 Eylül; bir gece aniden gelen,
beklenmeyen bir sürpriz değildi. Birçok siyasi yapı bu gelişi görüyor ve buna
uygun bir pozisyon almaya çalışıyordu. Bu pozisyon alışın çokta başarılı
olmadığını daha sonraları gördük. Özellikle dönemin en önemli hareketlerinden
bir olan Devrimci Yol yaptığı açıklamalarla “sivil faşist saldırıların, yerini
resmi faşizme bıraktığını mücadelenin zorlu bir aşamaya doğru gittiğini ve bir
an önce birleşik bir cephenin yaratılması gerektiğini” söylüyordu.
Böyle bir birliğin yaratılması
mümkün olmadı. Bunun nedenleri başlı başına ayrı bir tartışma konusu. Sonuç
olarak; 12 Eylül faşizmi karşısında Türkiye Devrimci Hareketi gerekli
direnişi örgütleyemeyerek, bir bütün olarak faşizm karşısında yenildi. Şu veya
bu hareketin yenilgisinin, diğerlerinden daha uzun veya daha kısa bir sürece
yayılmış olması bu sonucu değiştirmiyor. Elbette devrimci yapılar başlangıç
itibarıyla kendi anlayışlarına ve güçlerine göre bir direniş ve toparlanma
çabası içinde oldular. Gerilla mücadelesinin örgütlenmeye çalışılması,
kentlerde yapılan eylemler, birleşik cephelerin yaratılma gayretleri, yapıları
yeniden toparlama çabaları vb. Bu süreçte birçok devrimci şehit ve tutsak
düştü. Ama sonuç olarak, merkezi yapıların büyük oranda dağılmış olması, önder
kadroların büyük bir bölümünün daha başlangıç itibarıyla tutsak düşmesi (ki bu
devrimci yapıların en büyük zaaflarından biridir) ve daha birçok öznel ve
nesnel nedenden dolayı 12 Eylül süreci, devrimci güçlerin yenilgisiyle
sonuçlandı.