22 Mayıs 2012 Salı

MARKSİZM VE TEORİ PRATİK İLİŞKİSİ (3)/ BORA KARA

“dogmacılık bu anlamda marksizmin reddettiği bir akımdır. Marksizmin teorisini dondurmaya yönelir. Marksizmin lafızlarına sıkı sıkıya sarılır, gelişen ve ortaya çıkan her yeni durumu incelemeye gerek görmeden büyük ustaların yazılarına atıflarla yetinir. O, marksizmi bir dogmalar yığını olarak görür. Dogmacının kafasında hareket mekanik bir anlam kazanır. Bu haliyle tarihi de tekrarlardan ibaret bir oluşum olarak, değerlendirir.” Marksizm ve teori pratik ilişkisi(2)

Dogmatik kafaya göre, Marks kapitalizmin tüm tahlillerini yapmış ve bitirmiştir. Kapitalizmde hala varlığını sürdürdüğüne göre artık çok fazla kafa yormaya, ayrıntılara boğulmaya gerek yoktur. Reçete ve formüller eldedir. Bunları pratiğe dökmekten başka yapacak bir şey yoktur. Ama “hayat hiç bir zaman şu ya da bu şemalandırmaya harfiyen uygun olamaz. Her soyutlama ve şemalandırma gerçeğin bir kısmını ihmal eder, bir kısmını ise ister istemez abartır. Fakat teorik tahlil, hayatın giriftliğini ve çok yanlılığını kolay anlaşılır hale getirerek eylem kılavuzluğu görevini yerine getirir." ( Mahir çayan)  hayatın söz konusu girifitliğini, çok yanlılığını göz önünde bulundurmayan bir teori ise hayata uygulama, yani pratiğe dökme aşamasında sorunlarla karşılaşır, bir türlü pratiğe geçirilemez. Geçirilse bile hızla hayat/pratik tarafından geçersizleştirilip geri kusulur. Bu pratik geçersizleştirmeden sonra gerekli dersler çıkarılamaz, teori yenilenip geliştirilemezse kısır bir döngü içinde dönülmeye başlanır. Ve sorun daha çok bir takım biçimsel, teknik ve öznel hatalarda aranmaya başlanır. Kısır döngü bir süre sonra, bıkkınlık, yorgunluk, biçime dair kısır tartışmalar üzerinde yükselen tıkanma hali, iç tartışmaların giderek nesnelliğini yitirerek öznelleşip kişiselleştiği bir seviyeye doğru düşer. Söz konusu zaaflara sahip yapıların son görünümleri, söyledikleri başka, yaptıkları başka olan yapılar haline dönüşmektir.


Dogmatizm, gelişmeyi, değişimi ve hareketi görmez. Ya da yeteri kadar göremez. Onun için adeta “güneşin altında yeni hiçbir şey yoktur”. Doğrulara sıkı sıkıya sarılır, ama doğrunun dümdüz bir görünüm ortaya koymadığını, kendi iç hareketi ve gelişimi olduğunu unutur. Çocuk, ergen, yetişkin, yaşlı bunların hepsinin insan olduğu doğrudur. Ama her birinin de ayrı özgün çelişkilere sahip olduğu da doğrudur. Dogmatizm bir sürecin bütünlüğü içinde farklı aşamaları olduğunu unutur. . Dogmatizme ait düşüncelerimizi daha önce yazdık, bu yüzden bu yazıda fazla uzatmıyoruz.
                                                                               *                                                                 
Günümüze damgasını vuran sağ sapmanın çeşitli renkleri farklı farklı isimlerle adlandırılsa da biz genel ve kapsayıcı bir tanım olarak revizyonizm tanımını kullanacağız. Çünkü sorunumuz, farklı isimlerle tanımlanmış olsalar da hepsinin ortak kesişeninin ML.’in revizyonu olmasıdır. Revizyonun dilimizdeki karşılığı yenilenme, yenileme, düzeltme olarak karşılanır. Bu yüzden revizyonistler ortalığa biz revizyonistiz diye çıkmazlar. En sevdikleri kelimeler yenilenme, yenileme, düzeltmedir. Adeta revizyonizmin kod adları gibi… Tabi suç kavramlarda değil, bu kavramların onların elinde nasıl kullanıldığında…

Bu konuda biraz belleklerimizi tazeleyecek olursak; Revizyonizmin piri Bernstein’dir.
Bernstein Marks'ın görüşlerinin eskidiğini ileri sürdü. İdeolojik planda Marksizm’in özü olarak ne varsa onları düzeltmeye çalıştı. Marksizm’in iktisadi ve felsefi alandaki teorilerini reddetti. Politik alanda ise marksizm’in işçi sınıfı mücadelesine yön veren evrensel kuramı olan sınıf mücadelesi yerine sınıflar barışını koymaya kalktı. Burjuva parlamentarizmini ve demokrasiyi sınıflar üstü bir şey olarak göstererek, bu şartlarda proletaryanın sınıf mücadelesini, reform talepleri ve ekonomik düzeltmeler-reformlar derecesine indirdi.”  Ondan sonra gelenler, şu veya bu değişikliklerle ama özünde aynı yöntemlerle revizyonlarını sürdürdüler. Bir dönemler Bernstein’in Marksizm’in doğrudan inkârı diyebileceğimiz yöntemi işe yaramaz olunca, ortalığa gayrı resmi inkârcılar çıktı. Bu dönem ML devrimci düşüncenin en güçlü olduğu ve devrimci pratiğin en yüksek olduğu dönemlerdir. Bu yeni sürüm,  ML’i sözde reddetmeyen ama değişen koşulları ileri sürerek Marksizm’in özünde var olan her şeyin tahrifine yönelen bir anlayıştı. Literatüre modern revizyonizm olarak geçen bu anlayışın tarihteki tipik temsilcisi SSCB revizyonizmi ve uluslar arası düzeydeki takipçileri olmuştur.
Günümüzde ise melez bir durum vardır. Bir kısmı adeta 19.yüzyılın sonlarına dönerek,  bernstein’i yeniden keşfetmiş (tıpkı kautsky’nin yeniden keşfedilmesi gibi) resmi inkârcılar saflarında yerlerini almışlardır. Diğer bir kısmı ise, modern revizyonizmin günümüzdeki sürümü olarak ML düşüncenin (bunların bir kısmı Leninsiz bir Marksizm savunucusudurlar) has savunucuları olmaya çalışmakta ama tarihteki tüm önderleri gibi “değişen koşullar” jokerini tahrifatın temel argümanı olarak kullanarak gayrı resmi inkârcılar olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Kısacası günümüzde durum biraz daha karışıktır. Revizyonizmin ortaya çıktığı kılıklar ve değişik burjuva ideolojileri ile karşılıklı beslenme ile oluşturduğu melez çeşitliliği epeyi artmıştır. Bu da kavram kargaşasına yol açmakta, tanımlama zorluğuna neden olmaktadır. Sağ sapmaların değişik biçimleri öz olarak aynı alandan( bu alan genel tanımıyla düzen içi alandır) beslendikleri için aralarında yoğun bir didişme ve rekabet vardır. Örneğin; biri diğerini “Ortodoks” bir duruşla liberalizmle suçlarken, diğeri de “has Marksist” bir duruşla muhattabını, “ulusalcı” “Kemalist” vs. olmakla suçlar. Bir başkası vurgusuna, biraz “sivil toplum” biraz, Gramsci, Chavez, Latin Amerika filan karıştırıp diğerlerinden ayrı, özgün bir duruşu varmış gibi görünmeye çalışır. Aslında öz olarak aralarında hiçbir fark yoktur. Hepsi düzen içi politikayı temel alan, parlamenterizm, yasalcılık, dernekçilik, ekonomizm gibi ortak kesişenlere sahiptirler. Ve hepsinin ortak korkusu düzen sınırlarının zorlanmasıdır. Bu yüzden hepsinin panik içinde sık sık kullandıkları cümle “aman provaksyona gelmeyelim” dir. Özellikle kendilerinin de içinde bulundukları bir alanda devrimcilerin insiyatifi ile militan bir eylemsellik ortaya çıkmışsa, kendi tabanlarını sakinleştirebilmek ( doğrusu pasifsize edebilmek) için bu cümleye ihtiyaç duyarlar. Hep "soğukkanlı, sakin, aklı başında, olgun" sosyalistler gibi davranmaya çalışırlar. Durmadan kavga çıkartan, düzenin kolluk kuvvetleri ile karşı karşıya gelmeye neden olan, öfkelenip şiddete yönelen devrimcilerden hiç  hoşlanmazlar. Halkla olan ilişkilerinde sık sık kendilerinin bu "maceracı yapılardan" farklı olduğunu vurgulamaya özen gösterirler. Eylem alanlarında, “ulan bir bahane bulsak ta şunlara bir saldırsak” diye, sabırsızlıkla bekleyen polise karşı “ bizler aynı zamanda sizin haklarınız içinde buradayız, sizlerde emekçisiniz vs) diye başlayan nutuklar atarak polise şirinlik muskaları yazdıkları da görülen vakalardandır. Kısacası, bütün çeşitliliklerine rağmen ve bizler bu çeşitliğin yarattığı ideolojik ve teorik bulanıklık karşısında bir şeyler yazıyor ve de yazacak olmamıza rağmen, esas karakterlerini ortaya çıkartan şey pratiktir. Sınıflar mücadelesinin biraz keskinleştiği, mücadelenin devrimcileşip militanlaştığı anlarda, üzerlerine ışık tutulmuş tavşan gibi kendilerini belli ederler. Bundan ötürü gerçek durumlarını esas olarak ortaya çıkaran turnusol ve ortalıktan temizlenmelerini sağlayan panzehir pratiktir. Bu ideolojik mücadelenin ve devrimci teorinin önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine, yaşadığımız dönemin özelliklerinden dolayı, çubuğu devrimci teoriye, ideolojiye bükmek gerekiyor. Tabi ki teorinin, ancak pratikle buluştuğu zaman, devrimci teori olabildiğini unutmadan. Aksi takdirde söz konusu cenahın çok sevdiği bir alan olan, teorinin pratikle sınanma imkânının kalmadığı kuru entelektüel gevezeliklerin tuzağına düşeriz. Ki böylesi bir  alan, doğru ile yanlışın ayırt edilmesinin çok zor olduğu, ölçüsüz, ilkesiz, her şeyin birbirine karıştığı bir tehlikeyi de içerir. Revizyonizmin son yıllarda en başarılı olduğu şey böyle bir tartışma ortamının yaratılmasını sağlamış olmasıdır.

Revizyonizmden söz edipte oportünizmden söz etmemek olmaz.
Revizyonizmin bir adım öncesi oportünizmdir. Diğer bir deyimle oportünizmin devamında varacağı yer revizyonizmdir. Her oportünist anlayış revizyonizme varacak demek değildir. Ama oportünist politikanın bir çizgi haline gelmesi kaçınılmaz olarak revizyonizme varır. Bir sonraki durak karşı devrim saflarıdır. Bu bağlamda revizyonizmin politik tavrını oportünizm olarak tarif etmek pek yanlış bir tanım olmasa gerek. Oportünizm, sadece Marksist literatüre özgü bir tanım değildir. Burjuva politikasında da kullanılır. Ülkemiz tarihinde yer almış burjuva politikacıları içinde Süleyman Demirel en meşhurlarıdır. “Dün dündür, bu gün, bu gündür”  tezinin “bizim Mevlevi marksistlerin” tezleriyle benzerliği şaşırtıcıdır. Geniş anlamıyla, ilkesizlik, anlık çıkarlar için temel hedeflerden ödünler verme, bir düşünceden, başka bir düşünceye, hızla geçebilme. Bir anda gerillacı, bir başka anda yasal partici vb. olabilme. Kimi zaman en sol söylemlerle (sol oprtünizm) kimi zaman en sağ (sağ oportünizm) söylemlerin savunucusu olarak görünebilir. Adı üstünde (oprtünizm= fırsatçılık) her şey onun için bir fırsattır. Fırsatçılık kaçınılmaz olarak, yararcılık ve çıkarcılığı da gerektirir. Bu yüzden pragmatizmi de içerir. Kısacası “oportünizmin bel kemiği yoktur”  günümüzde omurgasızlık olarak kullanımı da yaygındır. Bütün bu özelliklerinden dolayı mücadele edilmesi çok zor bir anlayıştır. En önemli panzehiri mücadele pratiğidir. Devrimci mücadelenin gerilediği dönemler en güçlü olduğu dönemlerdir, çünkü yanlışlıklarının sınanacağı pratik faaliyet alanı daralmıştır. Sınıflar mücadelesinin sıcak pratiğinin bunların ya gidecekleri yere varmasını hızlandırır ( revizyonizm+karşı saflar) ya da devrimcileşmelerini sağlar. Oportünizm genişleyip güçlü olduğu dönemler de birçok siyasi yapıyı şu veya bu oranda etki altına alır. En devrimci gördüğümüz yapılara bile incecik damarlar halinde sızdığını görürüz. Tedbir alınmazsa damar hızla genişleyerek tüm bünyeyi sarmaya başlar.
Revizyonizm politik tavır olarak oportünizmi içerir. Oportünizm süreklilik kazanıp genel bir karakter haline dönüştüğü zaman varacağı yer revizyonizmdir.
Dogmatizm, temel çelişkiye takılıp kalıp, temel çelişki aynı olmasına rağmen sürecin farklı aşamalarında farklı olgunluk derecelerine sahip olacağını ve temel çelişki dışında sürecin birçok farklı çelişkilerde içerdiğini, temel çelişkideki duruma göre onların da durumlarının değiştiğini, farklı pozisyonların ortaya çıktığını görmez. Revizyonizm ise, sürecin değişik aşamalarında meydana gelen değişimleri sürecin bütününde meydana gelmiş köklü değişimler olarak ele alıp, her an, her aşama için farklı teoriler üretmeye başlar. Sürecin belli aşamalarında meydana gelen bu değişimler gerçekten önemli olabilir. Ama o bunu aşamanın özgül çelişkilerini bütünün diğer çelişkilerinden kopardığı ve bunu da bir abartıyla yaptığı için gittikçe temel çelişkinin görünmez olduğu ve birbirinden kopuk olguların etrafında gürültü kopartılan bir manzara ortaya çıkar. Tali olan uğruna temeli, parça için bütünü, an için sonalı feda eder.

“      Revizyonizmin ekonomik ve siyasal eğilimlerinin doğal bir tamamlayıcısı da sosyalist hareketin sonal amacına ilişkin tutumudur. "Hareket her şeydir, sonal amaç hiç bir şey" — Bernstein'ın bu beylik lafı, revizyonizmin özünü, pek çok uzun incelemelerden çok daha iyi açıklamaktadır. Bir durumdan bir başka duruma göre tutumunu belirlemek, kendini günlük olaylara ve küçük politikanın kesinti ve değişmelerine uyarlamak, proletaryanın birincil çıkarlarını ve tüm kapitalist sistemin, tüm kapitalist evrimin özelliklerini unutmak, bu birincil çıkarları, anın gerçek ya da varsayılan avantajları uğruna feda etmek — revizyonizm politikası budur.
(Lenin- Marksizm ve revizyonizm)

* Hiç birinin bir devrim stratejisi yoktur. Kimileri böyle bir şeye gerek görmediklerini açıkça ortaya koyarlar (evrimcidirler) Kimilerinin ise “şimdilik” devrim anlayışları/stratejileri yoktur. Koşullar gereği ““şimdilik zorunluluktan” ” böyledir. Günü gelince stratejilerini de ortaya konacaktır. Şimdilik günün önemli görevlerini yerine getirmek gerekir. Bu yüzden ağızlarından en çok çıkan sözcük strateji değil taktiktir. Durmadan her konuda taktikler üretirler. Sizde stratejisiz taktik nasıl olur diye kara kara düşünürsünüz. Son tarif ettiklerimiz Marks’a Lenin’e sahip çıkar düşüncelerini savunurlar(?!) Kendilerine komünist isimleri verirler. Durumlarına bakıp “bu ne perhiz bu lahana turşusu” diye sorduğunuz zaman sizi, günü okuyamamakla, somut şartların somut tahlilini yapamamakla, devrimci yaratıcılıktan yoksun olmakla filan suçlarlar…

* Devrim stratejisi olmayanın devrimci bir örgüt derdi de olmaz. Bazıları için zaten ML. Örgüt/parti anlayışı bürokratik, aşırı merkeziyetçi, demokrasi konusunda sorunlu, özgürlüğü kısıtlayıcı, kadroları tek tipleştiren özellikleriyle zaaflı bir anlayıştır. Bazıları ise yukarıdaki anlayışa karşı, ödün vermez, sert bir eleştirellikle yaklaşırlar. Bolşevik parti tarihini, geçmişteki şablon alışkanlıklarıyla ortaya döküverirler. Ama pratikte bu şablon bile ortada yoktur. Yasal bir partiyle ortalıkta değişik parlamenter taktikler peşinde koşuşturup dururlar. Sorarsanız, “parlamento onlar için bir araçtır, esas dertleri bu değildir, böyle bir partiyle devrim yapmayı zaten hiçbir zaman iddia etmemişlerdir. Ama günün koşullarını iyi okumak gerekir, zamanı gelince savaşçı parti de yaratılır. Şimdi burjuvazinin oyunlarını bozabilmek için onun olduğu her alan da, gerektiğinde onun araçlarını da kullanarak mücadele etmek, kitlelerle bağ kurabilmek için çeşitli taktikler uygulayacak yaratıcılığa sahip olmak gerekir.”
Bunlar bitmez bir yaratıcılığa sahiptirler. Gökkuşağı projeleri üretirler, polise nisan bir şakası yaparlar, durdukları yerde zıp zıp zıplayarak burjuvaziyi korkuturlar, eylemlerde çok özgün biçimlerde düdük, kaynana zırıltısı çalarlar, renkli kişilikleri ve eylemsel yaratıcılıklarıyla eylem alanını tam bir panayır alanına çevirirler. 90’lı yıllarda bunlardan bir grup eylem alanında zıp zıp zıplayarak bas bas bağırıyorlardı “ dünya yerinden oynar meclisten adam çıksa” bunca yıldır ne demek istediklerini tam olarak anlayamadım. Acaba, mecliste adamı yok, demek istiyorlardı. Yoksa , “ ah! Biz meclise bir girsek dünyayı yerinden oynatırız” mı demek istiyorlardı yorum sizin. Sahi, aynı yapının içinde yer alan (çok renkli, demokratik bir yapıydı) anarşistlerde adeta kendi partidaşlarına nazire yaparcasına kendi slagonlarını belirlemişlerdi “ meclise gireceğiz içine sıçacağız” Aynı yapının içinde bu kadar fazla yaratıcılık?... Bizim gibi “düz” adamların aklının yeteceği işler değil doğrusu.

* Feministlerden çok feminist, çevrecilerden çok çevreci, vb. Az biraz da solcudurlar. Kitleselleşmeyi çok önemserler. Kitlenin niteliğinden çok niceliğine bakarlar. Bu niceliği elde edebilmek içinde herkese şeker dağıtır, nabza göre şerbet verirler. Yanlışın örgütlenmesinin doğrunun, örgütlenmesinden daha kolay olduğu günümüzde iyi kötü bir kitle de edinirler. Gevşek ve bol özgürlüklü örgüt(süz)lenme modelleriyle de nitelik olarak zayıf olan bu kitleyi oluşturanları da bünyelerinde tutmayı becerirler. Zaten çoğunun yaşamları ikilidir. Özel hayat, politik hayat olarak ikiye ayrılmıştır. Özel hayatın dışında kalan boş zamanlarda solculuk yapılır. Bu özel hayat yaşamı sürdürebilmek için çalışma zorunluluğu vb. olarak anlaşılmasın, daha geniş bir alanı kapsar. Bu gevşek ilişkiler içindeki örgüt(süz)lüğün ve sosyalist demokrasinin (?) yarattığı özgürlük ortamı içinde “kafalarına göre takılabilen” solcu tipleri yaratmayı becermişlerdir. İşçi sınıfı, emekçiler, halk filan diye bol bol yazıp çizmelerine rağmen. Daha çok küçük burjuva tabanlıdırlar. İşçi sınıfı ile olan bağları daha çok sendikalizmdeki tecrübeleriyle kurulur. Kulisler, ittifaklar, delege oyunları, kapı arkası pazarlıklarla sendika yönetimlerinde koltuk kapmayı çok iyi becerirler. Bunun adına da sendikaları devrimcileştirmek derler. Durumu ekonomizmle idare etmeyi becerebildikleri sürece işçilerle pek bir ilişkileri olmaz. Ne zamanki durumu idare edemeyip, göstermelik bir iki eylemle de işçinin “gazının alınması” yöntemi de tıkanırsa işte o zaman işçi sınıfıyla olan gerçek ilişkileri ortaya çıkar. İşçi sınıfı aslında çokta örgütlü olmadığını anlayıverir. Sendikacı solculara karşı duyguları ve tavrı pek hoş olmaz. Yani bunların işçi sınıfıyla olan gerçek ilişkileri, sınıfı yarı yolda bırakırken ortaya çıkar. Sınıf gerçeklikleri budur.

Revizyonizmi anlayabilmek için aslında öncelikle bakılması gereken yer teoriden çok pratik, yani hayat içindeki duruşlarıdır. Teorinin gri tonları içinde yarattıkları laf cambazlığı ile kendilerini iyi kötü gizleyebilseler de, hayatın yeşil ve canlı ışıkları altında saklanmak daha zordur. Bu yüzdendir ki bir devam yazısıyla bu kesim hakkındaki teorik politik düşüncelerimizi ortaya koyacak olmamıza rağmen, bu yazıda doğrudan yaşamın pratiği içinde görünen yana biraz vurgu yapmak gereği duyduk.

At iziyle it izinin birbirine karıştığı, her alanda tam bir karmaşa ve keşmekeş yaşandığı günümüzde her türlü sapmaya karşı yoğun bir mücadele vermek Devrimcilerin önündeki temel görevlerden bir olarak kendini dayatıyor..ML. düşünce içinde sağlanacak ideolojik netleşme ve birlik, sapmalara karşı amansız bir mücadeleyle ayrım çizgilerinin net bir biçimde teorik ve pratik olarak konulmasını zorunlu kılyor. Bizlerde bu doğrultuda kendi payımıza düşeni yerine getirmeye çalışıyoruz. Ve bu çabalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz. Çünkü;
 "sosyalist hareketin geniş emekçi yığınlarla bütünleşmesi süreci" olduğu ileri sürülmekte, buna dayanarak "ayrılıkların ikinci plana atılması gerektiği" görüşü savunulmaktadır. Doğru bir siyasi çizgi olmaksızın ne kitlelerle bütünleşmek söz konusu olabilir, ne de böyle bir bütünleşme bir işe yarayabilir. Evet, bugün sol düşünceler hızla emekçi kitlelere doğru yayılıyor. O halde bir kere daha bu düşünceyi burjuva etkilerden uzaklaştırmak ve temizlemek gerekiyor. Birleşmeye ve ayrılıkların giderilmesine karşı değiliz. Ama bunun yolu sol hareket içindeki burjuva ideolojisinin kalıntıları olan eğilimleri ve sapmaları tasfiye ederek ayrılıkların ortadan kaldırılmasıdır. Yoksa "sapma"larla birleşmek "yol" değildir. Böyle bir yolla işçi sınıfı hareketinin devrimci birliği değil burjuva bir işçi hareketi birliği sağlanabilir ki, böyle bir birlik devrimden ve emekçi halktan başka herşeye hizmet eder. "İşçi hareketi eğer burjuva işçi hareketi olarak kalmak istemiyorsa, burjuvazinin etkilerinden kendini kurtarmalıdır" (Lenin).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder